1. Mansiyon, Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı Ağadere Hastanesi ve Şehitliği Fikir Projesi Yarışması

Mimari proje raporu:

Çanakkale Savaşları sırasında yaşanan kahramanlık ve fedakârlıklar, kuşkusuz cephe boyu ile sınırlı değildi. Çarpışmalardan dolaylı yoldan etkilenen mekânlardan Ağadere Seyyar Hastahanesi de insani boyutta trajik sonuçların yaşandığı nirengi noktalarından biri olmuştu. Eceabat – Kilitbahir çizgisi üzerinde yer alan bu hastane, cephe sırtlarında cesurca müdafaada bulunan askeri personelin tıbbi ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurulmuştu. Yaralı vaziyette getirilen askeri personel, söz konusu mekânda tıbbi operasyonlara müdahil olarak cepheye yeniden gönderilmek üzere karantinaya alınmaktaydı. İşte bu yönüyle, Ağadere bir cephe niteliğine değildi. Savaş merkezli bir alan asla olmadı. Aksine yaralı ve muhtaç insanların tedavilerinin yapılarak normal yaşantılarına geri döndürülmeleri üzerine böyle bir hastane oluşumuna gidildi. Cephede geri dönmeyi düşünmeyen yaralı askerlerin kurtuluş umutlarını yeşerttiği bir yerdi. Belki de, adına şehit olmak denilen dönülmez ama kutsal bir yola sapanların dünya gözüyle görebileceği son güzellikti memleketlerinde. Uğruna çarpıştığı bu vatan topraklarında, ölmeyi kutsal görev sayarak kendisinden sonra yerini alacakların kazanacağı zafer inancına sıkı sıkıya bağlı olanların son ikametgâhıydı Ağadere.

Bu düşüncedeki kahramanlar Ağadere’ de, olan bitenin merkezinde olup da müdahale edemediği koşulları sadece gözlemlemekle meşguldüler. Yaralı Mehmetçik yalnız başına, adeta her biri farklı şekillenmiş ayrı sahnelere bakarken buldu kendini. Sonra toprak oldu… Toprak bize vatan oldu… Neredeyse bir asır sonra, aynı yerde kurulması planlanan müze, bir savaş müzesi niteliğinde tasarlanmadı. Farklı çerçevelerde farklı sahneleri yaşatmak öncelikli hedef olmuştur. Bu sebeple boşluk içerisinde yalnız başına duran çerçeveler kullanıcıyı farklı sahnelere odaklar. Arkada bir perde yoktur. Perde, toprağın kendisidir. Kullanıcı kendi senaryosunu kendisi yazar. İşte bu nitelikte iki çerçevenin arakesitinde müze yapısı şekillenir. Mevcut fakat düzenlenmemiş şehitliklere açılan bu çerçeveler birbirinin devamında kullanıcıyı yapay koşullara sürükler. Yapay olan sadece mekândır bundan sonra. Kullanıcı ise bir anda aktörü olur bu kurgunun.

Önce, savaş zamanından kalma görsel kalıntılarla mücadele hakkında fikir sahibi olurPanoramik Oda’ da. Buradan bölgenin asal niteliği olan hastahane canlandırmasına,Çadır Odası’ na uğrar. Hangi şartlarda ne tür uygulamalara maruz kaldıklarını görür yaralı askerlerin. Sonra karanlık ve sessiz bir odaya uğrar. Sergilenecek hiçbir şey yoktur oysaki. Keskin hatlarla şekillendirilmiş bu rahatsız edici mekân yani Taş Oda, kullanıcılara ölüm kavramını hissettirmeyi amaçlar. Arada Anzak kuvvetlerinin tüm çarpışma boyunca sadece 2 saat kadar görebildiği Çanakkale Boğazı’ nı cephede açılan geniş çerçeveden izleme fırsatı bulur. Ama daha yüksekten bakabilmek, boğaz boyunca çarpışma alanını egemen bir noktadan seyretmek için Rampa Odası’ nı tırmanır. Rampadan çıkıldığında çok dar bir açıklıktan adeta siperden bakar gibi alana bakma imkanı bulur. Bilgi Odası’nda biraz da bu yapay kurgu hakkında bilgi sahibi olduktan sonra Kuzey Odası’ nda mevcut şehitlikle baş başa kalır bir çerçevenin ardında. Onun da arkasında dik duran bir anıt… Aslında baş başa kaldığı topraktır, vatanıdır.

Ağadere Hastahanesi ve şehitliği yalnızca müze yapısından oluşmamaktadır. Mevcut çalışma alanında kimi bölgelerde, varlığı kesinleşmiş şehitlerimiz de yatmaktadır. Kullanıcının buralara ulaşmasına müsaade edilmez; çerçevelerden oluşturulmuş sınırlar ilgiyi sürekli kılmanın yanı sıra sınır görevi de görür. Bunun yerine, kullanıcı arkeolojik kazı müdahalesiyle açılmış gridal boşluklarda sembolik kabirleri ziyaret etme fırsatı bulur. İbadetini yapan kullanıcı buradan, anıt tepesine ya da toplanma mekânlarına yönlendirilir. Bu sırada içinden geçtiği müze, uzun lineer yapısıyla tüm alanı adeta ikiye böler. Bir taraf şehitliklerin ve sembolik kabirlerin yer aldığı bölge iken, diğer taraf müze yaşantısının daha aktif sürdürüldüğü sosyal platformlardır.

Röper teşkil edecek güzergâhlar, müze kurgusuyla eşdeğer işleyişle oluşturulmuştur. Ziyaretlerin hiyerarşik dağılımı bu esnada birincil hedef haline gelmiştir. Aynı zamanda her bir obje ya da yapı, kullanıcıya ansızın gözükerek davetkâr bir tutum sergiler. Estetik kaygıların verimli kullanım verileriyle donatıldığı yapı grubu kullanıcıların seminer, atölye, sergi gibi farklı ihtiyaçlarına da cevap vermeyi ihmal etmez. Münferit temellerle zemine oturtulan yapı, prensipte doğal çevreye minimum etkiyle müdahaleyi öngörür. Bu düşünceyle müze cephe kaplamasında da yanma işlemi tatbik edilmiş ahşap kullanılmış, savaş sırasında yakılmak suretiyle zarar gören yeşil örtüye atıfta bulunulmuştur.

Zeminde minimum müdahale gayretiyle yapı yerden kopartılarak oluşturulan ara hacimlerde programda yer alması uygun görülen mahaller dağıtılmıştır. Arkeolojik nitelikte sayılabilecek savaş kalıntılarının kısa süreliğine depo edilebildiği mahal ve ofis ile kullanıcıların toplu aktivitelerini ufak bir kafeterya ile de destekleyebildikleri seminer salonu bunlardan birkaçıdır. Namazgâh ise değişken hava koşullarından kullanıcıyı korumak maksadıyla üzeri kapalı şekilde sembolik mezar alanı yakınlarında yekpare kütlesiyle yer alır. Bu yapı durakları, sirkülasyon izi boyunca peyzaj durakları ve bankları ile de desteklenir. Taşıt sirkülasyonuna izin verecek nitelikte tasarlanan araç ve yaya yolu, yeşil lekeyi bozmadan her birinde yaklaşık 10 araçlık başlangıç ve bitiş otoparklarıyla tamamlanır.

Yapı grubu, tekil temeller yardımıyla ayakta durur. Konvansiyonel aks sistemiyle şekillenen taşıyıcı sistem, yalnız kabuk ve kaplamaların taşınabilmesi için çelik örgülerle de desteklenir. Bu yönüyle aktif kullanım süresi boyunca geliştirilebilen bir sistem olma özelliğini korur. Kuzey yönünde, mevcut tepecik üzerinde yer alan anıt ise bulunduğu mahal itibariyle güneşin rahatsız edici etkilerinden kullanıcıyı uzak tutar.

Etiketler

Bir yanıt yazın