Dorlion Düğümü

Büyük İskender ile Büyükerşen, Gordion ile Dorlion arasında bir benzerlik kurduğum bu yazıda, Amsterdam gibi şehir Eskişehir’i coğrafi, beşeri, mimari ve sanatsal bakımdan incelemeye çalışacağım.

Coğrafi Düğümler

İnsanlığın henüz apartlarla tanışmadığı ilkel zamanlarda Eskişehir topoğrafyasına ailecek yerleştiğinizi düşünün. Yerleştiniz, yemek yediniz, eğlendiniz diyelim. Yaşadığınız mağara veya muadili barınağınızda sıkıldığınızı varsayarak sizi bir gezmeye çıkaralım. Doğu-Batı ekseninde gezinti rahat, lakin Kuzey- Güney ekseninde (Yazının devamında Eskişehir Doğu- Batı eksenine “Yatay”, Kuzey- Güney eksenine “Dikey” diyeceğim.) zevkle ilerleyemiyoruz, çünkü Porsuk bizi engelliyor. Muhtemelen yüzerek geçebilirsiniz. Yüzme bilmeyenler ise birilerinin gelip köprü yapmasını beklemeli.

İnsanlığın apartlarla tanıştığı günümüze gelelim. Porsuk, kendine paralel bir demiryolu ve bir çevreyolu doğurmuştur. Üçüncü çocuk tramvay hattı, arada yaramazlık yapıp kardeşlerinden ayrılsa da, azarı yer ve yatay eksendeki yerini alır. Dikey eksende Kütahya Çevreyolu dışında üç ana arter sayabiliriz: İsmet İnönü, Sakarya, Üniversite Caddeleri. E hadi kırılmasın dördüncü caddemiz Gazi Yakup Satar Caddesini de sayalım. Bu dikey kardeşler birbirlerinden ayrılamaz ve Köprübaşı denen muhitte birleşirler. İşte şenlik burada başlar. Tramvaylı köprü, gondollu Porsuk ve mutlu yayaları aynı karede buluşturan fotoğrafçının heyecanını sizler de hissetmiş olmalısınız. Bu heyecan tarihi bir heyecandır, dikkat edin. Eskişehir’de çekilen filmlerin çoğunda bu düğüm noktası vardır. Porsuk’a arabalar buradan uçar. Karanlıkta kaçmaya çalışan çocuklar bu noktada yakalanıp döve döve öldürülür.

Eğer Eskişehir’in batısında şehir içinde dikey eksende hareket edecekseniz, toplu taşıma aracı ile bir saatte ulaşacağınız yere yürüyerek de bir saate ulaşabilirsiniz. Bunun nedeni şehrin göbeğinde büyük bir hacim kaplayan demiryolu havzasıdır. Yaya olarak veya araçla fark etmez, sadece iki dikey geçiş hakkınız vardır. Kütahya Çevre Yolu veya İsmet İnönü Caddesi. Hattın hızlı trene ayrılmasından bu yana hemzemin geçitlerin çoğunun iptal edildiğini de ekleyelim.

Daha fazla uzatmadan Eskişehir’de ulaşım düğümünün an itibarı ile oldukça büyük ve çözümsüz olduğunu söyleyelim ve bu konuyu sonlandıralım.

Beşeri Düğümler

Tipik bir Anadolu kenti olan Eskişehir’in insanını tanımlayabilecek yegâne kelimenin “Muhafazakarlık” olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Dini anlamdan çok, muhafaza etme eylemini ziyadesiyle gerçekleştiren yerel halkı anlamaya birkaç yıl sonra vakıf olabiliyorsunuz.

İlk köy enstitüsünün ve ilk maarif kolejlerinden birinin kurulduğu Eskişehir’de iki üniversitenin kurulmasına şaşmamalı. Bir üçüncüsünün de yolda olduğu dedikoduları yayılmış durumda.

Eskişehir’e bir zamanlar Yunus Emre’nin gölgesinin düşmüş olması, yerel halkın son derece sabırlı olmasına neden olmuştur belki de. Sabırlı halk sürekli depresif haldedir. Coğrafi şartlara dönersek, ilk bakışta dağlarla çevrili çukur bir ovayı andıran Eskişehir, aslında yaklaşık 800 m. rakımlıdır. Oksijen oranı azdır. Belki de depresif yaşamın sebebi budur.

Halbuki kongre merkezleri, opera ve tiyatro salonları, sanat sokakları, masal şatoları, yapay da olsa göller ve denizler, şirin mi şirin heykeller, AVM’ler insanların mutlu mesut yaşamasını sağlamalıydı.

Beşeri düğümler de an itibarı ile kanıksanmış görünüyor. Kimsenin yukarıda belirttiğim nedenlerden şikayet ettiğine tanık olmadım.

Mimari Düğümler

Atalarımız ilk çağlarda ağaçlarda yaşamış. Sonra yere inip müstakil yerleşim yerleri inşa etmiş. Burada mağaraları sayabiliriz. Sonra uygarlaşmışız, betonarme ve/veya çelikten oluşan karkas sistemlerle birim hacme çok sayıda yaşam alanı sığdırmışız, hop, ağaç sistemine geri dönmüşüz. Doğan Kuban’ın dediği gibi bunda bir tersine evrim var. Biz yukarıdan inmiştik, tekrar yukarı çıkıyoruz.

Bir sır vermek istiyorum. İnsanlar aslında betonarme yapılarda yaşamaya uygun canlılar değildir. Örneğin en sevdiğiniz diziyi internetten izlerken birden sıkıştınız, dışkılama ihtiyacınız hâsıl oldu. Pause tuşuna basıp koşa koşa ıslak mekan tabir edilen mahrem alanınıza (tuvalet) girdiniz. İşinizi görürken üst ya da alt kattan sifon çekildiğini duyarsınız. Tesadüfe bakın ki komşunuz da sıkışmış! Komşularımız ile aslında sürekli etkileşimdeyiz galiba. Arada sadece birkaç santim duvar ya da tabliye oluşu, gerçek anlamda sınır olamıyor. Komşunuzun kavgası, bebeğinin ağlaması, aşk muhabbetleri, çamaşır makinesinin sesi ya da yaptığı yemeğin kokusu, içgüdüsel olarak veya değil, sizi etkilemektedir. Başka bir örnek olarak da kız yurtlarında kalanların menstrüasyon periyotlarının (adet döngüsü) örtüşmesini verebiliriz. Atalarımızdan bizlere miras kalan bu etkileşimler varken karkas sistemde yaşamaya mecbur kalmak, acaba bir talihsizlik olabilir mi?

Betonarmede bir zirve sayılan apart ekolüne değineceğimi anlamış olmalısınız.

Apart sistemi Eskişehirimiz’de yaygındır. 1+1 tabir edilen, 40 m2 evlerin ideal, mutfağın ayrı oluşunun bir “lüks” sayıldığı evcağızlara denir “Apart”. Özellikle adı Bahçelievler olan mahallede yoğun olması ironiktir. Konu başındaki sırrımızı taçlandırmak istiyorum, apartlar sapıklıktır.

Genç kuşak tarafından, minicik olsun benim olsun anlayışıyla, çok talep gören apart sisteminin de düğümü çözülemeyecek gibi.

Sanat-Sanatçı Düğümü

Sanat kavramına şehirdeki heykellerden başlamak istiyorum.

Kendi adınızı kendinize uzunca bir süre tekrarlayın. Bir süre sonra adınız size garip gelmeye başlayacaktır. Benzeri bir durum Eskişehir’in heykellerinde de söz konusu. Eskişehir’de yedinci yılını yaşamakta olan bendeniz, artık heykelleri yolumu bulmak için kullanıyorum: Sümüklüböcek heykelinden sağa sap, ilk sokak spor salonu, ayı heykelinden sola sap, milli piyangocu. Gıybetçi teyzeler senelerdir gıybete doyamadılar, köyden indim şehre abi kansız mı acaba, şu saksafon çalan müzisyenlerde de ne nefes varmış arkadaş! Kocaman çark içindeki coşkulu işçimiz, yunus (balığı) üstündeki etekleri açılmamış edepli kızımız, onları yalnız bırakmayan Türk Dünyası Kültür Başkenti Ajansı’nın şehre kazandırdığı devasa Dede Korkut heykeli ve doğurmuş kazanlı Nasreddin Hoca heykeli. Bir süre sonra bu durum size bir ilkokul müsameresi hissi veriyor.

Sanat, özünde bireyseldir. Bireyin kendini topluma izah çabasıdır. Doğal olarak benzer sektördekiler birbirini çekemez. Sanatçılardan birlikte hareket etmelerini beklemek eşyanın tabiatına aykırıdır. Eskişehir’de evet atölyeler, oluşumlar, sempozyumlar, festivaller vardır. Sadece vardır, o kadar.

Kimsenin göremediği, belki de görmek istemediği bir konuya daha değinmek istiyorum. Ülkemizde “Hoca” ve “Profesör” kavramları oldukça önem arz eder. Bir adım ileride şu soruyu sormak gerekmez mi? Neyin hocası? Neyin profesörü? Bildiğiniz gibi sanat fakültelerinde doktora olmaz, “Sanatta Yeterlik” alınır. Akademik sıfatları bir kenara bırakalım, bir şehir düşünün, adı Amsterdam olsun, bütün heykelleri, parkları, bahçeleri, balmumlarını bir tek kişi yapsın. Üstelik başkanlıktan artakalan zamanlarda!

Sanat bireyin kendini topluma izah çabası derken, bunun zorla olabileceğini zannetmemeliyiz.

Sanat-mekan-sanatçı durumları, Eskişehir’de tıkanmış, an itibarı ile kördüğüm halindedir.

Efendim, yazımızı sonlandırırken, Büyük İskender’in düğümü kılıcıyla kestiğini, sonra lanetlendiğini anımsadım. Galiba bu düğümleri çözmeye kalkmadan, ortalığı fazla karıştırmadan, olduğu gibi muhafaza etmek gerekiyor. Eskişehir düğümlü düğümlü güzel.

Etiketler

Bir yanıt yazın