Katılımcı, YAP İstanbul Modern: Yeni Mimarlık Programı: IM Debris – Ben Molozum

Katılımcı, YAP İstanbul Modern: Yeni Mimarlık Programı: IM Debris – Ben Molozum

Ömer Selçuk Baz'ın projesini "YAP İstanbul'un Hissettirdikleri: IM DEBRIS - BEN MOLOZUM" başlıklı metin eşliğinde yayınlıyoruz.

1978 doğumluyum… belki bu sebepten, apolitize bir gençliğiz. Öyle yetiştirildik… İhtilal dönemi sonrasında çocuk olmanın getirdiği birazda umursamadığımız bir ruh haliydi bu. Son zamanlarda ihtilal döneminde içeri girenlerin , kaybolan gençlerin, kötü anıların ve bunlarla hesaplaşılan bir gündemin içindeyiz. O kadar önemli değil ama ihtilal sonrası çocuk olmakta ayrı bir travmaymış bunu yeni yeni anlıyorum.

Aynı dönemin devamında Üniversiteli olmakta çok başka bir şey değildi. Annemler “aman oğlum sağ’a sol’a bulaşma” diye yolladı beni üniversiteye. Sağ’a sol’a bulaşmanın ne olduğunu anlamadan bitirdim ben okulu. Jandarma ile aynı yemekhanede yemek yedik, o kadar…

Bizden büyük ağabeylerimiz hep “çok apolitize bir gençlik bu” dedi durdu. Belki en baştan içimizde yoktu. Benim için hala da öyle, siyasete politikaya bulaşanları anlayamam. Bu konu ile ilgili iki kelimeyi bir araya getirip konuşamam doğrusu.

Boran Ekinci, “YAP İstanbul Modern genç tasarımcıların katılacağı Sürdürülebilirlik üzerine bir pavyon yapacak bizde seni önerdik'”dediğinde, dosya verip vermemek konusunda tereddüt ettim. Sonra hep aklımda dönüp duran “sürdürülebilir kentsel politikalar, planlarımız, ülke ölçeğinde öngörülerimiz yoksa, yeşil çatılar, solar paneller, kent içinde yeşil çayırlarda güneşlenen hatunlar ne işe yarar?’ konulu başvuru yazısını yazıp yolladım. Seçtiler… pek beklemiyordum, acaba okumadılar mı dedim kendi kendime!

Hiç politik bir eleştiri olsun diye değil aslında. Belki bunu yapacak en son kuşağız. Ama olup biten o kadar rahtsız edici bir boyuta gelmişti ki kent yağması, rant, istila, besledikçe daha çoğunu isteyen, her şeyi atıştıran doymak bilmez inşaat sektörü. Kentsel dönüşüm adına silinen kent hafızası, yeniden üretilen plastik tarih, anısı, hafızası olmayan kentler, yeni köprüler çılgın projeler, kanallar, bir büyüme stratejisi olarak Dubai modeli…

Sürdürülebilirlik ve YAP üzerine düşünürken açıkçası neşeli bir dünya kurmak ne aklımdan nede içimden geldi… Bunların olduğu bir yerde nasıl bir sürdürülebilirlikten bahsedebiliriz ki? Nasıl???

Ve İstanbul Modern’e verdiğimiz yazı şu şekilde bitiyordu:

“Adam, sahil yolundan çıkıp antrepolar ve otoparkın içerisinden yapıya doğru ilerliyor. Güneş batmak üzere. Denizin kokusunu alıyor. İleride yığın halinde istiflenmiş garip silueti görüyor. Pek bir şeye benzetemiyor. Etrafında ışıklar ve insanlar, biraz da dramatik bir müzik var, içerlerden bir yerlerden gelen. Yığın ona İstanbul’daki pervasız inşaat faaliyetini anımsatıyor. Belirsiz bir yerlerinden içine girip çıkan insanlar var. Bazıları tanıdık geliyor. Çıkanların yüz ifadeleri farklı farklı. ‘Hurda ve inşaat artıkları mı bunlar?’ Merakla içeri dalıyor. Biraz karanlık bir odadan, çerçevelenmiş denize bakıp düşüncelere dalıyor. Çıkanlardan biri, sessizce ‘ucube’ diye fısıldıyor yanındakine.”

Evet bu metin derdini anlatıyordu. Dünyanın her yerinde indirgenmiş yüzeysel bir sürdürülebilirlik tahayyülü almış yürüyorken… Biz çözümü güneş panelleri, rüzgar gülleri ve yeşil çatılarda ararken , kent parçalanıyor, paylaşılıyor, yeni duvarlar, yeni siteler yükseliyor, büyük şehre büyük projeler yapılıyor, TOKİ ve kentsel dönüşüm hareketi alabildiğine hızlanıyor, kanallar, köprüler projelendiriliyor… Bunlar üzerine düşünmediğimiz, bunlarsız bir sürdürülebilirlik fikrini benim aklım bir türlü almıyor, alamıyor

Sonunda ne yaptığımızın o kadar da önemi yoktu. Belki herkesin içinden geçeni söylemek sonrada kendi açımızdan bunu ete kemiğe büründürüp iyisiyle kötüsüyle sunmak…

Yaptığımız şey bizi her şekilde çevreleyen bu çılgın inşaat faaliyetinin ham maddesi olan molozu insanlara tekrar başka şekillerde göstermek oldu. Hep yanında bucağında olduğumuz uzaktan baktığımız, dışında olmaya alıştığımız, kenarından yürüdüğümüz moloz diyip aşağıladığımız dünyanın… zaten aslında içinde yaşadığımız şehir olmaya başladığını tekrar mimarlık diliyle kurmak.

Büyük bir molozun içinde yaşamak… pek tabi ki kabul görmedi! Çok büyüktü, kabaydı ve zordu ve karanlıktı…

Proje için Nevzat Sayın ile buluşuyoruz, kıyasıya eleştiriyor işi, haklı da… Bütün konuştuklarımız bir yana şöyle bir cümle kalıyor mimarlık icra etme motivasyonu ile ilgili aklımda “Dünyayı devrim ile değiştirmek mümkün sanmıştım, sonra bunu bir nebze mimarlık ile yapabileceğime inandım.” Çok anlamlı geldi bana, birçok kişi gibi bende mimarlığı kendimi değiştirmek için kullandım diye düşündüm. Sadece kendim için…

Ben apolitize gençliğin mütevazi bir bireyi olarak dünyayı değiştirebileceğime de çok inanamadım. İnanmayı çok isterdim… Ama diğer yandan burnumun ucunda yaşadığım şehirde olup bitene de kayıtsız kalamadım. Herşeye rağmen belki çoğu zaman yaptığım gibi boşverip neşeli bir hayal kuramadım. Mimarlığın optimist olamama gibi bir şansı var mı bilmiyorum? Optimist olamadım!

“Ben Molozum” ne olduğunu ve neyin içinde olduğumuzu bilmek, bilmeyenlere tekrar hatırlatmak üzere tasarlandı. Kentte görüp de hoşunuza gitmeyen her şeyi çöpün bizzat içinde size tekrar gösteren bir teşhir merkezi… Bunu itinalı bir kabalıkla yapıyordu.

Tabii görmek istemeyenler için daha neşeli hayatlar her zaman mümkündü!

YAP İstanbul Modern: Yeni Mimarlık Programı için verilen “IM DEBRIS – BEN MOLOZUM” başlıklı öneriyi buradan indirebilirsiniz.

Etiketler

Bir yanıt yazın