Balatayı Sıyıran Mimar

Bir işveren toplantısından çıkmıştım. Mimar-işveren ilişkisi bazen garip noktalara gelebiliyor, benim de aklım karışmıştı. Belki de yersiz geriliyordum, denemeye karar verdim.

Ofisimizin hemen karşısındaki Diş Hekimi Nursen Esen’in ziline bastım, içeri girdim. Giriş holünde sekreteriyle konuşuyordu. Derhal konuya girdim.

“Şimdi benim bir ağzım var ve tedaviye başlayalım istiyorum. Baştan almam gereken ilaçlar varsa söyleyin, başlayayım. Röntgen-möntgen çekelim, tetkiklerimizi yapalım, önce bir teşhisi koyalım. Sonra da bana bir fiyat teklifi verin. Değerlendireyim, bakalım sizinle çalışacak mıyım?”

“Nereye varacak bu” der gibi bakıyordu. Şaşırmıştı.

“Bunda şaşıracak bir şey yok Nursen Hanım. Siz önçalışmanız ve teşhisinizle beraber teklifinizi gönderin, ben bir değerlendireyim. Şimdi şuraya mı oturuyorum, haydi başlayalım.”

Derin bir nefes alıp tam konuşmaya başlayacaktı ki lafını kestim. Sanıyorum bu tedavinin kendisini ne kadar heyecanlandıracağından bahsedecekti. Gördü büyük işi, sevindi tabii.

“Durun” dedim, ağzımı açtım. Biraz irkildi. “Ben aslında her şeyi düşündüm”.

“Arka dişlere daha silindirik tipli bir implant düşünüyorum. Titanyum olabilir mesela (elimdeki kağıda kötü bir diş eskizi yaptım), ön dişlerimde de daha dolgu tipi müdahaleler planlıyorum. Beyaz. İki normal, bir kanal. Ama üstad sizsiniz, yine de bir düşünün, çalışın. Yaratıcılığınızı görmek isterim.”

Ona, yaratıcılığını kullanabileceği güzel bir fırsat vermiştim. Telefonu kaldırdı, birilerine acilen yukarı gelmelerini söyledi. Hemen işe koyulmak için asistanlarını çağırmış olmalıydı.

Motivasyonunu daha da güçlendirmek ve teklifini biraz uygun vermesi için devam ettim.

“Benim çevrem çok geniştir. Hepsinin de ağızlarını görseniz, yangın yeri, tam bir bataklık. Size benden çok iş gelir. Bu işi bir yapın, bakın nasıl da işleriniz açılacak. Buradan yürürsünüz artık.”

Nursen artık yerinde duramıyordu. Yüzü de iyiden iyiye kızarmaya başladı. Bana çaktırmamaya çalışarak arkasındaki masadan cam vazoyu yakaladı.

Canım ya. Nursen adeta heyecandan kafayı yemişti. Galiba gizlice cam vazoyu yakalayıp içinden bana çiçek verecekti. İşverene sürpriz çiçek mi verilir yahu, ilahi. Biz mimarlar da arada heyecandan ne yapacağımızı şaşırırız. Demek onların ki de bizdeki gibi bir meslek aşkıydı.

——

Uzun bir sessizlik oldu. Kendime geldiğimde kulağımda derin bir çınlama vardı. Yukarıdan sesler geliyordu, kendimi apartmanın basamaklarından üçer üçer aşağıya koşarken buldum. Bu noktaya nasıl gelmiştik anlamadım.

Kendimi dışarı attığım gibi bağıra çağıra bir taksi durdurdum.

Nefes nefeseydim.

“Dostum yarın Yeşilköy’e gideceğim, ama şimdi beni acilen bir Kadıköy’e at da bir şöförlüğünü görelim. Beğenirsem yarınki havalimanı transferim senin.”

Sonu kısılarak biten tövbe estağfurullah’lardan çekti. Uzanıp kapıyı çekti, yine yolda tek başıma kalakaldım, arkasından bağırdım.

Sonra kriz-mriz ağlıyorsunuz! Siz de iş yapmayı hiç bilmiyorsunuz!

——

Ben genç denebilecek bir mimarlık ofisi sahibiyim ve paylaşabileceğim nacizane bir-iki tecrübem var.

Kendi ofisimizi ilk açtığımız dönemlerde biz de bedelsiz proje çalışmaları yaptık ve istisnasız hepsinden pişmanlıkla çıktık.

Bu sebepten son iki yıldır sayısız toplantıdan teşekkür ederek ayrıldık ve bu tip taleplerle karşılaştığımızda teşekkür etmeye devam ediyoruz.

Bugün Twitter’dan seslendim, şimdi buradan paylaşıyorum.

Çünkü Ömer Selçuk Baz’ın zamanında söylediği gibi;

Bunu düzeltmek için hem büro sahibi, hem çalışan tüm mimarlara görev düşüyor. Bu bir kısır döngü.

Siz mimarlar geç saatlere kadar karşılıksız mesai yapan ucuz iş gücü olduğunuzda, büro sahibi mimarlara piyasaya karşılıksız hizmet yapması için fırsat veriyorsunuz. Siz büro sahibi mimarlar da, bedelsiz proje yapan ofislerle rekabet edebilmek için çalışan mimarları birbirlerine kırdırıyorsunuz.

Aslında dönüp dolaşıp hep aynı yere geliyorum.

İşte bunlar hep; mimarlık ve seks.

Etiketler

5 yorum

  • cemal-cobanoglu says:

    Bizden de bir çok cafe ve restoran sahibi, “şu sehpanızı gelin bizim mekana koyalım, sergilemiş olursunuz, buraya çok iyi tipler gelir” gibi isteklerde bulunuyor. Biz de kendilerine, “bir müşteri restoranınıza girip, menüden istediği şeyleri seçse, sonra da, ama ben hesap ödemeyeyim, çevrem çok geniştir, sizi herkese öveceğim” dese nasıl karşılarsınız diye soruyoruz. Sonra bir sessizlik oluyor, teşekkür ediyoruz 🙂

  • sedat-bayrak says:

    Özlem, evet, ilginçtir benim de bu konuda kötü tecrübelerim hep mevcut kontaklarımdan oldu. Halen, çok yakın bir kontakla gelindiğinde bile en azından sembolik bir rakam mutlaka telaffuz ediyoruz. Bunu açıkça da söylüyoruz, “işi aldığımızı hissedelim, siz de işi verdiğinizi hissedin.” Aksi halde her gün başka bir ofis çağırılıyor, bütün iyi fikirler toplanıp, en düşük fiyat verene yaptırılıyor.

    Tabii ki geneli de pişmanlıkla bitiyor. İş düzgün çıkmıyor, takvim şaşıyor, işveren pişman oluyor, biz iş yapmamış oluyoruz.

  • sedat-bayrak says:

    Okan söylediklerinin kavram ve kelimeler olarak bir ağır bulmakla birlikte önemli bir kısmına katılıyorum.

  • bulent-ercan says:

    Abi sen olayı eksik ele alıyorsun. Çoğumuz, 6 yıl boyunca organik kimya, mercekler ve aynalar, türev -integral, boşaltım sistemi, üreme sistemi görmüş, bu koca koca yıllar boyunca birde yanında (bonus) milli savunma dersleri almış, haftanın bir günü “Dikkat!!!!” şefkatiyle yetişmiş , tenefüslerde dahi oturmaya çekindiğimiz öğretmen masalarına çıkartılıp 65-85 kişiye karşı 2 rekat namaz kılmış üstüne çorabımız beyaz denk geldiyse platonik aşklarımızın bittiği, sanki aralarında en değersiziymiş gibi okulun en kullanılmaz sınıfına itilmiş el işi derslerini “hadi tenefüse kadar yapan yapar” termininde temel sanat eğitimiyle tanıştırılmış bir eğitim sisteminden geçmişiz. Sonra, daha ne olacağımızdan tam emin olmadan, annemizin babamızın bizi ne mühendislere ne avukatlara yakıştıramadığı, doğru tahminle babasının oğlu anasının gözü olduğumuz, 2 basamaklı 4 çekerli bilmem kaç sınavdan ruhumuzu teslim edercesine geçmiş ve sonunda birer tasarımcı olmaya amortiden hak kazanmışız. Aramızda şanslı olan çok az bir yüzdenin, doğru mesleği seçtiği bir ortamda, senin bu bahsettiğin talebe karşı ürün kalitesini tutturmak iyice güçleşiyor kardeşim. Hal böyle olunca kısıtlı imkanlarla bize yönelen insanların tekme tokat dayak yediği tasarımlarla buluşması kaçınılmaz oluyor. Tasarım yapmak, her insanın içine %bilmem kaç konulmuş zaten. İşin içine birde “mimar değilim ama sen bu işi bilmiyorsun aga!!!” lar girince iş iyice arap saçına dönüyor. Özetle sen bu taleplerle hep karşılaşacaksın, hep teşekkür edeceksin. Ama senin bu farkettiğini farketmeyenler alayına beleş beleş yükselecek. Sen iyisi mi? mimarlığı, ve o bahsettiğin seksi:) bırak (ikidir görüyorum değiniyorsun) mitoz bölün olabildiğince fikrini çoğalt. Arı gibi çalış arı!!!!!:)
    Eline sağlık. (Oh bee şimdi mesai yapabilirim.)

  • mehmet-hilmi-duysak says:

    Şu mimarlar da olmasa inşaat yapmak ne kadar kolay olurdu… 🙂

Bir yanıt yazın