“Kahve Molası”nda Thom Mayne

Thom Mayne ile söyleşi.

Kişisel bir mesele ile ilgili olarak ona kısa bir mail attım, beş dakika sonra bana cevap yazdı, ben de ona on dakika sonra bir röpörtaj teklifiyle geri döndüm. Tekrar on dakika sonra bana verdiği cevapta yazılarımdan birini okuduğunu ve onu beğendiğini belirtti. Daha sonraki 30 dakika içide, iki ay sonrasına kendisinin Santa Monica’daki ofisinin çaprazındaki Starbucks’ta bir kahve saati için randevulaşmış olduk. Eğer Thom Mayne ile herhangi bir şeyi çözmek ve konuşmak istiyorsanız bunu orada ve o saatte yapmaya hazır olmalısınız.

70’lerin sonunda SCI Arc (Güney Kaliforniya Mimarlık Enstitüsü)’taki öğrencilik yıllarından Thom’u tanımışlığım var. Orada hem öğretmen hem de işiyle ön plana çıkan stajyer mimar olarak başlamıştı. Ayrıca 2 yıl boyunca aynı üç birimli oluklu metal binada bulunmuştuk.

Morphosis = kiracılar, eski karım ve ben = alt kiracılar
Onların: 24/7 ofisi, bizim: 24/7 yaşam-stüdyo mekanı
Batı Los Angeles Stoner Caddesi, 1985 – 86 yılları

Bu denli sanatsal tecrübesiyle tanınmış bir firmaya bu kadar yakın yaşamak gerçekten enteresandı. Başlangıçta binanın ön kısmındayken, Morphosis’in genç ve yetenekli bir çok elemanıyla paylaştığımız zamanlar oldu. Ancak daha sonra malesef çoğunun izini kaybettim ve herkes kendi yoluna gitti. Morphosis’in ilk ayakları üstünde durma yıllarını yaşadığı Stoner Caddesi’ndeki bir ofisteki bir grup birçok sağlam gruba dönüştü ve bu gruplar gittikçe güçlendi. Ofisin en belli başlı projesi, postmodern stili ile Kate Mantilini Restaurant. “Bunun yanında, henüz üzerinde çalıştıkları ve yeni sonlandırdıkları Hennessey Ingall’ın Kitabevi vardı. Eğer Morphosis’in bugün son zamanlarda yaptığı projelere bakarsanız göreceksiniz -ki benim de şahit olduğum- bu ilk projelerin izleri hep var. O zamanlar gecenin bir yarısı ofislerine gider bu projeler üzerinde çalışan arkadaşlarımla gevezelik ederdim. Bu yıllarda, Los Angeles ekolünden mezun olup o ruhu taşıyanlar arasında Frank O. Gehry’den sonra, hızlı bir şekilde ilerleme kaydeden Morphosis oldu. Yollarında emin adımlarla ilerlemelerinde girişimci ruhlarının ve mimarlığa olan tutkularının büyük payı vardı. Başarılarının bağlı olduğu bir başka konu ise tasarı gücü ve SCI-Arc’taki akademik pozisyonlarıydı. Ofis hep aktifti ve Tadao Ando, Peter Cook, Rem Koolhaas, Zaha Hadid ve diğer ünlü mimarların burayı sık sık ziyareti sıradan bir durumdu. Ando ve Cook dışında birçoğuyla karşılaşmadım ancak Eric Owen Moss ve Gehry gibi yakın meslektaşlarından bahsetmiyorum bile.

Sözleştiğimiz gibi Mayne’i almak için ofisine gittim, Starbucks’ın caddesinde yürüdük ve konuştuk. Pek mimari teoriler içeren bir konuşma olmayacaktı ancak, kafamdaki bazı sorulara ışık tutacaktı. Ona nasıl tasarım yaptığıyla ilgili ağır sorular sormak niyetinde değildim. Bildiğim kadarıyla zaten bu onun kendisi ve ruhuyla, yardımcıları ve müşterileriyle ilgiliydi. Ayrıca eleştirmenler, gazeteciler, öğrenciler ve mimarlar tarafından bu konuyla ilgili o kadar çok yazılıp çizilen oldu ki. Asıl merak ettiğim kendisini nasıl bir kişilik olarak nasıl tanımlardı ve bugünlerde nasıl zaman geçiriyordu. Şunu da merak ediyordum ki önemli ödüllerin sahibi bir mimar ile benim aramda uzayıp giden bir kahve molasında neler yaşanabilirdi. Bir göz temasıyla kendisine yakıştırılan “kötü çocuk” tanımlaması hakkındaki düşüncesini anlamaya çalıştım. Bir de planım ona “projem”i beğendiğini söyletmekti. Evet, gizli ve bencil niyetlerim de vardi hani…

Morphosis, yaklaşık 186 m²’lik açık bir alanda çalışmalarını sürdüren bir atölye. Ofise girdiğinizde Thom’un dakika dakika programını düzenleyen Carla’dan sonra göreceğiniz ikinci kişi kendisi olacaktır. Ofise girin, sağa dönün ve Pritzker Ödülü’nü kazanan mimar Thom Mayne’e merhaba deyin. Saat 9:00’da ofise vardığımda o, ana bölümde 3-4 mimarla görüşüyordu. Muhtemelen konuşmanın konusu ortak tasarım kararlarıydı ya da ona benzer başka bir şeylerdi.

Orada çalışan mimarların neredeyse yarısı ofiste değildi, muhtemelen Dünya’nın herhangi bir yerinde, geniş kapsamlı bir projenin peşinde, sunumlar yürütüyorlardı. Morphosis Genel Merkezi’nin durgun haline aldanmayın. Üzerinde çalıştığı projelere, onların yarattığı etkilere bakın, yapılara ve mimari örneklere bir göz gezdirin.

Birkaç dakika sonra ofisten çıktık. Bir yandan ses kaydı yapıyordum ve sesler trafik gürültüsüyle karışıyordu, bazıları ise tamamen kayboluyordu.

– “Tanrım… Az önce Paris’te yeni bir apartman kiraladık.”
– “Gerçekten mi? Güzel bir apartman olmalı. Değil mi?”
– “Ah evet öyle.”
– “Peki ya New York? Orada da bir yeriniz var mı?”
– “Evet.”
– “Vay canına, apartman ve binalar için olabilecek en iyi şehirler bunlar. Ama sen hala buralardasın? Santa Monica’da, değil mi?”
– “Evet.”

Bir görev peşindeki iki yaya gibi acele adımlarla caddeyi geçtik. Bazı sesler trafikte kayboldu. Kayıtlara şunlar eklendi; birçok yarışmaya katılıyor ve küçük bir en iyiler listesi yapılsa onda muhakkak yer alıyor, Zaha ve Wolf’unki gibi çok büyük ofislerden haz etmiyor, projelerin çoğu yaklaşık 5 yıl sürüyor, büyük projelerde çalışmak için 63 yaşının iyi bir yaş olduğunu düşünüyor ve bu yaşta da olsa daha çok iş alıyor olmaktan, ayrıca çocuklarının mimar olmamalarından dolayı oldukça memnun (bir tanesi sağlık üzerine, diğeri felsefe alanında çalışıyor). Bir doktor evlada sahip olmak ne kadar güzel bir şey dedim özellikle şu zamanlarda artan sağlık sigortası masraflarını düşününce. Evet dedi, belli ki para konusunda o bile o kadar emin değil.

Ben normal bir kahve, o ise kalorisiz latte sipariş verdi. Israr ettim ve ben ısmarladım. Bundan da oldukça memnun oldum. Kasiyer adını sordu ve üzerinde “Tom” yazan kahve bardağını getirdi.

Orhan Ayyüce: 63 yaşlarında bu kadar yoğun, geniş kapsamlı projeler almak nasıl bir duygu?

Thom Mayne: 40-45 yaşlarında yapılabilecek projeleri 60-65 yaşlarında vermeye başlamaları tabi ki çok tuhaf.

OA: Bahsettiğin yaşlar yan yana çalıştığımız seneler olmalı, 85-86 yılları sanırım, ve sen Harvard’a ders vermek üzereydin. Michele Saee, Eric Kahn, Martin Mervel, Brendan MacFarlane ve Kiyokazu Arai o zamanlar Morphosis için çalışıyorlardı. Hepsi arkadaşımdı. Kazu’yu iyi hatırlıyorum.

TM: Evet, Kazu… Sessiz, sakin bir arkadaştı. Hemen hemen 10 yıl birlikte çalışmıştık. Ondan çok şey öğrendim. Çok yetenekli bir tasarımcıydı. Fazlasıyla hızlı çalışırdı, ayak uydurmakta güçlük çekerdik. Ofisteki diğer herkes için zor standartlar yarattı. Tasarımda kusursuz, hızlı ve değerliydi.

OA: Kazu ve ben mimari sınavlara birlikte gimiştik ve o zamanlar, hepsinden kalmıştık.

TM: Tabi ki. O zaman sınav geçmek hiç de kolay değildi. Ben tasarım dersini dört kere almıştım ve sözlü sınavı da üçüncü deneyişimde geçebilmiştim.

OA: Kazu’nun şimdi ne yaptığını biliyor musun? Çok çekingendi; ben onun SCI Arc’taki ilk arkadaşıydım. En önemli problemi iyi İngilizce konuşamamasıydı, aslında bunu çok da önemsemiyordu. Ama ben bazen aklından neler geçtiğini oldukça merak ederdim. Çünkü bana baktığında, beni dinlediğini düşündüğümde bile aklı başka bir yerde olurdu.

TM: Evet… Şimdi benim de yönetim kurulu üyesi olduğum Osaka Mimarlık Okulu’nun müdürü.

OA: Morphosis için çalışanların birçoğu şimdi bir yerlerde öğretmenlik yapıyor. Ufak bir avantajı Morphosis’te calışmanın… Geçmişten konuşulabilecek bir sürü kişi var aslında. Ama ben konuyu değiştirip bu güne gelmek istiyorum. Birçok kere Türkiye’de bulunduğunu biliyorum. İstanbul hakkında ne düşünüyorsun?

TM: İstanbul’a ilk olarak 6-7 sene önce ders vermek için gitmiştim. En son geçen sene Pritzker Törenleri için gittim. İnanılmaz bir şehir. Hem çok dokunulası ve hisli -dokunabilirsin- hem de binaları, tepeleri, minareleriyle çok görsel bir yer. Tabi ki Ayasofya da… Bir binadan çok daha fazlası; tam bir peyzaj! Ve, altındaki sarnıçlar. Bir tarih.

Devam etti,

İstanbul, sanki doğuyu batıyla buluşturan bir rol üstlenmiş gibi… Yine de İslamiliyetçiliğin güçlendirilmesi ve ülkenin doğusuyla problemlerinin giderilmesi gerekiyor. Gelişim Osmanlı Dönemi’nde biraz daha fazlaymış. Batı’daki Hapsburg’dan daha fazla avantajları varmış. Yıllarca kendi özerkliklerine sahip çıkmışlar, aşiret sistemini anlamışlar. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, İngilizler’in saldırılarıyla ne yapacaklarını bilemez hale gelmişler. Buna rağmen Türkler dikkatini geleceğe yönelterek daha iyi duruma gelmeyi de başarmışlar.

OA: Türkiye’nin değerli bir konumda olduğuna katılıyorum. Birileri bu değerlere sahip çıkarsa gerçek birer Dünya Mirası haline gelecektir.

TM: Tekrar İstanbul’a dönecek olursak; Asya ve Avrupa’yı bağlayan fevkalade bir şehir. Boğaziçi bile tek başına muhteşem.

OA: Aynı zamanda güzel binalar inşa etmek için çok güzel bir şehir. Keşke Phare Tower projenizi Paris yerine İstanbul’da gerçekleştirebilseydiniz (burada kendi kıskançlığım ekliyorum). Umarım orada bir yapı yaparsınız. İstanbul’un modern mimariye ihtiyacı var.

TM: Evet (istekle gülümsedi)… İstanbul’a öncülük eden bir bina yapmayı kim istemez ki…

Bölgesel problemlere geri döndük; Irak, savaş …vs. Thom Mayne’in güncel olaylar ve politika hakkında konuşmaktan hoşlandığını farkettim. Bu konularda oldukça geniş bilgiye sahip. Fikirlerimiz konuştuklarımızdan daha fazlaydı ancak zaman yeterli değildi.

Herşeyin her an değiştiğini söyledi. Düzenli bir değişim… Savaşların, anlaşmazlıkların, dengelerin de tıpkı diller gibi değişime uğradığını; bu yüzden sürekli ve hızlı hareket halinde olmak gerektiğini anlattı.

OA: Mimarlık gibi değil mi?

TM: Kesinlikle öyle. Benden önceki jenerasyonu bir düşün.
Kappe, Koenig, Gregory Ain, 20. yy’a Le Corbusier, Kahn, Mies, Aalto’ya bir bak ve tabi ki Corbu en akıllı olanı… mimarların kendi dillerini geliştirdikleri, hayatlarının büyük çoğunluğunu çalışarak geçirmeleri çok uzun zaman önce değildi. Hayatlarının büyük çoğunluğunu bir şeylerin üretimi ve onların çeşitlendirilmesiyle geçirdiler. Hala bunu yapabilenler de var; Meier gibi… Bununla birlikte, üretim modeli olarak yeterli ve geçerli değil.

OA: Thom bana işinle ve diğer ilginç konularla ilgili bilgilenme fırsatı verdiğin için teşekkür ederim. Birçok görüşünü okudum, dinledim; Pritzker, Charlie Rose, TED and Princeton Konferansı gibi… Web sitene baktım; Charlie Rose’a bahsettiğin Christian de Duve’un incelediği kitabını okudum.

Dürüst olmak gerekirse Thom Mayne akademisyeni değilim. Bazı yaptığın çalışmalar ve Los Angeles’taki Caltrans Binası projesi dışında işinle ilgili çok fazla bilgim yok. Bir süredir sana en akıllıca sorulmuş sorulara ve senin verdiğin cevaplara bakıyorum. Bütün bunları birkaç ay önceki görüşmemizden beri öğrendim. Şimdi “sana” bugünlerde ne öğrendiğini sormak istiyorum.

TM: (Gülerek) Aslında şu anda UCLA’daki bütün akademik işimi kentsel bir projeyle değiştirdim. Bu bende derin etkisi olan bir konu. Bu günlerde global anlamda daha gündemde olan, kentsel işler. Son zamanlarda Los Angeles’da üç farklı kentsel proje yaptım. Şimdi de Madrid’ de kapsamlı kentsel tasarım ve sosyal konut projesine başladık. Onların yanlış yöntem kullandıklarını düşünüyorum. Fazlasıyla gelenekseller. Belirgin bir özelliği olmayan bir alanda mimar kullanarak müstakil bir bina inşa ettiriyorlar… Bu müstakil bir bina sorunu değil de, kentsel bir sorun. O yüzden; o bölgeye öğrencilerimle geri dönüp, sorunlara karşı kapsamlı çözüm önerileri üzerinde çalışmayı teklif ettim. Çalışmayı geçen hafta bitirdik. Projeler yayınlanıp Çin’deki bienale gönderildi. Projeyi Ekim’de Madrid’deki insanlarla buluşturacağım. Gerçekten bu iş tüm yaptıklarımızı değiştirmeye başladı.

Aynı zamanda bir yarışma yapıyoruz. İkinci olarak Brad Pitt’le New Orleans’ta dokuzuncu bölgede bir örnek ev açıyoruz. Orası yirmi yıl öncesine kadar bir bataklıktı ve inşaata elverişli bir yer olmadığını düşünüyorum. Bu alan her on senede bir metre batıyor ve her yıl daha geniş setler yapılıyor. O bölgeye yapı yapılmamalı. Öncelikle doğal yapısı o şekilde kalmalı; ama projenin bırakılması ya da kendi kendine devam etmesi ikilemi var. Şehir kötü idare edilmiş. Kimse altyapı sorunları üzerinde durmamış. Bu konuda konuşmak bile istemiyorlar. Ama biz bunu kapsamlı çalışmalarla yapacağız. Yapığım şeyler, daha geniş bir alanı içerecek.

Eugene Court House ile binalara daha stratejik bakmaya başladım. Yaptığımız en iyi bina değildi; ancak başka stratejik noktalardan bakmayı öğretti. Benim için düşünmenin başka bir yolu.

Aynı zaman da Kaliforniya, Corono’da bir yüksek okul projesi yapıyoruz. Sorunu enerjiye çeviriyorum. Okul bir çölde yer alıyor. Tamamen güneş enerjsi kulanılarak “carbon footprint”i sıfırda tutulmasını amaçlıyoruz. Çöl bunun için oldukça hırçın bir alan. Maksimum enerji sarfiyatı yaz aylarında, okul kapalıyken de devam ediyor… Yakında bu aylarda kaç tane evin enerji ihtiyacının karşılanabileceğini söyleyebilirim. Hükümetten de bu konuda bizi desteklemelerini istiyoruz. Geçen hafta konuştuğumuz yönetici konuyla ilgilendiğini, enerjiyi gerçekten büyük bir sorun olarak gördüğünü söyledi. Kısacası büyük problemlere, yöntem ve stratejilere bakmayı öğrendik. Tabi ki ofise müstakil bina projeleri geldikçe onları da yapıyoruz; ama ayrı ayrı evler binalar tasarlamak en büyük sorun değil.

Örnek yapı üzerinde yoğunlaşarak ve yeni standartlar getirmeyi düşünerek daha gelişmiş fikirlerle bu projeye başladık. Gelecekte dünya kirliliğinin üçte ikisinin toplanacağı yerler olan şehirleri düşününce, geçmişteki kentsel tasarım merakıma geri dönüyorum.

Sana bugünlerde olaylara nasıl baktığımız hakkında bir örnek vereyim. Derste elime bir bardak aldım ve onu baştan tasarlayacağımızı söyledim öğrencilere. Pek çoğu hemen biçimsel çalışmalara başladı. Küçük bir grup ise, her yıl kaç tane bardağa ihtiyaç duyulduğu, her bardağın kaç kez kullanıldığı, atıldığı zaman çöp kutusunda ne kadar yer kaplaması gerektiği, ne kadar hızlı geri dönüştürülebildiği gibi sorular sordu. İşte bu benim yönelmek istediğim şey. Ben daha çok o sürekli sorular soran küçük grubun içindeyim. Bu benim doğamda var. Her zaman sorular sorarım. Hepimiz resmi tasarımcılar gibi çalışmaya başladık. Mimarlar olarak sorular sorduk. Ancak ofis kültürünün değiştiği gibi sorular da değişiyor. Mimarlık, soruları nasıl ve kime yönelttiğimizden fazlası değildir. Gerçekte tüm soruları soramazsınız, sormak üzere bazılarını seçersiniz. İnsanlar mimarlığı şekil ve dil olarak düşünür ancak hepsi bu değildir. Bir dereceye kadar soru soranlar mimarlığı da o dereceye kadar yaparlar. Doğru değil mi?

OA: Evet o seviye bir sınır olarak kalıyor.

TM: Tabi. Öğrenme yolum ve ofisimizin kültürü de sürekli değişiyor, çünkü sorularımız değişiyor.

Thom Mayne’e bir soru sorup 3 sayfalık bir cevap alabilirsiniz. Şu anda okuduğunuz yazı da benim basit bir soruma verilmiş kesintisiz bir cevap. Bu kesinlikle değişmez bir döngü. İçinde bulunduğu her proje için ona soru sormak daha fazla soru sormanızı, herşeyi onun çevresinde kurgulamayı ve onun işbirlikçi çemberinin içine girmenizi sağlıyor. Bundan gerçekten hoşlanıyorum.

OA: Biliyorsun bugünlerde yıldız mimarlar hakkında çok fazla konuşuluyor. Meslek bu ayrımcı sıralama sisteminden yıpranmış durumda. İnsanlar inançlarını yitiriyor. Bu konu hakkında ne söyleyebilirsin?

TM: Tabi ki yıpranılıyor. Bu çok gülünç. Yapabilecek hiçbir şeyim yok.

OA: Tamam, o halde, bunun hakkında kötü bir şeyler söyle. Sen kötü adamsın, değil mi? (Gülerek)

TM: Yapabilecek hiç bir şeyim yok. Hoşlanmıyorum. Sen de farkındasın, aynı ülkede yaşıyoruz. Hakkında söylenenleri bir yere kadar kontrol edebiliyorsun. Kendi medyanı oluşturmak senin elinde değil. Ne yazmak isterlerse onu yazıyorlar. Dergiler kendi yollarını, piyasalarını çizmişler vs… Sürekli yenilenmeye ihtiyaçları var ve Amerikan sisteminde görüldüğü gibi, insanlar kişiselliğe yapılan işlerden daha çok ilgi gösteriyor. Ben utangaç bir insanım, içime kapanığım. Oldukça zan altındayım bu yüzden. Ve ne söylemek istersem söylemeyi severim, diplomatik değilim.

OA: Aynı şekilde… SCI-Arc öğrenci buluşmalarına geldiğini hatırlıyorum. Ve öğrencilerin yaptığı saygısızlıktan sonra tartışmayı memnuniyetsizlik içinde terkederdin.

TM: Evet. (Gülerek) Biliyor musun? Volume Dergisi’nden Inaba, benden hırs konusunda birşeyler yazmamı istemişti. Önce tamam dedim. Sonra düşündüm, vazgeçtim. Bana nasıl ünlü olurum diye soruyorlar diyorum ki: “Nasıl olsa bu olmayacak, çalışmaya devam et.”

OA: Bu doğru. Çoğu insan en önemli kısmı, çalışmayı unutuyor. Herkes başarının ün anlamına geldiğini düşünüyor.

TM: Annemin ağabeyime ve bana söylediği gibi, önce işini yap, para için endişelenme, başka hiçbir şey düşünme, sadece işini yap. “Benimle röportaj yapmak için gelen herkese söylediğim gibi Jeff’e (Inaba) şunu söylüyordum: “Yeni neslin kendi yollarını çizebilmeleri, maden ocaklarını bulabilmeleri için politikacılar kadar kurnaz olmaları gerekiyor. Bu büyük bir sorun.” Mimarlıkla ya da işiyle alakasız olarak bazı amaçlar peşinde koşan insanların kişiliklerinin enteresanlığı bu sorunun bir parçası. Kapitalist eğilimlere ve bunun gibi şeylere bir şekilde direnç göstermeliyiz…. Onlar (ün peşindekiler) bunları bu kadar fazla düşünmemeli. Mimarlıktan uzaklaşılmamalı. Bu tip kişisel sorunların mimarlık için faydalı olduğunu düşünmüyorum… Sanatçıların bu ün konusu hakkında çok büyük problemleri var. Bu hiç hoş değil, korkunç bir şey. Brad Pitt gibi biriyle ya da başka bir ünlüyle zaman geçirin, hapishanede gibiler. Şu an bizim yaptığımız şeyi yapamazlardı çünkü etraflarında imza isteyen, 200 tane insan olurdu.

OA: Brad’den konuşuyorken mimarlık merakıyla beraber o nasıl biri?

TM: Sahip olduğu olanakları, gücünü iyi şeyler yapmak için sonuna kadar kullanan bir insan. Aslında sanatçılar pek şanslı değillerdir. Hiç bir şey yapmazlarsa açgözlülüklerinden dolayı eleştirilirler, bir şey yapmaya başladıkları zaman ise sahte olmakla suçlanırlar.

OA: Senden bir iş isteseydi ona ofisinde yer verir miydin?

TM: Asla… O kendi halinde çalışan bir oyuncu. Bir mimar değil…

OA: (Kahkahalarla gülerek)

TM: Hayır olamaz. O bir oyuncu ve aynı zamanda eylemci. Kaynaklarını daha iyi bir dünya için kullanmak isteyen insanlardan biri. Bence bu çok doğru bir şey. Tıpkı yoksul çocukları evlat edinen karısının yaptığı gibi.

OA: Bilemiyorum bence bu çok acayip. Bunun yerine bakım merkezleri açabilirdi. Her neyse, bu benim işim değil, fazla ilgimi de çekmiyor.

TM: Evet, bu özel bir mevzu.

OA: Bu arada Alain Robert’ı tanıyor musun?

TM: Hayır kim o?

OA: Alain Robert aynı zamanda “Örümcek Adam” olarak biliniyor. Dünya’daki yüksek binalara tırmanır. Paris’te yapılacak olan Phare Tower’ın yanında La Grande Arche’a tırmanmıştı.

TM: Evet evet, hatırlıyorum.

OA: Bahse girerim, Phare’a da tırmanmaya çalışacaktır. Senin binana tırmanabilir mi? Perde duvar sistemi onun için uygun mu?

TM: Kesinlikle uygun. Üç boyutlu yüzeylerimiz var, sevecektir.

OA: Eğer problem olursa lütfen tasarımda değişiklik yap. Ona iyi davran. O bir kahraman sonuçta.

TM: (Gülerek) Yapabileceğimi yaparım. Ama ben şu anda bir problem görmüyorum…

OA: Phare Kulesi ne zaman bitecek? Bu projeyi gerçekten beğeniyorum.

TM: İnşaata gelecek Haziran’da başlanıyor. Garip olan ne biliyor musun? Bu herkes tarafından beğenilen ilk projemiz. Diğer projelerimizi insanlar ya seviyorlar ya da nefret ediyorlar. Ama bunu herkes sevmiş gibi görünüyor.

OA: Benim için adeta kolunu omzuna atıp beraber yürüyebileceğin bir insan gibi.

TM: İnsanların bunu böyle görmesi gerçekten ilginç…

OA: Bana daha önceden işimle ilgili neler yaptığımı sormuştun. Arjantin’de David Lamelas için küçük bir ev tasarlıyorum. Buenos Aires’e yakın. Bu yılın çoğu zamanını Arjantin dışında geçiren Dave için bir yazlık ev. Seni burada yakalamışken bana kısaca bir kritik verebilir misin? (Tam bu sırada cebimden katlanmış haldeki plan modeli çizimimi çıkarıp önüne koyuyorum. Hızlıca projeyi açıklıyorum.)

TM: İyi iş. Güzel proje.

OA: Teşekkürler, bu yeterli.

İkimiz de kahkahalarla gülüyoruz ve kayıt cihazını durduruyorum. Onun 3 adet fotoğrafını çekiyorum ve röportaj bitiyor. Orhan Pamuk’un “İstanbul: Hatıralar ve Şehir” adlı kitabını hediye ediyorum. (Aynı kitabı geçen Şubat ayında yaptığım röportajda ortağı Michael Rotondi’ye de vermiştim.) Kitabı imzalamamı istiyor. Benim hakkımda konuşarak ofise dönüyoruz. Daha sonra onu kolundan tutup görmesi gereken bir proje veya başka bir şey hakkında konuşmak üzere götürecek olan Ann’le tanıştırıyor beni. Yüzümde bir gülümsemeyle park alanına çıkıyorum. Gerçekten de çok keyifli bir kahve molasıydı…

*Bu söyleşi Orhan Ayyüce tarafından hem Arkitera.com hem de Archinect internet sitesi için gerçekleştirilmiştir. Söyleşinin İngilizcesi aynı anda Archinect’de yayınlanmıştır.

Etiketler

Bir yanıt yazın