Türkiye’de “Sanatın Öyküsü”

Sanatın Öyküsü (The Story of Art), Sir Ernst Hans Josef Gombrich’in meşhur kitabı. Hemen hemen bütün üniversitelerde, sanat tarihi, mimarlık tarihi ve benzeri dersler bu kitap ile birlikte ilerler. Bu dersleri alıp da bu kitabı okumamış olan, en azından sınavlardan önce eline alıp da karıştırmamış olan çok az insan vardır.

Bu kitapla ben de birinci sınıfta, sanat tarihi dersinde tanışmıştım. Değerli hocamız Ayla Ödekan, liseden yeni çıkmış, Öklid’i, Newton’u, Avogadro’yu ezbere bilen, Monet’yi, Miro’yu, Goya’yı hayatında hiç duymamış olan öğrencilerine yarım dönemde, sadece sanat tarihini öğretmekle kalmaz; sanat ve mimarlık eğitiminin gerektirdiği entelektüelliği de hafif hafif enjekte etmeye başlardı.

Bizlere sanat galerilerini gezip fotoğraf çekmek gibi ödevler verir, tahtaya yazdığı okuma listesi ile de bu kısa adaptasyon sürecimizi daha yoğun bir şekilde geçirmemizi sağlardı. Bu dersi alan öğrenciler, kantinde artık “ya fizikte 34. soru vardı, sen onu ne yapmıştın?”, “geometride sonuncu soruda çok oyalandım ben, yoksa EnTas yerine bilgisayar mühendisliğine de girerdim”, “benim dershanede her sınavda geçtiğim adam gitti Türkiye altıncısı oldu” benzeri muhabbetleri bırakır; “bu resim Claude Monet’nin mi, Edouard Manet’nin mi, ikisini hep karıştırıyorum”, “ben Bosch’un sürrealistliği biraz abarttığını düşünüyorum”, “Pieter Bruegel Beşiktaş’ın teknik direktörü değil miydi yahu, hahaha” gibi muhabbetler etmeye başlardı.

Ayla Ödekan’ın okuma listesi sayesinde, Sanatın Öyküsü kitabı ile de tanışmış olurdunuz. Bir yandan derste, hayran kaldığınız dil kullanımı ve anlatımı ile Ayla Hoca’yı dinler, bir yandan da evinizde, Gombrich’in sade ama güçlü cümleleri ve çevirmenin akıcı çevirisi sayesinde, sıkılmadan, aklınız dağılmadan bu kitabı okurdunuz…

Sanatın Öyküsü kitabının çevirmeni, aslında birinci sınıfta sanat tarihi dersi aldığım zamanlarda hiç dikkatimi çekmemişti. Kitabın çevirmenini, geçtiğimiz yıllarda çıkan bir tartışma sayesinde öğrendim. Kitabı ilk kez Bedrettin Cömert çevirmişti ve Remzi Kitabevi tarafından yayımlanmıştı (1977). Yayınevi sonraki basımlarda (1997 sonrasında), çevirmen olarak başka isimlere yer vermeye başlamış, bunun üzerine çevirmenler ve edebiyatçılar bu konuyu tartışmaya başlamıştı (konuyla ilgili detayları ekteki linklerde bulabilirsiniz).

Kitabı ilk kez çevirerek Türk sanat ve mimarlık dünyasına büyük bir eser kazandıran, onlarca yıl birçok insanın sanatı sevmesinde büyük emeği olan Bedrettin Cömert, sanat tarihçisi, eleştirmen, çevirmen, şair ve akademisyendi. 1959’da, henüz lisedeyken yazdığı “İstanbulumsu” adlı şiiri Varlık Dergisi’nde yayımlandı. 1960’da liseyi birincilikle bitirdi ve üniversite öğrenimi için devlet bursu ile İtalya’ya gitti. İlk iki senesinde Perugia Yabancı Üniversitesi’nde İtalyanca ve Latince okudu. 1962’de Roma Üniversitesi İtalyan Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne girdi. 1965’de, Maria Augostino ile tanıştı ve evlendi. 1966’da ilk çocukları Ergun doğdu. 1967’de Roma Üniversitesi’nden mezun oldu. 1971’de Türkiye’ye döndü ve Hacettepe Üniversitesi’nde asistan oldu. Aynı yıl, Roma Üniversitesi Felsefe Enstitüsü’nden doktor ünvanı aldı. 1972’de Hacettepe’de öğretim görevliliğine atandı. İkinci doktorasını da bu okulda tamamladı. 1973’de ikinci oğulları Kemal doğdu. 1977’de, Sanatın Öyküsü çevirisi ile TDK tarafından verilen çeviri ödülünü aldı. Aynı yıl TDK’ya üye oldu ve doçentlik ünvanı aldı. Edebiyat ve sanat dünyasında önemli bir yer edinen Cömert, hem kot pantolonlu, mavi vosvoslu imajı ile hem de bilgisi ve alçakgönüllüğü ile öğrencilerin de en sevdiği hocalardan biri oldu. “Sağ-sol olayları”nın en ağır şekilde yaşanmaya başladığı 1978’de, kendisinin de aralarında olduğu bazı akademisyenlere, onlar gibi düşünmeyenler tarafından, “Beytepe’den tabutlar çıkacak” yazılı bir tehdit mektubu gönderildi. Bu olayın araştırılması için oluşturulan komisyonda yer aldı. Kısa bir süre sonra öldürüldüğünde henüz 38 yaşındaydı. Eşi ile birlikte mavi vosvoslarıyla işlerine giderken, önlerini kesen arabadan inen iki kişi, çapraz ateş sonucu öldürdü Bedrettin Cömert’i. Onun gibi düşünmeyen, hatta muhtemelen hiç düşünmeyen, düşünen insanları da sevmeyen iki kişi ve arkalarındaki onlarca, yüzlerce, binlerce kişi. Aynı saldırıda ağır yaralanmasına rağmen bir süre sonra hayata dönen eşi Maria ve çocukları, her gün polis eşliğinde gittiler işe, okula. Tehditlerle, polis korumasında geçen bir yılın sonunda da önce Fransa’ya, sonra da İtalya’ya taşınmak zorunda kaldılar. Oğlu, geçtiğimiz yıl verdiği röportajda Türkçe’yi tamamen unuttuğu için, babasının şiirlerini okuyamamaktan dert yanıyordu…

İşte Türkiye’de sanatın öyküsü buydu. Sanatın, mimarlığın, tasarımın, edebiyatın, yaşamın öyküsü. 1978’de de buydu, aradan geçen onca yıla rağmen, 2015’te de bu.


Bedrettin Cömert ve eşi Maria Augostino

Uğur Mumcu, Bedrettin Cömert’in ardından şunları yazmıştı: “İlerici, devrimci, namuslu, kendi halinde, sessiz, çalımsız, gösterişsiz bir aydındı Cömert… Böyle insana nasıl kıyılır? (…) Bu kan seline basa basa, bu kurbanların cesetlerini çiğneye çiğneye iktidar olmak isteyenler varsa, Allah kahretsin onları!”

EK 01: Bedrettin Cömert ve öldürülmesi hakkında daha detaylı bilgiye aşağıdaki kaynaklardan ve linklerden ulaşabilirsiniz:

EK02: Uğur Mumcu’nun, 12 Temmuz 1978’de, Cumhuriyet Gazetesi’nde yayımlanan Bedrettin Cömert yazısının tamamı için:

EK 03: Sanatın Öyküsü kitabının çevirmenlerinin değişmesi hakkında, yakın zamanda yaşanan tartışmalar için:

Etiketler

Bir yanıt yazın