Avanos Köprüsü’nü Keşke İnşa Edebilseydik

Süper Kent Kapadokya dosyası kapsamında Avanos Belediyesi Eski Başkanı Mustafa Körükcü ile bölgenin sorunları ve yapılamamış projeleri hakkında konuştuk.

Avanos, Kapadokya bölgesinde Kızılırmak kenarında yer alan, turizmde son dönemde geri planda kalsa da sahip olduğu tarihi, kültürel kimliğiyle önemli bir ilçe. Bölgeye özel “korunma” sorunlarının yanı sıra, tarım alanına yapılan ikinci konut yerleşimi ve en önemlisi 2013 yılında açılan “Avanos’un Yeni Köprüsü ve Çevresi Mimari Proje Yarışması” sonrası inşa edilemeyen köprüsüyle mimarlık tartışmalarının gündeminde yer alıyor.

Kapadokya mimarlarından Aslı Özbay’ın eşliğinde, bize zaman ayıran Avanos Belediyesi Eski Başkanı Mustafa Körükcü’yle yerel yönetimlerin işleyişini, devletin diğer kurumlarının süreçlere nasıl dahil olduğunu, bölgenin sorunlarını ve belediye başkanlığı dönemindeki “keşke”lerini konuştuk.

Bölgenin en önemli geçim kaynağı olan turizmin içerisinde barındırdığı sıkıntılarla başladı konuşmamız. Turistlerin fiyatları yüksek bulduğu, ama aslında yerel halkın acentalara maliyetinin altında fiyatlar verdiği ve rekabet denetiminin olmadığı bu bölgede karşılaşılan sorunların en büyük nedeninin yanlış ticari yöntemler olduğunu söyleyen Körükcü’yle sohbetimiz şöyle devam etti. Keyifli okumalar… 

Düşük fiyatlı turizm yapısının nedeni aslında bizim bölgeyi koruyamıyor olmamız belki de. Mesela Avrupa’da turizm bu şekilde işlemiyor. Gittiğiniz zaman; en kötü odaya 250 Euro veriyorsunuz ama dışarı çıktığınızda çok iyi korunmuş, muazzam bir dünyayla karşılaşıyorsunuz. Buradaki en büyük problem, bizim tam tersini yapmaya çalışmamız. Korunamayan bir çevrede turizmi otel odalarından kazanılan paraya indirgemek. Siz de bu korunamamanın ızdırabını yaşamış Avanos’un eski belediye başkanısınız. Bir yanda koruma zorunluluğu var, bir yanda da Koruma Kurulu’nun hareket kabiliyetini zaman zaman yavaşlattığı işleyişi ile ilgili sorunlar var. Belediye Başkanı olduğunuz dönemde karşılaştığınız problemleri, kısacası bölgenin problemlerini anlatır mısınız? 

Mustafa Körükcü: Biz dünyada eşi benzeri olmayan bir bölgede yaşıyoruz. Ama buranın kendini ifade edebilmesi, tanıtabilmesi için yapılması gereken asgari yatırımlar sadece özel sektöre terk edilmiş gibi görünüyor. Yani devlet kendi üzerine düşen ve yapması gereken yatırımları bütün bölge bazında yapmıyor. Örneğin; hiçbir özelliği olmayan Amerika’da köyün ortasında bir Las Vegas yaratılıyor ya da, Paris’te, Tokyo’da Disneyland’ler kurulup o bölgelere özel milyonlarca ziyaretçi üretilebiliyor, hiç yoktan çok büyük bir ekonomi oluşturulabiliyor. Biz ise zaten elimizde olan, Allah’ın bize bahşettiği eşi benzeri olmayan bu coğrafyayı asgari düzeyde planlama bile yapamayarak değerlendiremiyoruz.

Bir harcama yapmaktan bahsetmiyorum. Bu bölgenin değerini nasıl görünür kılıp satabilirim kısmına ilişkin bir tasarı bile yok ortada. Yani planlama, projelendirme aşaması dahi yok; nerede oraya yatırım yapmak, nerede oraya kaynak aktarmak… O yüzden önce buranın bölge bazında değerlendirilmesi lazım. Aksaray, Ihlara Vadisi’nden alınarak; Derinkuyu, Kaymaklı yeraltı şehirleri ve Uçhisar, Ortahisar, Göreme, Avanos, Ürgüp bölgesi merkeze konulacak şekilde bir planlamanın yapılması lazım. Yani öncelikle ne yapılacağına karar verilmesi gerek. Ben bunu dahi yapıldığı düşüncesinde değilim.

Sonra da devlet buraya altyapı anlamında bir kaynak aktarmalı. Bu 50 milyon dolar olur, 100 milyon dolar olur, 200 milyon dolar olur; ama bilelim ki ne kadar yatırırsa yatırsın, o para en fazla iki üç yıl içerisinde yine devlete geri döner. Turizm Bakanlığı’nı baz alarak söylüyorum, devlet bu konuda hiçbir tasarıya sahip değil ve aynı zamanda kaynak aktarmak niyetinde de değil. Özel sektör, el yordamıyla kendi işine geldiği şekliyle bir takım şeyler yapmaya çalışıyor ama bu da yeri geldiğinde bir takım dağınıklıkların olmasına sebep oluyor. Çünkü ticaret işin içerisinde olduğu için turizme ve korunmaya farklı bakıyor. Ortada bir plan olmadığı için de bölgeye müdahale eden özel sektör kendini konumlandıramıyor. En önemli sorunlardan biri bu.

“Öyle bir üçgenin içerisinde ki iş yapmak isteyen insanlar, birinden kendilerini kurtarırlarsa öbür ağa takılıyorlar, öbüründen kurtarırlarsa diğerine takılıyorlar.”

Dediğiniz gibi, 35 yıldır bu bölge için bir master plan yapılamıyor. Ama, Turizm Bakanlığı 25 binlik planları onaylamış deniyor şimdi.

Duyduk ama görmedik. Parça parça koruma amaçlı imar planları onaylanıyor ama. Mesela en son Ürgüp onaylandı. Uçhisar da ya onaylandı sanırım, Göreme de ya onaylanmak üzere ya da askıya çıktı. Ama neticede hepsinin gidip dayandığı nokta bence şu: bunu dert edip baştan sona götüren bir üst akıl yok.

Bu memur yaklaşımıyla, memur mantığıyla olmaz. Turizm Bakanlığı’na bugün A şahsı geliyor 2 yıl ömrü oluyor, o esnada bir şeyler yapmaya gayret ediyor, bitiremiyor, o gidiyor, arkadan gelen baştan alıyor. Bu sürekli kendini tekrar eden ve bir türlü sonuca ulaşmayan bir süreç. İş uzadıkça uzuyor bir yılan hikayesine dönüyor ve işte 30 yılda bitmeyen master planlar, 20 yılda bitmeyen 1/25 bin planlar, üst ölçekli, alt ölçekli planlar ve sadece ve sadece bu işlerin sözü ve sohbeti… İcraata ilişkin, neticeye ilişkin ortada hiçbir şey yok. En büyük dertlerimizden bir tanesi bu.

Tabi bunun bir başka boyutu da Koruma Kurulu’ndan kaynaklanan sıkıntılar. Ne kadar iyi niyetli olduklarını düşünürsek düşünelim – ki düşünelim, en azından çalışma hızlarıyla ilgili ciddi sorunlarımız var. Haftada bir gün, iki gün, en fazla üç gün gelerek buradaki imar konularını, koruma alanında yapılacak çalışmaları halletmeleri mümkün değil. Şu anda ellerinde tahminen 150-200 civarında dosya vardır diye tahmin ediyorum. Peki yatırımcı? “Yatırımcı” dünyanın en nazik, en hassas insanlarıdır. Ondaki o enerji, o motivasyon, o istek bir kez kaybolursa onu bir daha o bölgeye getirmek, çekmek mümkün olmaz. Bu da ancak özel sektörün hızına yetişebilmekle mümkün olur. Adam bir bölgeye 3 milyon Dolar para yatıracaktır, bunun için kendisine 1 yıl süre tanımıştır, siz onu sırf plan aşamasında 2 yıla yayarsanız; o da der ki “Benim ne mecburiyetim var, buraya yapacağıma Akdeniz’e yatırım yaparım, İstanbul’a yaparım, Denizli’ye yaparım” der. Bölgemize ilişkin Koruma Kurulları maalesef çok yavaş çalışıyorlar ve özel sektörün hızına yetişemiyorlar ve bu da yatırımcıların istek ve motivasyonlarını öldürüyor.

Bir başka konu ise şu çok başlılık konusu: İşin bir ucunda Turizm Bakanlığı ve buradaki taşra teşkilatı olan müdürlüğü, bir tarafında imarla ilgili konularda belediye, bir tarafında da koruma kurulu ve sit alanlarıyla ilgili olarak da koruma kurulu müdürlükleri var. Öyle bir üçgenin içerisinde ki iş yapmak isteyen insanlar, birinden kendilerini kurtarırlarsa öbür ağa takılıyorlar, öbüründen kurtarırlarsa diğerine takılıyorlar. Artık bunları koordine edecek bir üst yapılanma mı olur yoksa yetki tek elde mi toplanır bilmiyorum ama bizim hep şikayet ettiğimiz, bir türlü bir neticeye ulaşamadığımız konulardan bir tanesi buydu.

Bir de bazı algıların değişmesi gerek. Örneğin; yatırım yapmak isteyen yatırımcının mutlaka tahrip etmeye, orayı harap etmeye, bozmaya niyetliymiş olduğu ön yargısı mevcut. Kurulla yatırımcı iki karşı cephe gibi algılanıyor. Birisi Kapadokya’yı korumaya çalışan bir kurum, öbürü de orayı tahrip ederek sadece ve sadece rant sağlamaya çalışan bir grup. Bu ön yargının da taraflar arasında yıkılması gerektiğini düşünüyorum.

“İnsanı yoran, enerjisini tüketen, bir devlet süreci, bir mekanizma, bir bürokrasi çarkı var ve iflahımızı kesiyor. Devlet kesinlikle ve kesinlikle özel sektörün hızına yetişemiyor.”

Son olarak da imar planları meselesi var. Hala biz 1/1000, 1/5000 imar planlarıyla uğraşıyoruz. Ben 10 yıl uğraştım ömrüm vefa etmedi, şu anda hala devam ediyor. Örneğin, demin 3 tane kurum saydım, bir de Devlet Su İşleri var. DSİ İl Bölge Müdürlüğü Kızılırmak kenarında taşkın riski sebebiyle 1/1000 ile 1/5000 planlarımızın yapılmasına olanak sağlayacak görüşü bir türlü vermiyor. Yarışma düzenleyerek bir köprü yapmaya kalktık; konuyu Devlet Su İşleri’yle henüz oturup konuşacak düzeye getiremedik. Niye? Köprünün ayaklarını koyacağımız yer taşkın sahasında mıdır, değil midir daha buna karar verebilmiş değiliz. Hem de tüm planlamaları, projelendirmeleri yaptığımız halde. Yani insanı yoran, enerjisini tüketen, bir devlet süreci, bir mekanizma, bir bürokrasi çarkı var ve iflahımızı kesiyor. Devlet kesinlikle ve kesinlikle özel sektörün hızına yetişemiyor.

Peki, daha küçük ölçekli projelere gelirsek, sonuçta siz burada bir sürü mimarla birlikte çalıştınız, Kurul’dan geçen projeleriniz uygulandı vs. Süreç sonunda ortaya çıkan ürünün tatminkarlığı konusunda ne düşünüyorsunuz? Yani uygulamada yetkinlik söz konusu mu? Nasıl deneyimleriniz oldu?

Burada bence iki tane önemli nokta var: Bir tanesi, koruma alanı içerisinde kullanılan mekanların ister konut olsun, ister turizm işletmesi olsun, bir kültürel varlık, bir değer olduğu konusunun bizde millet olarak yer etmesi lazım. Eski Avanos’ta nereden baksak aşağı yukarı 200-250 yıllık yapılar mevcut. Vatandaşın kendisine bıraksak yeni yapılaşmanın olduğu yerlerdeki gibi o eski yapıları bir apartmana dönüştürmekte bir sakınca görmeyecek. Bir kere o koruma bilincinin oturması lazım.

İkincisi; diyelim ki o bilince ulaştı, Koruma Kurulu’ndan da planlar geçti, uygulama aşamasına geldiğinde de karşımıza çıkan en önemli sorun, nitelikli iş gücü ve teknik hizmet. Bunun içerisine mimarından işçisine kadar herkes girer. Orada da büyük bir yetersizliğin olduğu ortada. Planda olduğu şekliyle uygulama konusunda da sıkıntılar yaşıyoruz. Onun da sebebi teknik konudaki eksiklikler, ve özellikle Orta Anadolu’da, henüz İstanbul’daki Ankara’daki İzmir’deki gibi nitelikli iş gücünün ya da bilgi birikiminin olmayışı.

Avanos, etrafındaki eski tarım alanlarının en yoğun olarak imara açıldığı yerleşimlerden biri. Bu anlayış her yerde var ama, nehrin öteki tarafındaki ikinci konutlar, “eskiyi bırakalım, dışarıda yapılanalım” anlayışının bir devamı. 10 yıllık görevinizden sonra geriye dönüp baktığınızda bu anlayışa dair yaklaşımınız nedir?

Kapadokya bölgesi, sessizliği, sükuneti, doğa harikası olması nedeniyle artık cazip bir yer haline geldi. Eskiden bu bölgeye yerleşmiş ama göçmüş olan insanlar geri dönmeye başladılar ya da daha sakin bir ortamda yaşamak isteyenler başka şehirlerden bu tarafa doğru göç ediyorlar. Bu özellikle konut sayısında ciddi bir yetersizliğe sebebiyet verdi. İnsanlar hem peri bacalarına yakın, hem de yapılaşma doğaya uygun olsun ve tarım alanlarını, çevreyi çok tahrip etmesin istiyor. Öte yandan da artan bir ilgi var. Dolayısıyla imara açılan bölgeler oldu ancak ben bu konuda çok karamsar değilim şu an için. Bir parça genişledik ama hala kontrol altında.


2009 yılından bir görüntü, nehrin karşısı Avanos eski yerleşim

Örneğin Avanos için şu son yapıları hariç tutarsak diğer yerleşmelerin hiçbirinde aslında imar izni yok. Sit alanı içerisindeki yapılaşmalara geçmişte ruhsat verilmiş olmasına rağmen daha sonra o ruhsatlar iptal edildi. O anlamda olumlu bir noktadayız. Mühim olan şey şu; bu noktada tutabilmek. Yeni yerlerin açılmasına müsaade etmemek. Peki bölgeye gelmek isteyen insanların konut açığını nasıl gidereceğiz? Turizm bölgesi olmayan yerler var. Nevşehir merkez örneğin, turizm alanı dışında kalıyor. Bu konutlar, yeni yapılaşmalar burada yapılabilir.

Korumaya yönelik yapılabilecek şey, mevcudun korunması öncelikle. İkinci olarak da yeni yapılaşmaların Nevşehir merkezde yapılmasına ön ayak olunması. Diğer bölgelerde yeni imar alanlarının açılmaması. Açılmış olanların da Koruma Kurulu’yla temas halinde, eskisine sadık kalınarak restore edilmesi ve eski uygulamalara devam edilmesi.

“Yapılan mimarinin belki de uzun toplantılarda tartışılması ve tarafların – mimarların, mühendislerin, devletin, vatandaşın – mutlaka görüşleri alınması gerek.”

Peki Ürgüp’te yapılan TOKİ’lere ne diyorsunuz?

İyi değil. Bir kere apartman anlayışında, sosyal konut anlayışında yapılmış yapılar. Bizim artık bunu aşmamız lazım. TOKİ’ye karşı olunmamalı ama nasıl yapıldığı ve nasıl uygulandığı çok önemli. Yapılan mimarinin belki de uzun toplantılarda tartışılması ve tarafların – mimarların, mühendislerin, devletin, vatandaşın – mutlaka görüşleri alınması gerek. Yapılan yapıları ortadan kaldırmak 50, 100 yılınızı alır, bu nedenle bir yıl, iki yıl tartışmaktan çekinmemeli.

Bu tartışmaları yaparken de, derli toplu değerlendirilip her şeyin konuşulması lazım. Bir kere yüksek yapılar olmamalı; blok, büyük ve cüsseli yapılar olmamalı; ve Türk toplumununun kullanımına uygun olmayan 70, 80 m2‘lik dairelere sahip olmamalı. Sosyal konutlar, doğu blok ülkelerinin bile terk ettiği bir anlayışa sahip. Şu anki durumu biliyorum ama sanırım 900 küsür civarında konut var orada, eğer vatandaş çok sıkıntıda değilse, belli bir gelir grubunun altında değilse memnun değil. “Böyle olacağını bilsek buraya başvuruda bulunmazdık” diyorlar. TOKİ sadece buranın değil, Türkiye’nin bir meselesi. Ama bu bölgede özellikle dikkat edilmeli, biraz harcama yapmaktan çekinilmemeli. Bu bölge, bize miras kalan ender bir coğrafya, yani bu kadarına da katlanmalıyız mali anlamda diye düşünüyorum. Bu nedenle yapılar çok da uyumlu değil.

“En önemlisi köprü, keşke yetiştirebilseydik.”

Peki 10 yıllık Avanos yönetiminin arkasından, keşke dediğiniz kentsel ölçekli projeleriniz var mı?

Tabii ki var. En önemlisi köprü, keşke yetiştirebilseydik. Yeni belediye başkanı mevcut köprüyü genişletmeyi düşünüyor. Halbuki zamanında onun genişletilemeyeceğinin altı ısrarla çizilerek vurgulanmıştı. 2. köprüye ihtiyaç yok diyorlar şimdi, ama “2 otobüs yanyana geçemiyor, yeni bir köprüye ihtiyacımız var” diyorlardı. Keşke yetiştirebilseydik.


Avanosun Yeni Köprüsü ve Çevresi Mimari Proje Yarışması, 1. Ödül, Kolektif Mimarlar

Onun dışında, artan konut ihtiyacı var.  Sayılardan ziyade nitelik üzerinde odaklanarak, bölgeye uyumlu, herkesin onayından geçmiş bir TOKİ uygulaması yapabilmeyi isterdim.

Konut dışında, bir de tabii “Kanal Avanos” projemiz vardı. Devlet Su İşleri’nde projelendirmiştik, 30 metre genişliğinde ikinci bir kanal açarak şu anda Sur Balık, Mado ve Gondol’un bulunduğu yeri adaya dönüştürecektik. Kanal İstanbul’dan ilham alarak ismini koymuştuk. Proje tamamlandı, bitti ama onu uygulayacak ne siyasi istek ne de irade var şu anda. Çok maliyetli olduğu için, bürokratik engeller çıkacak kaygısıyla o işe girişmekten çekiniyorlar. Eğer yapılsaydı, 1/1000 ve 1/5000 planların onayı konusunda Devlet Su İşleri’nin çekincesi de ortadan kalkacaktı bence. 

Kıyıda şu anda bulunan işletmeler olmadan önceki halini, Avanos’un eski günlerini bilirsiniz. Perişandı o bölge, şimdi bir yaşam alanı açıldı orada. Suyun etrafında yer alan tek bölge, insanlar mesire alanı gibi de kullanıyorlar orayı. Teknik olarak da risk teşkil eden kısmının kanal yapılması suretiyle o bahsettiğim planlara uygun hale gelebilirdi. 


Avanos, Kızılırmak

Bir dördüncü de belki, mevcut belediyenin binasının yıkılması, orada sahilin halk kullanımına açılması ve Kız Meslek Lisesi’nin yanındaki arazide yer altı otoparkıyla birlikte şık bir belediye binası. Aynı zamanda belediyenin etrafında da ticari alanlar yaratacak, kıyıyı rahatlatacaktım. Bu saydıklarım zaten seçim döneminde vaat ettiğim işlerdi. Tüm kaynaklarımızı da belirlemiştik. Bakanımız Lütfi Elvan, yapılacak köprü için seçimlerden sonra 5 milyon Lira’nız hazır demişti, örneğin. Şimdi ise durum çok farklı. Çok fazla istimlak gerekiyor, kaynağımız yok diyorlar. Halbuki tüm planlamalar yapılmıştı, bahsedildiği gibi de çok istimlak alanı yok o hatta. 

Bu bahsettiğim dört projeyi yapabilseydim, Avanos’un önü açılırdı. Daha fazlası da vardı tabii, ırmak kenarı ıslahı, aydınlatma projeleri vs…

Avanos Kızılırmak kenarı ile ilgili böyle bir süreç yaşandı gerçekten. Irmak kenarında ufak ufak meyhaneler vardı ama kıyı kullanılamıyordu halk tarafından. Bütün bir kıyı boyunca rehabilitasyon ve peyzaj çalışması yapıldı. Kaçak olan meyhaneler o dönemde yıkıldı, hatta AKP’li belediye içkiye karşı diye ağır bir muhalefetle karşı karşıya kalındı. Ama sonra yine içkili mekanlar yapıldı yine ırmak kenarına. Daha yüksek nitelikli Sur Balık, Mado, Gondol gibi restoranlar yapıldı ve kıyı boydan boya kullanılır halde geldi. Şu anda hakikaten Avanos nehir kıyısıyla buluştu. Bu çok önemli bir çalışmaydı. Orada yeni icraatlar ne olacak bilmiyoruz.

Yeni belediyenin bu konuda başarılı adımlar atacağını sanmıyorum. Örneğin, bizim kültür sanat etkinliklerimiz vardı ama gelir gelmez o etkinlikleri kaldırdılar. Ben sol görüşlü insanların sanata hassasiyetlerini hep takdir etmişimdir, neden kaldırdıklarını anlayamadım. Yazarlarla buluşuyorduk, konserler, festivaller düzenliyorduk. Neden kaldırdınız dediğimde söyledikleri bu işin mali yükünü kaldıramayacaklarıydı. Bu etkinlikleri biz zaten belediye olarak yapmıyorduk ki, sponsorlarımız vardı. Hatta 2014 yılının bütün programları hazırlanmış, rezervasyonlar yapılmıştı. Onları bile iptal ettiler. Bu yaklaşım 1960’lı, 70’li yılların anlayışı. Kum ocağımız vardı, o da kapandı. Yılda 5 trilyon Lira gelirimiz oluyordu oradan.

Kendi başıma kalsam 3 ayda alacağım mesafeyi onunla görüşmelerim sayesinde bazen bir günde aldığım oldu.

Neden kapandı?

Ruhsat için zamanında müracaat edilmedi, prosedür tamamlanmadı falan. Bu bizim şahsi derdimiz değil ki, memleket için uğraşıyoruz. En ufak takıldığınız yer olursa, bana danışabilirsiniz dedim, ama temas kuramadım. Sonuçta ben de belediye başkanı olduğumda, benden önceki başkanla 4-5 defa görüştüm. Kendi başıma kalsam 3 ayda alacağım mesafeyi onunla görüşmelerim sayesinde bazen bir günde aldığım oldu. Haber de gönderdim ama geri dönmediler.

Avanos kişisel bir mevzu değil ki. Bakın, kum ocağı kapandı, işçiler çıkarıldı, kasada para yok şimdi de. Dünyanın en güzel, en müthiş fikirlerine sahip ol, kaynak olmadıktan sonra hiçbir anlamı yok. Halk da aynısını düşünüyor bence. Artık sadece mevcudun korunması, çimlerin biçilmesini, ağaçların zamanında sulanması ve çöplerin toplanmasını istiyor sadece. Objektif değil miyim kaygısı taşıyorum bazen ama ne yazık ki bu böyle. 

Geçtiğimiz seçimde konjonktür gereği sol tandansın kuvvetli olduğu Avanos’ta ÖDP ve CHP’ye oy verenlerin birleşmesi sonucu kaybettik. Sadece 7 oy farkla, oy oranımızı %33’ten %40’a çıkararak. Siyasi tarafına giriyorum belki konunun ama şunu söylemek istiyorum; verdiğimiz kararların, ortaya çıkan sonuçların hayatlarımıza yansıması olacak ve bunların hepsi belleklerde yer edecek. Bir dönem daha kalsaydık Türkiye’de bahsi geçen ilçelerden biri olacaktı Avanos. Bence tarihi bir fırsat kaçtı.

Bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.

Etiketler

2 yorum

  • azmi-acikdil says:

    Bu yerlere bi Ömer daha gitmişti karıştırmış olabilirim hatta üç ayda bir gidiyordu gurme fotoğraflarından anladığım. O Ömer bu Ömer olmasa gerek. Çünkü gitmek isteyecek kadar özendiren güzel fotoğraflar ile bu yerleri o Ömer hiç anlatmamıştı.

    Uzun aralıklar ile bir kaç defa gittim. Ama kısa zamanda demeyeyim bu mevsim ayaz olur oralar baharda inşallah bir daha gitmek istiyorum.

    Bizim Ege bölgesinde Manisa;nın Kula;sında da topoğrafik özelliği olan UNESCO belgeli bi jeoparkımız var Türkiye;nin ilk jeoparkı. Şimdi bu bölgede ilgi çekmeye başladı ve turların güzergahına rotasına girdi. Adına Kuladokya demeye başlamışlar. Ben pek tutmadım beğenmedim bu ismi. Kapadokya;nın üstüne başka bir dokya tanımadığım gibi Kula jeoparkının üstüne de başka bir Katakakeumene tanımam.
    Bizim ki yakıştırmak isteseniz de durmaz söylemesi bile zor bir kaç söylemeden sonra telaffuz edilebiliyor, İşte o zamanda akılda kalıyor. KATAKEKAUMENE=YANIK ÜLKE.

  • azmi-acikdil says:

    Her iki Ömer arkadaş ve kardeşlerim kusura bakmasınlar mimari ortamda böyle daha samimi olunuyor diye ismen hitap ettim. Ne de olsa Arkitera biz mimarların dost ortamı.

Bir yanıt yazın