“Mardin Bienali İçin Öncelikle Hayalim: Türkiye Şartlarında Bienalin Gerçekleşmesi”

Süper Kent Mardin dosyamız kapsamında Mardin Bienali küratörü Döne Otyam ile kısa bir söyleşi yaptık. Kendisine Mardin Bienali'nin öyküsünü ve geleceğini sorduk.

Ezgi Can Cengiz: Mardin Bienali nasıl başladı ve nereye evrildi? Bize kısaca bienalin öyküsünü anlatabilir misiniz?

Döne Otyam: Ben bu bölgeye daha çocukken, yaklaşık 40 yıl önce, yapacağı bir röportaj için babam Fikret Otyam’la beraber gitmiştim. Biz üç kardeş hep güneydoğu ve doğu hikâyeleriyle, meseleleriyle büyüdük. Çocuk kitapları yerine o bölgeyi anlatan kitaplarla yetiştim. Babamdan o virüs geçmişti bir kere. Hiçbir zaman bağımızı koparamadık. Bir süre GAP İdaresi’nde çalıştım. O dönemlerde ise çok sık bölgeye gitme ve çalışma şansını yakaladım. Tuhaf bir bağ, tuhaf bir düşkünlük bu. Gerçekten tarif edemiyorum. Herkesin buraları tanımasını, görmesini, yaşamasını görev edindim sanki uzun bir süredir. Mardin Valiliği ve GAP İdaresi Başkanlığı bana Mardin’de bir sergi yapmamı önerdiğinde bir kez daha bölge için çalışma fırsatım doğdu.

Sanatçı dostum Prof. Ferhat Özgür’le oraya bir sergi için plan yaptığımızda şimdi anlıyorum ki büyük bir cesaret göstermişiz. Aslında pek de bilmediğiniz bir kentte, kimseyi tanımadan… 2009 yılında daha sonra bienale dönüşecek, bir tür hazırlık sergisi diyebileceğimiz “Davetinizi Aldım, Teşekkürler” sergisini gerçekleştirdik. Gerçekten çok ilginç bir deneyimdi. Bu süreçte aynı zamanda Mardin’in yerel dinamiklerinin gelişimi ve onlarla bir araya gelmem de benim için önemli bir şans olmuştu. Örneğin Mardin Sinema Derneği kendi spesifik alanlarında oldukça başarılı oldukları kadar bir yandan da sanat şemsiyesi altında olduklarından benim yanımda olabilmekte ve bana destek olabilmekteydiler. Hep derim: “Onlar olmasaydı devam etmemiz mümkün değildi.” Ve akabinde 2010 yılında küratörlüğünü benim yaptığım, konseptini Ayşegül Sönmez’in yazdığı 1. Mardin Bienali, Abbara Kadabra’yla başladık.

Sizin rolünüz nedir bienaldeki?
Yıllardır Mardin’i, Mardinliler’i, mekanları ve imkanları tanımak için birçok organizasyon vesile olmuştu. Aşağı yukarı on beş yıllık bir süreden söz ediyorum. Bu süreçte ben de kentin coğrafi, kültürel ve toplumsal niteliklerini daha da fazla yakından tanımaya başlamıştım. GAP İdaresinde daha önce çalışmam ve sonrasında gelen teklif Bienalin kıvılcımı oldu. Küratörlüğünü yaptığım 1. Mardin Bienali’nden sonra artık genel koordinasyonu yapıyorum. Bu deneyim paylaşımını oluştururken en büyük avantajım; benim zaten yörenin içerisinde var olmam ve Mardin’i, Mardinliler’i tanımam ve burada uzun süre geçirmem. Yöre halkıyla olan bu dostluğumun yanında Mardin Sinema Derneği’yle birlikte halkın da desteği bu tarz bir projeyi rahatlıkla realize etmenizi sağlıyor. Adım adım inşa edilen bu süreçte artık kalifiye çalışanlar da size katılıyorlar ve ortaya bilindik anlamda daha profesyonel – ama asla o “amatör” ruhu kaybetmeden – bir yapı çıkıyor. Marangozlar, elektrikçiler, lokantacılar, taksiciler de sizinle birlikte projenizi sahipleniyorlar. Bu aracılığı yapmam da bienalin küratörlerine, sanatçılara kolaylık oluyor.

Bienal küratörü olarak, gerçekleştiği şehir (hatta daha geniş bakacak olursak coğrafya) ile bienalin içeriği arasında nasıl bir ilişki kuruyorsunuz? Neler alıp veriyorlar birbirlerine?
Mardin’de başlı başına tarihi, mimari ve fiziki coğrafya açısından sunduğu olağanüstü peyzajda o kadar çok konu bulunuyor ki… Bu bağ neredeyse kendiliğinden kuruluyor. Merkez dışında olarak “alternatif kültür tarihinin” bir parçası olarak görülmesi gereken Mardin Bienali, farklı bir “bellek” yaratıyor bu anlamda. Birinci bienalde oranın önemli özelliklerinden olan Abbara’lardan yola çıktık. 2. bienalde ikinci bakış dedik. En basit anlatımla geçtiğiniz yerlere bir ikinci bakış atmayı önerdik. Mardin’de o kadar çok doğal enstalasyon diyebileceğimiz mekanlar, dükkanlar var ki… Bu dükkanları mekan olarak kullandık. 3. bienalde ise “Mitolojiler” diyerek ve kolektif yapılan, küratörsüz model denedik. Mardin’de yaşamı şiirselleştirmeyi ve sadece kadim mitolojiler ve o inançların sürdürülmesini değil, “bireysel mitolojileri” de işlemeyi sürdüren yerel unsurların varlığıyla bu bienali Mardin’in tarihi ve kültürünü sunacak bir festival havasında kurguladık. En önemsediğimiz unsurlardan birisi de hem kolektifimizde hem de sanatçılarımızın arasında “esnaf ve sanatkârların” da yer almasıydı. Böylece bir sergi dekorunun aksine, her bir unsurunun eşit olarak söz hakkının olduğu bir model denedik ve bu bağı ve alışverişi kurmak inanılmaz anlamlı oldu. Bir “şölen” gibi, sanatçıların/halkın kısaca herkesin hayal dünyalarının karşılaşmasına vesile olan bir düşsel “deneyim alanı” sunmak hem bizleri hem de Mardinlileri mutlu etti.

En son 2015 yılında 3. bienal yapıldı. Mardin Bienali’ni yapılmasına olanak veren koşullar nelerdi? 2015’ten bu yana bu koşullar ne gibi değişiklikler oldu?
Bir sergi teklifiyle başlayan bir projenin bienale dönüşmesinde elbette bizim katkımız oldu ancak GAP İdaresi’nin öngörülü desteğiyle bu koşular oluştu. Zor bir coğrafyada Mardin, 2009’da ilk sergimizi, 1. ve 2. bienali yaptığımız dönemde GAP İdaresi’nin desteği bizlerin çalışma ortamına katkısı büyüktü. 3. bienal artık kendi kanatlarımızla uçma vaktiydi. Hem maddi hem de coğrafyadaki koşullardan dolayı epey yıprandık. 2014’de Kobani olaylarından dolayı açılışa 10 gün kala 3. bienali erteledik ve 2015 Mayıs ayında çok zor şartlarda ama çok da anlamlı bir bienal gerçekleştirdik. Bu 8 yıllık süreçte koşullarımız olumsuz olarak çok değişti ama bienal anlamında da daha ses getiren işler yaptık. Özel sponsorlarla yürütebildiğimiz bu süreç fazlasıyla özveriliydi ve organizasyonda yer alan arkadaşlarımın ve sanatçıların bu özverisiyle süreci rahatlıkla atlattık. Şimdilerde 2018 Mayıs’ında yapacağımız 4. bienale çalışıyoruz. Yine aynı özveriyle 4. bienali başaracağımıza olan inancım hiç azalmadı.

Mardinliler bienale ne kadar dahil oluyorlar, hem izleyici olarak hem de katılımcı olarak? Bu soruyu herhangi başka bir bienal için de sorabiliriz tabii; fakat sizin bunun için geliştirdiğiniz stratejiler var mı, onu merak ediyorum?
Birinci bienalden bugüne olumlu anlamda büyük fark var. Koşullarımız gerilese de bu farkı yaşamak bizi çok daha güçlendiriyor. Kullandığımız mekanlardan dolayı yavaş yavaş sızmıştık Mardinliler’in içine. Ancak şimdilerde bekler oldular. 3. bienalde sadece sanatçıların değil zanaatkârların da katılımı bu aşamayı çok daha destekledi. Hep birlikteyiz ve gerçekten hep birlikte yapıyoruz. Ancak bunu bir strateji olarak asla yapmadık. Orada deneyim kazandıkça doğal olarak biz de buna yönleniyoruz.

Mardin Bienali’ni dünyayı saran bienaller ağının içinde bir yere yerleşiyor mu sizin için?
Umuyorum o günleri de göreceğiz. Bulunduğumuz koşullarda bir avuç insanla bu zamana kadar geldik. Uluslararası ve ulusal çok önemli sanatçılar katıldı bienale. Bundan gerçekten büyük onur duyuyorum. Özellikle farkında olmayanlarla bir “ikinci bakış” yapabilirsek olmaması için neden yok…

Gelecek bienal için planlarınız ve hayalleriniz neler?
Bienal için öncelikle hayalim Türkiye şartlarında bienalin gerçekleşmesi. Bir bilinmezde çalışıyoruz. Genel anlamda ise elbette az evvel söz ettiğim gibi uluslararası platformda hak ettiği yere gelmesi hem bienalin hem Mardin’in…

Döne Hanım, söyleşi için çok teşekkür ederiz.

Etiketler

3 yorum

  • ahmet-turan-koksal says:

    İşte değerlimis Panton Sandelyesi için değerli bir yazı.

    Not: Acilen Cemal Çobanoğlu’nun Arkitera’ya yazması yasaklanmalı. Keza bizim yazdıklarımı çok sönük kalıyor.

    Tebrikler ve devamını bekliyoruz.

  • ahmet-turan-koksal says:

    Belirtmeden geçemeyeceğim, bu obje tek başına o kadar kıvrımlara ve parlak malzemeyle öyle kibar bir hale bürünür ki, harici render motorlarının en çok tercih edilenlerinden VRay, bütün öğretim dokümanlarından örnek olarak bu tasarımı kullanır. Render alırken bile doğru seçimdir yani.

  • cemal-cobanoglu says:

    Ahmet Bey çok teşekkürler; ve de estafurullah 🙂

Bir yanıt yazın