İlhan Tekeli “Yeni Kültürpark”ı Anlattı

Gönül Soyoğul sordu... Prof.Dr. İlhan Tekeli "Yeni Kültürpark"ı anlattı...

Yaşadığımız endişeli/bunaltıcı günler/gündem arasında biz İzmirlileri fazlasıyla ilgilendiren bir başka gündemin de izindeyim bir süredir. İzlemedeyim. Anlamaya çalışmaktayım.

İzmir Enternasyonal Fuarı ile özdeşleşen 80 yıllık Kültürpark’ta revizyon, “Daha az bina, daha çok yeşil” sloganıyla yola çıktığından bu yana… Sanırım bir benim gibi olanı/biteni anlamaya çalışanlar var, bir de iki kutupta yer almış İzmirliler. Bir kutupta Facebook’ta yaklaşık 16 bin kişinin izlediği ‘Kültürpark’a Dokunma” grubu; diğer kutupta da Kültürpark projesini hazırlayan İzmir Büyükşehir…

“Kültürpark’a Dokunma” grubu, “Yaşayan Şehir, Yaşanacak Şehir” teması ile sunulan Kültürpark projesinin hiç de anlatıldığı gibi olmadığını savunuyor. Özetle, “Kültürkpark alanın her metrekaresinde değişiklikler yapılarak bildiğimiz, sevdiğimiz, doğa ile tek kucaklaşabildiğimiz Kültürpark aslında kelimenin tam anlamı ile yenilenmiyor yepyeni ve bambaşka bir Kültürpark oluyor. Nasıl mı? Çimlerinin yeşil alan sayıldığı, ağaçlarının yok edildiği, Atlas pavyonun yıkılarak yerine göl ve etkinlik tepesi adı altında 10 metre yüksekliğinde tepe yapılacağı, hangarların ve Celal Atik salonun yıkılarak yerlerine çok katlı binaların yapılarak üzerlerinin toprakla kapatılacağı, İsmet İnönü Kültür ve Sanat merkezinin yıkılacağı yerine amfi tiyotra yapılacağı, açık hava sinemasının tam Lozan girişindeki sol taraftaki yoğun ağaç bulunan alanda yapılacağı, ve, ve, ve yapılacaklarla YEPİSYENİ bir Kültürpark’a dönüştürülecek” diyor.

Başkan Aziz Kocaoğlu’nun yanıtı da kısaca şöyle:
“Kültürpark’a bina yapılmasın’ diyorlar. Biz Kültürpark’a bina yapmıyor, aksine yeşili artırıyoruz. İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Başkanı çevreyi koruyacak, yatırımını yapacak; havayı, suyu, toprağı, denizi koruyacak ama hepsini yaparken kenti de kalkındıracak. Kültürpark’ta 23 bin 500 metrekarelik holleri kaldırıp, onun yerine çok daha küçük bir alanda bir kültür ve sergi merkezi kurmak istiyoruz. Bu arada bina yoğunluğunu azaltıyor, ağaç sayısını artırıyoruz. Atlas pavyonunu yıkıyoruz. İsmet İnönü’yü kaldırıyoruz. Proje şu anda kurulun gündeminde. İzmir’de maalesef hep aynı tavır var; bir büyümek istememek var. Buraya mezbaha yapma, buraya balık hali yapma, buraya çöp tesisi yapma! Bunu diyenler kim biliyor musunuz? Cep telefonu elinde olup baz istasyonu yapılmasın diyenler…”

Bu anlama sürecinde… Kültürpak’a Dokunma Grubu’nun da İzmir Büyükşehir cephesinin de seslerini/eleştirilerini/itirazlarını rahatlıkla duyabildiğim(iz) için, -belli ki bir röportajlar serisine dönüşecek süreçte- ilk mikrofonu Prof. Dr. İlhan Tekeli’ye tutmayı yeğledim; sonrası Allah kerim…

Şehir Planlama, Bölge Planlama, Sosyal Sistemler, Makro Coğrafya, Belediyecilik, İktisadi Politikalar, Türkiye İktisat ve Şehir Tarihleri ile Eğitim Planlaması gibi alanlarda yayımlanmış yüzlerce eseri bulunan… İzmir doğumlu, uzun süredir İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin danışmanlığını yapan, ODTÜ’lü öğrencilerinin ‘bir kent filozofu ve bilgesi’ olarak tanımladığı İlhan Tekeli Hoca’yla Kültürpark’ta buluştuk. Önce konuştuk, ardından birlikte Pakistan Pavyonu’nda sergilenen kamuya açık yeni Kültürpark Projesi’nin maketini Proje ve Etüt Daire Başkanı Hülya Arkon’un bilgilendirmesiyle inceledik. (Bu arada Hülya Hanım’dan projenin uzun süredir Koruma Kurulu’nda beklediğini öğrendik.)

Her zamanki güler yüzü, her zamanki şevkle anlatmaya hazır hoca anlayışı, sakinliğiyle; çoğu kez soru sormama fırsat bırakmadan uzun uzun anlattı Prof.Dr. İlhan Tekeli… Umarım, bu kentte yaşayan herkesin kıymetlisi Kültürpark’a, yapılan tartışmalara ‘zihin açıcı’ faydası olur…

GÖNÜL SOYOĞUL: Kültürpark sizin için ne ifade ediyor? Bu projenin içine çocukluğunuzu, anılarını katabildiniz mi? İçinize sindi mi?

İLHAN TEKELİ: İzmirli olduğum ve çocukluğum da fuarın en heyheyli günlerinde geçtiği için fuar benim için çok şey ifade ediyor. Bu projenin başında değilim ama oluşmasında benim de katkım var ve projenin geldiği yerden de genel olarak memnunum… Ama önce iki açıklama yapayım… Bir… Kültürpark bana öznel olarak ne ifade ediyor? İkincisi de bu proje bir şehir plancısı olarak bana ne ifade ediyor? Ben çocukluk yıllarımda Karantina ve Köprü’de oturuyordum. Fuar o zamanın teknoloji ve ulaşımıyla uzak bir yerdi. Bir çocuk için fuara gitmek büyük bir ödüldü. Fuar bir ay sürerdi, İzmir’in tüm çevresinden insanlar gelirdi, otellerde yer kalmazdı. Bilmem hatırlar mısınız, kıyılara gemi yanaştırılır, insanlar gemilerin kamaralarında yatırılırdı. Yeni büyük bir olaydı fuar! Ben çok net olarak bir şey hatırlıyorum. 1943 yılı falandı… Devlet Tiyatrosu İzmir’de Thorton Wilder’ın Bizim Şehir piyesini oynuyor. Ama ben o yıl 6 yaşındaydım… O kadar muhteşem bir şeydi ki aklımda canlı olarak duruyor. Açıkhava Tiyatrosu’nun koca sahnesinin iki ucunda iki tane ev… Ama yalnız kenarları çizilmiş bir çeşit karikatür gibi evler… İki genç tiyatrocu, birisi Cüneyt Gökçer… İki genç oyuncu oynuyor, aşıklar… Sahne çocuk imajı için inanılmaz bir şey… Sonunda bir mezarlık sahnesi vardı. Büyük beyaz koltuklarla dolu bir sahne… Oyunda rol alanlar oyun gereği öteki dünyaya intikal etmişler… Öteki dünyada duruyorlar ve sahnenin ortasında seyircilere dönük bir platform var. Mahir Canova o platformun ününe siyah silindir şapkasıyla geliyor, müthiş bir tirat yapıyor.

O yaşta bir çocuğun aklında bu kadar ayrıntı kalması… Ne kadar etkilenmişsiniz!

Evet, bazen ‘Bu hayal mi değil mi?’ diyordum. Evimde o yıllarda çıkan radyo dergileri var. O dergileri aradım ve bu sahnenin resmini buldum, gerçek olduğunu öğrendim! Bir çocuğun sanatla ilişkisi açısından çok önemli bir olay. Bir sahne daha anlatayım… Bu kez biraz daha büyüğüm, ortaokulda okurken Kadri Adakaş isimli bir resim hocamız vardı. Kendisi tiyatronun dekorlarını yapardı. Beni de en küçük öğrenci olduğum için bisikletin arkasına alırdı, Gazi Ortaokulu’ndan oraya biz de giderdik. Goldoni’nin Yalancı adlı bir oyununu hatırlıyorum. Sahnenin içinden bir gondol geçiyordu. Müthiş bir dekor…
Fuar bir çocuğun imajı için müthiş bir şey… Hayvanat bahçesiyle, pavyonlarıyla çok büyük bir şey… Kentin kimliğine damgasını vuran bir şey… Fuar benim için ne ifade ediyor sanıyorum anlattım ama bir şey daha anlatayım çocukluk imajı olarak çok önemli… Şimdi fuara Karantina’dan nasıl gidilecek? Akşam tramvaya binilir, Konak’ta inilir. Konak’ta depolar vardı. Bu depoların önünde de otobüs durakları vardı. Fuar zamanı o otobüs durakları ana-baba günü olurdu. Ama bizim bir tane trambüs dediğimiz iki parçalı bir otobüsü vardı İzmir’in… Herkes trambüs gelip o bütün kalabalığı alıp götürsün diye beklerdi. İzmir’in 1938 yılında otobüs şirketi kuruluyor. Türkiye’de otobüs oldukça geç genel bir şey, İzmir’de de 1938 yılında… İstanbul’un halk otobüsleri biraz daha eski, Ankara’da ise 1935’te Rusya’dan gelen otobüslerle kurulan bir sistem var ama İzmir’deki otobüsler daha lüks… Alman yapımı sarı-kırmızı renklerde hoş otobüslerdi. O trambüs dediğimiz otobüs İzmir’de bir efsaneydi. Büyük bir kalabalığı alıp Lozan Kapısı’nın önüne bırakırdı.

Şehir plancısı olarak bakışınızdan söz ederseniz…

İzmir büyük bir yangın geçirmiş bir şehir… Bir yangından sonra bir yeri imar etmek aslında temelde çok zor değildir eğer nüfusu büyümüyorsa… Halbuki İzmir’in nüfusu yangınla yarıya indi. Yani 250 binlerden 150 binlere falan geriliyor. Yangın yerinin dolabilmesi için konut talebi olması lazım ki imar edilsin. 1924-25’lerde İzmir için Rene Danger’e yaptırılan bir plan var… O yanan yeri Fransız ekolü düşüncesine göre planlamış, göbeğine de büyük bir park yeri yapmış. Ama fuara göre daha küçük bir park yeri… İzmir için o zamanlarda en iddialı plan bu yangın yeri görüntüsünü ortadan kaldırmak ki fuar bunun için yapıldı… Rene Danger bu planın ortasındaki park yerini konut talebi az olduğu için büyük yapıyor… Büyük yapıyor ki yanan alan dolsun… Bu büyük yangın yeri alanının o zamanki İzmir Belediyesi bütçesiyle yapmak falan da çok zor… Ama bence büyük bir beceriyle 1936’da bu yapıldı. Ama esas fikir şu… Bunun arkasında bir model var. Bu model, Cumhuriyet’in 10.yılı olan 1933 yılında İzmir’de kutlamalar yapılırken Rusya’dan General Voroşilov geliyor. Onun da biraz muhtemelen telkiniyle ama buradan Rusya’ya Suat Yurtkoru başkanlığında giden heyetin oradaki Gorki Parkı’nı örnek almalarıyla bu yapılıyor. Bu bir kültürpark… Yani bir yeşil alandan söz ediyoruz ama içinde kültürel faaliyetler yer alan, kentlinin kullandığı bir yeşil alan. Ve bu iş bu modele göre yapılıyor. Ben 1936’daki resimlerini hatırlıyorum. Yangın yeri temizlenmiş, küçücük fidanlar dikilmiş ve fuar açılmış. Fuarın açılmasının altında da ikili bir şahsiyet problemi yatıyor. Bu problem bugüne kadar geldiği için vurguluyorum; bir taraf 1933’te bugünkü Swiss Otel’in yerinde açılan bir panayır var… Tabi ki o panayır da uluslararası nitelikte… O panayır 1936’da burada uluslararası bir fuar niteliğini kazanıyor. İzmir için bu 420 bin metrekarelik alan 2 işlev teşkil ediyor. Birinci işlevi, bir kültürpark… Asıl büyük işlevi o, tüm mevsimler için geçerli. Bir ay için de İzmir’i dünyaya açan, dünyayla bütünleştiren, Ege Bölgesi’nin ticaretini canlandıran bir enternasyonal fuar… Bu iki işlev 1960’lı yıllara kadar gayet iyi olarak işliyor. Özellikle soğuk harp döneminde canlılığını sürdürüyor. Fuarın yanına getirilen ticari işlevler bir anda fuarın kültürpark işlevini yok ediyor. Alanın binalarla dolmasına yol açıyor.

O yıllarda da Kültürpak/Fuar tartışmaları yaşanmıştı medyaya yansıyan… Kültürparkı korumaya yönelik sıkı eleştiriler vardı, hatırlıyorum…

1990’lı yıllarda İzmirlilerin gösterdiği büyük tepki üzerine bir yarışma açılıyor. Bu yarışma bir önemli değişiklik getiriyor. Yarışmayı kazanan (Mimar Şükrü Kocagöz’e ait) proje diyor ki; burası bina doldu, binaları yıkıp sayısını azaltalım, burayı yeşil alanla dolduralım… Hakikaten bu uygulanıyor, birçok bina yıkılıyor ve bugün tekrar kaybettiği yeşile kavuşmuş oluyor. Bu gelişme sırasında dünyada da bir değişme oluyor. Enternasyonal fuar kavramı önemini yitiriyor ve ihtisas fuarları ön plana çıkıyor. İhtisas fuarları fuarın içine yer aldığı zaman fuarı tahrip eder hale geliyor. Mesela mermer fuarı… Büyük kitleler, büyük makineler geliyor, mermer fuarı geldiği zaman fuar tahrip edilmiş oluyor. Ama Aziz Bey’in Gaziemir’de yaptığı havaalanına yakınlıkla da avantaj teşkil eden yeni fuar alanı hizmete alınınca ihtisas fuarları oraya taşınıyor ve İzmir Enternasyonal Fuarı için iyi bir fırsat ortaya çıkıyor. Yani bu fuarı tekrar canlandırma, yeşil dokusunu artırma ve ihtisas fuarları taşındığı için az sayıda, tüketiciye yönelik fuarlar yapma yönünde… Mesela kitap fuarı gibi… Bu değişim yaşandığı zaman belediyenin de gündemine fuarı yeniden ele almak geldi. Peki nasıl ele alınacak? 1991’de gündeme alındığında yarışma olarak ele alındı. Bu yarışmayı kazanan iki kişinin ellerinde telif hakları var, yani bu projeyi hayata geçirmek gibi bir hakları var. Belediye bunu gündeme aldığı zaman Başkan, proje dairesi ve bizim grubumuz konuyu şöyle yaklaştık; 2009’dan itibaren İzmir’de gerçekleşen Kültür Çalıştayı’nda İzmir için geliştirilmiş bir vizyon var. O vizyon 2009’dan beri uygulanıyor. Bazı projeler bunun çerçevesinde çıktı…

Hatırlatmak için, vizyonu açarsak…

İnovasyon ve Tasarım Kenti İzmir, Akdeniz’de bir oda olarak İzmir ve Bir Yönetişim Kenti İzmir… Bundan önce 2 proje için katılımcı yöntemi uyguladık. Bunlardan biri İzmir Deniz, diğeri de İzmir’in Tarihi projeleri… Kültürpark’ın tekrar ele alınması gündeme geldiği zaman bir tutarlılık sergilemek için yine aynı yolla yaklaşmayı tercih ettik. Ama böyle bir projeye nasıl yaklaşacağız? Biz önce ‘mutfak çalışması’ da diyebileceğimiz, bizim ve dairedeki arkadaşların yükü üzerine aldığı bir tarih çalışması yaptık. ‘Kültürpark nereden nereye geldi, ne oldu?’ diye… Ardından İzmir Fuarı’nın açık olduğu bir günde gezenlerle anket çalışmaları yapıldı. Sonra İzmir’in fikir önderleriyle toplantılar yapıldı. Yeni projenin İzmir’in taleplerine uygun, ekonomisiyle tutarlı, yeşilini canlandıran bir stratejik çerçeve geliştirdik. Bu süreç içerisinde projenin eski müelliflerini de içimize kattık. Ve süreç işledi. Bugün bitmiş ve uygulama safhasına gelmiş durumda. Tabi biliyorsunuz buralar SİT alanı olduğu için önce kurula sunulup izin alınacak, ondan sonra uygulamaya geçilecek. Bu arada biz katılımcı süreci sürdürüyoruz.

Katılımcı süreç ne demek? Bunu biraz açar mısınız?

Birkaç örnek vereyim de yanlış anlaşılmasın. Demokratik ve hoş bir süreç tabi ki ama içinde çok zorluklar olan bir süreç. Diyelim ki bu süreçte karşımıza bir problem geldi. Katılımcıların yarısı fuarın etrafındaki duvarı yıkın, diğer yarısı da dokunmayın diyor. Bu durumda ne yapılacak? Güvenlik meselesi, Başkan’ın eğilimleri gibi sebeplerle biz duvarın kalmasına karar verdik. Ama birisi çıkıp şunu diyebilir; ‘Biz duvarı yıkın’ dedik yapmadılar… Sen onu dedin ama diğer yarısı da ‘yıkmayın’ dedi. Yani katılımcı sürece herhangi bir kişinin dayatma hakkı yok. Burada karşılaştığımız iki problemi ortaya koymakta yarar var. İzmir Enternasyonal Fuarı bir uluslararası marka ve bu özelliğini korumak istiyor. Ama dünyada uluslararası fuar fikri batmış durumda! Biz yine İzmir’in fikir önderlerini toplayarak şöyle bir karar verdik; bu yıl uygulanan bunun bir geçiş aşaması… O tartışmalarda dedik ki, ‘İzmir Enternasyonal Fuarı eskisi gibi devam edemez ama yeni bir içerikle ortaya koymalıyız. Buna da bize vizyonumuz yol gösterir. Vizyonumuzun temeli ne? İnovasyon ve Tasarım… O zaman bizim fuarımızın temel faaliyeti inovasyon ve tasarım olacak’… Mesela iki yılda bir tasarım ödülü vermek, iki yılda bir inovasyon ödülü vermek, inovasyon için uluslararası kongreler toplamak gibi… Ama bu İzmir Enternasyonal Fuarı’nın yerine geçmek için yetmez çünkü İzmir Enternasyonal Fuarı yalnız etkinlik değildir. O günlerde İzmir’de eğlence hayatı canlanıyor, faaliyetler canlanıyor… Bu nedenle ‘Şöyle bir ikili yapalım’ dedik; hem bu faaliyetler olsun, İzmir’in inovasyon ve tasarım kenti olarak yol almasına yardım etsin ama ek olarak bunun etrafından sanat, gösteri ve benzeri faaliyetler olsun, gençlere ağırlık versin, Akdeniz perspektifine ağırlık versin.

Siz süreçte birçok sivil toplum örgütüyle konuştunuz, fikir aldınız ama bir yandan da ‘Kültürpark’a dokunma’ sloganıyla bir karşı kampanya yürüyor. Projeye temelde hangi konularda itirazlar geldi? Bunların hangilerini değerlendirmeye aldınız ya da almadınız?

Şimdi bu itirazların bir kısmı fiktif… Yani olmayan bir şeye itiraz ediyorlar. Bunlardan biri yeşil problemi… ‘Ağaçları kesiyorsunuz’ diye bir kafa var. Böyle bir şey yok, bizim bunu düşünmemiz bile mümkün olamaz. Çünkü biz buranın ağaçlarıyla birlikte tek tek korunması gereken bir hatıra olduğunu düşünen ve bunu projenin bir parçası olarak ele almış bir grubuz. Mesela Halikarnas Balıkçısı’nın diktiği bir ağaç var, tabi ki bu herhangi bir ağaç değil artık. Yeşili seviyoruz, istiyoruz, Türkiye’de de bu işe çok özenle bakılmadığı için hassas davranıyoruz. Ama her yerde ‘yeşil tahrip ediliyor’ diye ortaya çıkarsanız yanlış bir şey söylemiş olursunuz. Şimdi biz bu konuda ne yaptık, biraz anlatayım. Şimdi alanda 1936’dan beri duran inanılmaz güzel ağaçlar var. Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi burada envanter çıkardı ama salt kağıda kayıt değil… Ağaç canlı bir varlık ve bir kısmı ölüyor, bir kısmı hastalıklı… Yaklaşık 46 tane… Bunların değiştirilip canlandırılması lazım. Yani mevcut olan yeşil dokuda bir azalma yok, aksine ağaç eklenecek. Ama ağaçlar böyle uzaktan bakılan bir şey olmanın dışında fuarın yönetimi içindeki yeşil alan öğrencilerin gelip gezdirilebileceği bir arberetum haline getirilecek. Öğrenciler ya da gezmeye gelenler, buranın dokusunu anlatan çalışmalar da bulacak. Bu iddia tamamen temelsiz, hiçbir dayanağı olmayan bir iddia.

Bir tane temel itiraz var, daha çok mimarlar odasından gelen bir itiraz… Diyorlar ki ‘hangarlar’ yıkılsın, yerine hiçbir şey yapılmasın… Bu iş bilmemektir!

Neden?

Temel büyük mesele şu; fuar yalnızca yeşil alan değil ki! Fuar bir faaliyetler alanı ve çevresine bir ekonomik etkisi var. Siz o etkiyi oradan çıkartırsanız etrafı çöküntü haline gelir ve o alanın prestiji düşer, sonra bunu tamir etmekle uğraşırsınız. Zaten İzmir Ticaret Odası da diyor ki; buraya kültür merkezi yapalım, faaliyet olsun, çöküntü alan haline gelmesin…
İzmir’de büyük toplantıların yapılabileceği bir alan yok, bu fuar alanı çevresinde Basmane Oteller bölgesi var, böyle bir toplantı merkezi yapılırsa, onlar da gelişip çöküntü alan haline gelmeyecek. Biz ne yaptık? Bu ‘hangarlar’ın bulunduğu alanı metrekaresini daha küçülterek büyük bir toplantı binası yapılsın dedik… Ama bu bina yeşil bir bina! Sistemin içinde bütünlüğü olan çok güzel bir bina… Böyle bir bina olduğu için sistemin bozulmadığını ve geliştiğini de düşünüyorum. Çünkü hangarlar orayı berbat etmiş durumda…

Bu binayı biraz tarif edebilir misiniz?

Bu bina bir akıllı bina olacak. Şimdi Mimarlar Odası’ndan ‘Belediye sokaktaki çimlere bakamıyor, bu binanın çimlerine nasıl bakacak?’ diye bir eleştiri geldi. Bina akıllı, bunu kendi kendine yapacak, sulamasını yapacak, bakımını yapacak. Bu bütün dünyada yapılıyor.

Bir anlamda bu yapılan şey İzmir’in hem ekonomik hayatına katkı yapacak hem de görüntüsünü, kalitesini yükseltecek ve mevcut yeşil alandan kayıp olmayacak, aksine kazanç olacak. Ama onlar diyorlar ki ‘Bu 30 bin metrekare de yeşil olsun’ …
İzmir’in ihtiyacının 390 bin metrekare değil 420 bin metrekare olduğunu söyleyecek hiçbir hesap ve mantık yok! 30 bin metrekare daha yeşil koymanın hiçbir katkısı yok. Halbuki bu modelle ekonomiye katkısı olacak. Ticaret Odası da yapılanı az buluyor, daha çok ekonomiye yönelik yapı olsun diyor.

Burada da bir duvar örneği var aslında… Biz projeyle uğraşanlar makul yolu seçtik. Ben 60 yıldır bu işle uğraşıyorum, ben memnunum. Mesele bunu geciktirmeden uygulamaya koymak. İzmir’in yararı bakımından bunu uygulamak. Burada tereddüt yarattığınız zaman kurullarda da bir tereddüt oluşur, onlar da ağır hareket ederler.

Temel itiraz bu konu mu?

Evet, bu hangarlar konusu… Dünyanın tüm benzer fuar alanlarında da bu iş böyle yürür. Değirmeni döndürecek bir su olmak zorunda…

Hak verdiğiniz hiç mi itiraz yok? Hangi itirazları değerlendirip doğru buldunuz?

Şimdi bir noktada halkın piknik noktasına olanak verecek bir çözüm vardı. ‘Sakın yapmayın, burası kokudan geçilmez’ dediler. Bize de makul geldi ve yapmama kararı aldık.
Yani katılımcı süreç dediğimiz zaman, ‘Bizim doğrularımız vardır, başkasına yanlıştır’dan hareket edemeyiz. Bir müzakere süreci içinde halkın önerilerini hesaba katan, projenin kendi mantığını da hesaba katan bir çözüm üretmek zorundayız. Ben böyle bir çözümün üretildiği kanısındayım.

Şu an teknik açıdan hangi aşamadasınız? Masada nasıl bir yol haritası var?

Öncelikle acil adım atılması için kuruldan onay alınması lazım. Bu kurul aşamasındaki detayları ben bilmiyorum.

‘Kültürpark’a Dokunma’ kampanyası, FOLKART’ın fuara sponsor olmasından sonra alevlendi, adeta fotoğraf değişti. Mesut Sancak’ın bir gazetede çıkan ‘Refik Saydam Bulvarı’nda yapılacak bir değişiklikle Kültürpark ‘Basmane Çukuru’ yerine yapılacak projenin bir uzantısı olacak’ şeklindeki beyanatı… ‘Duvarlar kalkacak, Kültürpark’la bütünleşecek’ sözleri, ortalığı alevlendirdi. İnsanlarda ‘Kültürpark, FOLKART’ın arka bahçesi/bir uzantısı mı olacak?’ kaygısı var. . Ne dersiniz bu kaygı için?

Yani FOLKART ya da sahiplerinin kafalarında böyle bir proje olabilir. Ama benim bildiğim bunun belediye cephesinde hiçbir yansıması yok. Kesin yok.

Yani projede böyle bilmediğimiz, gizli bir yeraltı geçişi var mı?

Yok, kesinlikle yok. Bir de şöyle bir şey var… Belediyede bir danışman grubu var. Ben bu grubun içinyim, ben böyle işlerin içinde olur muyum? Bu sorunun cevabını Türkiye’de herkes bilir.

Ortaya çıkan proje sizi tamamıyla memnun ediyor mu? Hiç mi ‘keşke’niz yok?

Evet, beni memnun ediyor. Bir tarihsel oluşum içerisindeyiz. Kurulmuş bir fuar var, zirveye tırmanmış, sonra çökmüş. Sonra yeniden kurulmuş yeni bir yere doğru yol alıyor. Bu yolu alırken eski bir plan yapma usulünden çıkmış. Kentliye emri vaki olmadan, hiçbir gizli kapı arkasında olmadan yapılmış bir proje var. Bu proje yapılırken değişik aşamalarda düşüncelerimi söylemişim, halkın düşünceleri dinlenilmiş. Gelinen nokta bende hiçbir rahatsızlık bırakmamış durumda. Ben bu projenin yapılmasının İzmir için yararlı olacağını ve geciktirilmesinin çok rasyonel olmayacağını düşünüyorum.

Kültürpark’ın gelecekte ne olacağının belirleyicilerinden birisisiniz. Bugün Büyükşehir’in başında siz olsaydınız 10 yıl sonra nasıl bir Kültürpark görürdük? Siz burada tek başına bir belirleyici değilsiniz ama olsaydınız durum farklı olur muydu?

Aslında şöyle bir şey var, Kültürpark’ın 10 yıl sonra değişerek bundan çok farklı bir şey olmasından çok Kültürpark’ın İzmirli için anlamının korunarak yeni şekiller alması söz konusu… Diyelim ki içeride bir lunapark var. İzmirlilerle konuşulduğu zaman hep kafalarda o lunapark var. Ama şimdi o lunapark olamaz. Muhtemelen simge olmuş dönme dolap kalıp altı daha modern bir görünüme kavuşacak. Kendisinin özel bir projesi olacak, dünya örneklerinden de etkilenilerek yenilenecek.
Buradaki temel problem ve bizim de çözmeye çalıştığımız problem şu… Bu fuarın sağlam bir işletmesi ve yönetimi olması gerekiyor. Başarı orada! Bir de İZFAŞ diye bir olgu ve sağladığı olanaklar var. Bizim de kafamızda oluşturduğumuz çözüm şu; İZFAŞ’ın şemsiyesi içinde kalan ama burası için ayrı bir yönetim… Şimdi belediye içinde böyle bir şey olunca şöyle problemler ortaya çıkıyor: Yeşil alana Park ve Bahçeler Birimi mi bakacak, yoksa bu özel yönetim mi bakacak? Biz özel yönetimi olması taraftarıyız. Bir de bu özel yönetimin bir şekilde sivil toplumla ilişkide olmasını sağlayacak danışma kurulları vb gibi mekanizmaların olmasını istiyoruz. Derin katılımcılık görevini yerine getirecek. Türkiye’de siyasiler hiçbir yerde katılımcı süreçle proje yapıyor mu? Yapmıyor… İzmir’de farklı bir model uygulanıyor. Bu model, önünün kesilmesi değil açılması gereken çok nadir bir model… Çünkü Türkiye’de katılımcı, demokratik planlama kültürü gelişmiş değil. Burada bu kültürü yeşertmeye çalışıyoruz. Bunu yeşertecek olan aktörlerin engelleyici, veto edici pozisyonlar değil yaratıcı pozisyonlar almaları gerekir. Katkı koymalarını bekliyoruz. Katılımcılık farklı kurumların vetolarını gelip vetolarını söylemesi değildir. Burası Birleşmiş Milletler değildir ve iş yürümez o koşullarda. Halbuki biz burada özgün bir şey geliştirmek istiyoruz, buna yaratıcı katkı sundukları zaman parçası olurlar. Vetoları taşımak, siyaset alanının çatışmacı ahlakını buraya taşımak olur. Mevcut itirazlar ve o kampanya, böyle bir kampanya! Bunu anlayışla karşılıyorum çünkü katılımcılık kültürünü bilmiyorlar. Onların bildikleri siyasi çatışma kültürü!

Daha önceki Kıyı Tasarım Projesi’nde bu ortaya çıkmadı mı?
 

Çıkmadı… Katıldı herkes ama bir çatışma olmadı.

Peki niye şimdi, niye Kültürpark? Ne değişti?

Bu bir yandan da bu çatışma kültüründeki aktörlerin birbirleriyle tanışma tarihinden anlaşılabilir..

Anlamadım, nasıl? Biraz açar mısınız?

Yani daha başka çatışmaların buraya taşınması olarak anlaşılabilir. Bunu bilerek söylüyorum ama daha fazlasını söylemem. Bana o kampanya sırasında birkaç e-mail geldi. Şöyle diyor; ‘Hocam biz size güveniyoruz ama ne oluyor söyleyin?’… Ben de ‘güvenmeye devam edin’ diye cevap verdim. Şunun farkında olmak gerekir. İzmir’de yapılan bu proje Türkiye Demokrasisi’nin siyasetçilerin kent projesiyle ilişkisinde yeni bir modeldir. Bir demokratik modeldir. Bu modeli tahrip etmek iyi bir şey değildir.

Kıyı Tasarım Projesi’ne dönersek… İlk gördüğümde heyecan verici bulmuştum. Henüz tamamı bitmedi, çalışmalar sürüyor ama mesela biten bölüm Pasaport, beni hayal kırıklığına uğrattı. Siz Pasaport’tan memnun musunuz? Sadece işçilik problemi değil beton problemi de var. Pasaport’un ruhunun kaybolduğunu, o tasarımın İzmir’in ruhunu yansıtmadığını düşünüyorum, sizce?

Şimdi aslında orada yapılan projenin tümü uygulanmıyor. Kıyı olduğu için merkezin onayı gerekiyor. Bu projede 3 kademe var. Kıyı Projesi’nin felsefesi şu, diyor ki; İzmir’de stressiz bir yaşam vardır ve İzmir halkı hayatının bir kısmını sokakta geçirir, eve hapsolmaz. Bu niteliklerini koruyarak yaşam kalitesini nasıl ilerletebiliriz? Burada temel mesele denizle ilişki kurmak olduğu için Kıyı Tasarım Projesi’nde 3 kademe var. Bunlardan birisi, Körfez’in etrafında yerleşme amfi tiyatro şeklinde olduğu için burası önce gösteri mekanı haline getirilecek. Gösteri mekanı haline getirmek için teknelerin gidip gelmesi lazım. Bunun için de kıyıda tekne parkları yapılması lazım. Ki buna henüz izin çıkmadı.

Ama şimdi 15 Temmuz’dan sonra ilişkiler yumuşadı belki çıkabilir. Yani burada Büyükşehir, ‘merkezin yetkileri, merkezden izin gerektiren yerlerin’ dışında kalan bölümleri uyguluyor. Pasaport’ta bir de işçilik problemi var, ama Göztepe tarafındaki işçilik gayet kaliteli. Hayal kırıklığının önemli bir kısmı yine katılımcılıktaki görüş aykırılıklarıyla ilgili. Şimdi Pasaport’ta deniz kenarında insanların oturduğu yerler kalktı. Bu etki oradan geliyor.

Pasaport’taki problem temelde yapım kalitesiyle ilgili… Daha iyi kalitede yapılsaydı, o ihale kanunuyla ilgili sıkıntı yaşanmasaydı… Mesela İzmir Tarih Projesi’nde bu olmayacak, çünkü kanunun dışında esneklikler var orada…

Şunun için sordum. Mesela Kültürpark Projesi güzel görünüyor ama Pasaport misali ‘bittiği zaman yine bir hayal kırıklığı mı yaşayacağız’ endişesi taşıyorum. Kültürpark ruhunu kaybeder mi endişesi…

Orada yapı olarak bitecek tek şey zaten hangarlar… Hangarların gitmesiyle de zaten hiçbir şey kaybetmezsin. Öteki taraflar da temizlenecek, düzenlenecek falan…

Kültürpark’ın içinde yükseltiler olmaz/tepecik olmamalı itirazlarına ne diyorsunuz?

İLHAN TEKELİ: Şimdi o yükselti durup dururken gelmiyor oraya… O yükselti 1991 yılında yarışmayı kazanan projede var. O projeden geliyor. O projenin bir kısmı uygulanmış bir kısmı uygulanmamış ama büyük kısmı canlandırılmış. Orada yanıt olarak bir çözüm geldi. ‘Yeşil alan için yıkılan Amerikan Pavyonu’nun da bir anısı olsa’ dendi… O pavyonun güzel bir işlemeli yüzeyi vardı, o konuyor şimdi oraya…

Bir röportajda ‘İzmir Gezi ruhu taşıyor’ diyordunuz; Kültürpark’tan bir Gezi çıkar mı? İzmir itiraz kültürü olan bir yer ve kenti farklı kılan da bu kültür.. Aziz Bey’e ne tavsiye edersiniz tepkilere karşı?

Aziz Bey’e tepkilere karşı tavsiye edeceğim şey projeyi anlatmak… Bıkmadan anlatmak, başka çaresi yok! Eğer projenize güveniyorsanız, yapılma biçiminin doğruluğuna inanıyorsanız yapılacak şey anlatmaktır. Ben kişisel olarak bana soranlara anlatıyorum.

Gezi tarafından önemli faktör 15 Temmuz meselesini de düşünürsek… Şimdi 15 Temmuz’da ilginç bir demokrasi problemiyle karşı karşıya kaldık. Şöyle bir şey oldu. Bir anlamda Türkiye halkının demokrasi inancı darbeyle imtihana tabi tutuldu. Bu imtihanı geçtik ama istediğimiz demokrasinin içeriği belirsiz. Şimdi bu içeriği doldurmamız gerekiyor. Bunu doldurmak da insan onuruna saygılı bir yönetim biçimiyle olur. İzmir’de iktidarda CHP ve Aziz Bey olmasaydı burası için bir proje hazırlanır, kimseye de sorulmaz, cart diye yaptırılırdı. Ama burada proje için uzun bir süreç gerçekleşiyor ve bir bir bu demokrasi içeriği dolduruluyor. 15 Temmuz’dan sonra olanlara bakarsanız, AKP halkın katılımını mitinglerle göstermeye başladı. Mitingler demokratik fenomenler değildir. Kitlelerin düşünce geliştirmediği, taraftarlıklarını ilan ettikleri, kendilerine verilen senaryoyu oynadıkları basit yurttaşların mesaisidir. Halbuki Gezi’de ne oldu? Orada yine halk vardı ama kendilerine verilen senaryoyu oynamadı. Birbirine benzemez adamlar, diyelim ki 100 ayrı grup orada birlikte yaşadılar. Birlikte yediler, içtiler, namaz kıldılar vs… Bunun bir ürünü oldu, diğerlerinin öteki olmadığını anladılar. Onlarla beraber fikir geliştirilebileceğini anladılar. Büyük yeşil alanlar kitlelerin bu tür katılımlarına olanak veren, yalnız projenin yapılması değil işletmesi sırasında da insanların birbirlerinin öteki olmadığını üretebilecekleri kullanış biçimleri geliştirebilir. Yani projenin önü böyle açılabilir. Bunlar hep düşünülebilecek şeyler… Kıyı Projesi’nde de bir teras aşaması var. Bu da Gezi mantığıyla yeniden düşünülebilir.

NOT: Bu söyleşi yapıldıktan sonra, henüz yayımlanma hazırlığındayken Başkan Aziz Kocaoğlu, 4 Eylül’de Ege TV ekranlarından, ayyuka çıkan ‘Kültürpark, Basmane Çukuru’na bina yapacak Folkart’ın arka bahçesi olacak’ iddialarına cevap verdi. Dedi ki; “O proje kendi sahası içinde gerçekleştirilirken, yüzde 30’u Belediye’ye teslim edilecek. Kalanında ise kendi projelerini yapacaklar. İzmir’e o arazinin (Basmane çukurunun) verdiği negatif enerji de böylece ortadan kalkacak. Folkart’ın İEF’nin sponsoru olması ayrı şey, dedikoduları ayyuka çıkarıp ‘Kültürpark Folkart’a mı teslim ediliyor’ demek başka şey. Ben öyle bir şeye asla tevessül etmem. Bugüne kadar bir santim yer satmadım, onu da herkes biliyor. Herhangi bir tarihte, herhangi biri Kültürpark üzerinde bir rant hesabı yaparsa, İzmirli ona gereken cevabı verir. Kültürpark Belediye’nin değil İzmirlinin. İzmirliler sahip çıkacak.”

Etiketler

2 yorum

  • ugur-yildirim2 says:

    İlhan Bey’in akademik altyapısı akademisyen kimliği pek tabi ki tartışılmaz; fakat danışmanlığını yaptığı bir yerel yönetimin almış olduğu bir uygulama kararına sivil toplum kuruluşlarından itiraz geliyorsa bu yazıda olduğu gibi sadece anlatı üzerinden cevap verilmesi ne kadar doğru bu tartışmaya açık olmalıdır. Bu yazı bir söyleşi üzerine yazılmış pek tabi ki fakat sayısal veriler üzerinden hareket edilmelidir. Mevcut durum ve öneri projeler sayısal ortamda kıyaslanarak sonuç kamuoyuyla paylaşılmalıdır. Değerli bir akademisyenin konumu gereği objektif olup olmadığının sorguya açık olduğu ve muhtemelen ilerleyen günlerde sıkça konuşulacak böylesi kritik bir konu üzerine bu şekilde bir beyan vermesi doğru mudur bunu bir düşünmek lazım.

  • omer-yilmaz says:

    Akıll bina söylemi ve benim adım İlhan Tekeli herhalde adımın olduğu yerde hata olmaz söylemleri hiç olmamış.

    Öte yandan bahsettiğiniz meslek örgütü itirazını sanırım şu girdi ile beraber değerlendirmek lazım: MO İzmir Şubesi bildiğim kadarıyla yerel seçimlerde taraf oldu ve Seferihisar Belediye Başkanı’nın İzmir BB Başkanı olmasını destekledi. Bu durumda eğer örgüt böyle bir pozisyon alabiliyorsa belediyenin de pozisyonu oldukça normalleşebiliyor.

Bir yanıt yazın