Girizgah

Adı Asimetrik Paralel olan bu köşede düşüncelerimizi paylaşma özgürlüğümüzü, aidiyet duygusu taşıdığımız çevrelere ters düşmekten de, birçok düşüncesini benimsemediğimiz çevrelerin doğru işlerini takdir etmekten de korkmadan kullanalım istiyorum.

Merhaba. Bu benim Arkitera için yazdığım ilk köşe yazısı. Bir süre önce bu tür yazılar yazmam için çağrı aldığımda, konu bulmakta hayli zorlanacağımı düşünüyordum ama korktuğum başıma gelmedi. Türkiye’de ve İstanbul’da yaşıyor olmak, bu konuda insana benzersiz avantajlar sağlıyor ne de olsa.

Bu köşeye Asimetrik Paralel adını verdim. İlk anda jimnastik ve güncel siyasete ilişkin bazı çağrışımlara neden olsa da, aslında bence biraz daha farklı bir anlam taşıyor.

Hepimiz çok yönlü ve hayli karmaşık organizmalarız. Bin türlü düşünceyle, kaygıyla, umutla yaşıyoruz kendi yaşam çevremizde. Her gün yanıbaşımızdaki yüzlerce insanla paralel ya da karşıt durumların içinde buluyoruz kendimizi. Sonrasında, eğrisiyle doğrusuyla o anki tavrımız ve düşüncelerimiz belirliyor yönümüzü.

Zaman ise her şeyi değiştirebilme ve dönüştürebilme gücüne sahip. Düşüncelerimizi bile.

İşte bu yüzden, en çok önemsediğim konuların başında geliyor, insanın hayatı kendisiyle ve o anki doğrularıyla tutarlı yürüyebilmesi. Bu, herhangi bir duruma, düşünceye, inanca, ortama, politikaya ya da akla gelebilecek herhangi bir şeye körü körüne bağlı olmaktan çok daha iyi bir şey gibi geliyor bana.

Ortak bir probleme, başka konularda bizlerden tamamen farklı düşünceler taşıyan insanlarla birlikte çözümler aramak ise bir yanıyla uygarlık düzeyimizi belirliyor. Başarabildiğimiz zamanlarda, çatışmalar yerini uzlaşmalara bırakıyor.

Adı Asimetrik Paralel olan bu köşede, hep birlikte fikir jimnastiği yaparken; düşüncelerimizi paylaşma ve eleştirme özgürlüğümüzü, aidiyet duygusu taşıdığımız çevrelere ters düşmekten de, birçok düşüncesini benimsemediğimiz çevrelerin doğru işlerini takdir etmekten de korkmadan kullanalım istiyorum hep birlikte.

Evet, ne diyorduk? Hepimiz çok yönlü ve hayli karmaşık organizmalarız. Tıpkı kentler gibi.

Öyle sanıyorum ki, bir toplumun genel durumuna ilişkin en iyi ipuçlarını içinde yaşadığı kentlerde bulmak mümkündür. Ve elbette kentler de içinde yaşayan insanların haleti ruhiyesini dışa vururlar çeşitli vesilelerle.

Hiç kuşku yok ki insanlar kentler olmadan önce de vardı. Oysa kentler ve kentsel yaşam, insansız var olması mümkün olmayan kavramlar. Bu nedenle, kentlerin de kentsel yaşamın da odağında hep insan unsuru yer alıyor. Komşu, mahalleli, kentli ve halk gibi tanımlamalar, anlamını “insanla” buluyor.

İlk kez gittiğimiz farklı yerleri düşünelim bir süreliğine. Kentleri bir toplum, yapıları da birer insan gibi algıladığımız yerleri…

Çevrenize bakınca gördüğünüz yüksek duvarlar size neyi düşündürür? Duvarlar eğer konut alanlarında ise, sert iklim koşullarından korunmak kadar, kutsanmış bir mahremiyet ve altı özenle çizilmiş ahlak, namus kavramlarını… Bunun o toplum için ne kadar önemli kavramlar olduğunu. Ve nedense, tam da bu tür ortamlarda bu kavramların en çok yıpranmış şeyler olabileceğine dair bir kuşkuyu da sessizce not eder aklınızın bir kenarına…

Peki ya bu duvarlar kamusal alanları, yani rekreatif kullanımları, parkları, kültür sanat yapılarını, sosyal mekanları çevreliyorsa? O zaman da belki içinde bulunduğu insan topluluğunun sosyal ve kültürel paylaşımlara aslında ne kadar yabancı olduğunu, insan için üretildiği savunulan, ama insan erişimine kısıtlanan düzenlemelerin aslında ne kadar da yapay ve işlevsiz olabileceğini.

Bir kentin içinde dolaşmaya devam ederken sizce hangi kavram ya da hangi yapılar en çok öne çıkarılmıştır? Toplum adına karar üretme erkini elinde bulunduran insanların hayata bakışını da görmez miyiz bu yapılarda?

Tarih boyunca kent merkezlerini ve meydanlarını büyük başarıyla tanımlamış dini ya da ticari yapıların bugünkü işlevi acaba yapıldıkları dönemle aynı mıdır? Günümüzde kent hayatına nasıl katılır bu yapılar?

Peki hangi yapılar abartılı bir gösteriş içinde, hangileri alçakgönüllü bir olgunlukla yer alır bulunduğu ortamda? Ait olmadığı bir döneme aitmiş gibi görünmeye çalışan ve çevresinde gerçek bir yaşam üretme becerisinden yoksun tepeden inme yapılar, o topluma ait yönetim biçimini de ortaya koymaz mı sessizce?

Mantar gibi biten gökdelenlere, gösterişli alışveriş merkezlerine ne demeli? Plansız, programsız, ama bolca hesap barındıran hangi durumun ipuçlarını verir bu yapılar? Sahip oldukları ayrıcalıklı yapılaşma hakları üzerinden, içinde bulundukları ortamdaki hak, hukuk ve adalet kavramlarına ilişkin neler düşündürür?

Sizce böyle uygulamaların bulunduğu bir yerde yerel yönetimlere ya da ülke yönetimine insanlar daha çok hangi talepleri için giderler? Bireysel mi, yoksa toplumsal talepler için mi?

Bir köprü tek başına bir ulaşım unsurudur elbette. Ya üzerinden geçen araç sürücülerinin gözünü alacak düzeyde ışıklandırıldığında, acaba kimlerin hangi duygularını açığa vurur? Aslen bir ulaşım unsuru olan bu köprüler, hangi tür toplumlarda çoğunluk gibi davranmadığı için dışlanmış insanların, ya da çaresiz hissedenlerin yaşama veda durağı olur?

Hiç kuşku yok ki kentler, bir kenarına önce yollar açıp arsa üretilen, sonra da içine bina dikilen yerler değildir yalnızca. Ve eldeki arsa stoku azaldığında bu karlı alışverişi tarım alanlarına, ormanlara, kıyılara, doğal koruma alanlarına, tarihi çevreye, hatta merkezdeki kamusal alanlara taşımakla gelişmezler; kısacık bir süre içinde aniden uygar yaşam alanlarına dönüşüvermezler.

Kentler de bizler gibi canlı organizmalardır ve zamanla var olup, içinde birçok yaşam formunu, karmaşık ilişkileri barındırırlar.

İşte bu yüzden, büyük yatırımlara ve büyük organizasyonlara ev sahipliği yapmadan önce, meydanlarında, sokaklarında, ya da açık bir rögar kapağında zamansız yok olmayacağınızı bildiğiniz yerler olmalıdır kentler. Yaşam haklarının en az insanlar kadar kutsal olduğu asla göz ardı edilmemiş hayvanların ve ağaçların da güven içinde yaşadığı…

Kadının yolunun şiddetten, erkeğin yolunun haksızlıktan geçmediği; refüjlerini lale yerine eşitlikle, meydanlarını parke taşı yerine adaletle doldurmamız gereken yerlerdir kentler.

Hiç kuşku yok ki hepimiz asimetriler ve paralellikler arasında yaşayıp, öyle algılıyoruz kendi yaşam çevremizi. Ve bu alanlarla ilgili fikirler üretiyoruz; doğru, yanlış, eksik, naif, subjektif, hatta adaletsiz olsalar da… Fikirlerimiz insana dair ne kadar özellik varsa onları da taşıyor içinde; sakin, öfkeli, romantik, ketum, çıkarcı, taraflı, riyakar, tutkulu, ve daha birçok şekilde tanımlanabilecek bir dolu özellik içeriyor.

Eminim ki bu özelliklerin tamamı anlaşılır ve hepimizin bir şekilde tanık olduğu şeylerdir.

Ve hiç kuşku yok ki, “öğrenmeye”, ama “bilimsel bir merak ile öğrenmeye” kapı aralayıp, dürüst olmaya ve aksi kanıtlandığında değişmeye açık olan her tür fikir, “değerlidir”.

Bu yüzden sizleri, arada sırada birşeyler karalayacağım bu köşeyi değerli fikirlerinizle zenginleştirmeye ve burada değinilen konuların hepimiz için çok daha iyi anlaşılır olmasına katkı sağlamaya davet ediyorum.

Yeniden merhaba…

Etiketler

Bir yanıt yazın