Bir mülksüzleştirme hikayesi…

Evrensel Gazetesi'nin Ekonomist Mustafa Sönmez ile Afet Yasası üzerine yaptığı söyleşi.

Her şeyin paraya tahvil edildiği günümüzde kentsel dönüşümün parayla ‘değişebilir’ olması kaçınılmaz. Zaten işin içine ‘sektör’ kavramı girince -mesela inşaat sektörü- kâr da, rant da, ticaret de söz konusu meselenin aslı oluveriyor. Hele kentsel dönüşüm gibi bir konuda! Ve inşaat firmalarının ismini artık herhangi bir akrabamızın isminden daha fazla duyar ve görür olmuşsak.

Anlaşılacağı üzere bugün dosyamızda kentsel dönüşümün ekonomik yönüyle ilgiliyiz. Konuğumuz Ekonomist Mustafa Sönmez.

Kentsel dönüşüm, Mecliste yasalaşmasıyla birlikte, depremle de ilgisi kurularak gündeme daha yakıcı bir biçimde geldi. Biz en basit yönüyle başlayalım. Şehir içinde bir okul bir yerden kaldırılacaksa, bir mahallede kentsel dönüşüm yapılacaksa ya da Haydarpaşa çevresi dönüştürülecekse ilk akla gelen kavram rant.

Tabii, kentsel dönüşüm kimin nasıl ele aldığına bağlı bir şey. Türkiye şartlarında kentlerin durumunu ele alırsak, gerçekten de son derece çarpık, doku itibariyle özensiz, kimyası itibariyle sağlıksız bir yapı oluşmuş. İthal ikameci sanayileşme döneminde, sanayiinin etrafına gecekondu biçiminde ya da yap-sat inşa edilmiş binalar. Ama bugün, hem ömürlerini doldurmuşlar, hem de altyapıdan yoksun kent yapısı ortaya çıktı. Buna kısaca çarpık kentleşme de deniyor. ’80’den sonra tabii, İstanbul sanayi şehri olmaktan çıkarken eski bölgeler, mesela Haliç farklı bir işlev üstlendiğinde zamanında sanayi işçilerinin kaldığı yerlerde bir dönüşüm ihtiyacı ortaya çıktı. Bir yenilenme ihtiyacı var. Bu iktidardan iktidara ve yönetimin hangi sınıfa dayandığına bağlı olarak farklı bir yenilenme olur. Halka dayanan, halktan yana bir iktidar bu dönüşümü farklı bir şekilde yapar, kentsel rant üzerinden birikimi hedef almış sınıflara dayanan bir iktidar farklı yapar. Bizim yakın zamanlarda ya da son 10 yıldır şahit olduğumuz böyle bir niyet. AKP iktidarının kentsel dönüşüme yaklaşımının altında bu dönüşümü rant üretimine tahvil etmek ve dönüşümü yapacak olan yandaş müteahhit firmalara bunu bahane ederek bir kaynak aktarmak var. Devamında da bu devasa inşaat faaliyetini ekonominin kriz koşullarında somutlanabileceği bir pencereye dönüştürme hadisesi var. Biz bunu sürdürülmekte olan iktisadi politikalarla, bugüne kadar ki pratikle ve genel olarak iktidarların sermaye birikimi süreci içinde inşaat faaliyetinin yerini dikkate alarak değerlendirmek durumundayız.

‘Bu projede ciddi bir rant hesabı var’ diyorsunuz…

Mutlaka. Olmaz olur mu? Hele ki, İstanbul’da bir inşaat meselesi olur da rant olmaz mı? Türkiye’de sermaye birikimi rant üstüne. Özellikle İstanbul rantı üzerine odaklanmış durumda. Sanayi üstünden sermaye birikimi sağlamak ve kâr sağlamak, özellikle Asya’nın rekabetiyle zorlaştı. Dolayısıyla sermaye varsa yoksa İstanbul rantı üzerinden birikimini sürdürmeye devam ediyor.

AKP hükümeti süresince, inşaat sektörünün yıldızı da parladı. Belki, Türkiye’de hep önemli bir yere sahip oldu. Ancak büyük inşaat firmalarının ismi, herhalde son 10 yılda bu kadar bilinir oldu.

Bu da işte diğer alanlar tıkandığı için böyle. Dön bak, Anadolu’da böyle akılda kalan sanayi yatırımı yok. Yani, ne yeni bir otomobil fabrikası, ne yeni bir beyaz eşya fabrikası akıllara gelmiyor. Böyle bir sanayi yatırımı yok. Hem yerli hem de yabancı sermayenin yöneldiği yatırım alanı sanayiden çok finans ve İstanbul yatırımları oldu. Mesela eski karayolları binasına, bir sanayici olarak bildiğimiz Vestel, gelip devasa bir blok yığını yapıyor. Neden? Çünkü o arsa üzerine yapılmış olan kompleks, herhangi bir sanayi yatırımından daha fazla kâr sağlayacak durumunda. Bütün sermaye gruplarının kendileri finansı seçtikleri; Eczacıbaşı’dan İş Bankasına kadar, onlar kanyonu yapıyorlar, yeni alışveriş merkezleri tasarlıyorlar. Eskiden sanayici olarak bildiğimiz kesimler, mesela Aydın Doğan’ı alalım; mesela sanayiden ve finanstan inşaat sektörüne geçti. İzin alabilse Hilton’u koca bir inşaat haline getirebilecek.

Yani, bu bilinçli bir yöneliş…

Evet, iktidar da sanayiyi teşvik etmek niyetinde görünse de, esas olarak birikimin buradan ilerlediğini görerek inşaat odaklı yürümeye teslim oluyor. Bu, bu anda çalışan bir şey. Ama ilelebet çalışmaz, neden çalışmaz? Çünkü inşaat sektörü, ister konut, ister gökdelen, ister otel olsun son tahlilde iç pazara dönüktür. Bunları iç pazarda satabilirsiniz. Türkiye’nin en büyük derdi ne? Cari açık, yani döviz kazanmayan bir ekonomi. Döviz kazanan bir ekonomiyi yaratmak yerine, dövizi tüketen ve inşaat malzemesi üreten bir sanayiyi yaratıyor.

İthalatı da teşvik ediyor öyleyse…

Hem inşaat malzemesi hem de mamul olarak, mesela Çin’den mermerden tut birçok şeye kadar dışarıdan geliyor. Yani bu bir tuzak. Sermaye biriktirme ve İstanbul rantının peşine düşersen, bu rota eninde sonunda Türkiye’yi götürür ciddi bir şekilde duvara çarpar.

Peki, hocam, 2011’de yüzde 8.5 büyüdük, öncesinde yüzde 10’u aştık. Bu büyümede inşaat sektörüne önemli rol biçildi. Bir başarıdan söz edilemez mi?

Dönüp baktığında inşaat, mesela istihdam tarımı bir yana bıraktığımızda önemli ölçüde inşaat ve emlak sektöründe. Bu sektör hem büyüyor hem de istihdam yaratıyor. İnşaattan dolayı harekete geçen sanayi. İnşaat milli gelir içinde yüzde 8’lik bir paya sahip ama inşaat başladığı anda bir dizi sanayi üretimini harekete geçiriyor. Büyümenin lokomotifi sanayidir ancak bunun çok küçük bir kısmı ihracata dönük ve büyük kısmı iç pazara dönük. Bu şekilde duvara çarpma kaçınılmaz. Belki kent rantıyla birikimin yolu aralandı görünebilir ama iç pazara dönük olduğu için Türkiye’nin ayağına dolanır.

RANT İLE SERMAYE BİRİKİMİ

Son dönemde kentin merkezi diyebileceğimiz yerlere alışveriş merkezleri, gökdelenler falan dikiliyor. Hatta öyle bir şey ki, bazen küçücük yerlerde bile oradaki yapıların yıkılıp yerine bir ticaret merkezi dikilmesi için çok uzun mücadeleler veriliyor. Bunun için davalar açılıyor, kazanılıyor, kaybediliyor. Bugün sermaye açısından, şehrin merkezindeki yerler bu kadar önemli mi?

Tarihsel olarak şehrin gelişiminde eğer şehir bir kıyı kentiyse ticaret ve sanayi ağırlıkla limana yakın yerlerde inşa ediliyor. Ve onun ihtiyaç duyduğu iş gücü de bu çeperde barınıyor. Kentin gelişimi, ticaret ve sanayi gelişimiyle ortaya çıkıyor. Zaman içinde kent evrim geçiriyor. Sanayii çeperlere yayıyor. Kendisi bir hizmet kentine dönüşmeye başlıyor. Şehrin dışına çıkardığı fabrikaların arsasına gökdelenler, oteller, alışveriş merkezleri vb. hizmete cevap veren binalar dikiliyor. Dolayısıyla sanayiin kurulu olduğu yerler bir dönüşüm geçiriyor. Bunların çevresindeki işçi barınaklarının bulunduğu yerlere de sermaye göz dikiyor. Mutenalaştırma ya da soylulaştırma adı altında bu bölgelerin yıkımını ve rant değeri yüksek yapıların peşine düşüyor. Bu nedenle İstanbul’da Sulukule’den Tophane’ye, Çeliktepe’den Gültepe’ye bütün eski gecekondu mahalleleri soylulaştırma adı altında Tarlabaşı’na kadar yıkılarak kent rantı yüksek bir dönüşüm hedefleniyor. Buradan sermaye birikimi elde ediliyor. Özellikle İstanbul bir küresel kent haline getirilip buradan bir sermaye birikimi sağlanmak isteniyor.

Şimdi kentsel dönüşüm de sermayenin bu beklentilerine cevap veren bir şey. Yeni çıkan kentsel dönüşüm yasasında da tam olarak bunlar var. Ancak bu dönüşüm deprem riski bahanesiyle yapılacak.

BİR NEVİ İKİNCİ ÖZELLEŞTİRME

TOKİ’de ihale kanunları da geçmiyor sanırım…

TOKİ, ’90’lı yıllarda küçük bir kuruluştu. Bu dönemde ne yaptılar? Arsa ofisinin bağlanması demek, altından daha değerli İstanbul hazine arazilerini bir tür sermaye olarak bağışlamak demek. Devasa bir kuruluş haline geldi. Doğrudan Başbakana bağlı. Buradan yürüyerek bütün Türkiye’de inşaat faaliyeti yürüten bir holding haline geldi. Bir nevi ikinci özelleştirme firması.

Nasıl bir özelleştirme?

Arsaları tasarruf ediyor, satıyor. Bazen doğrudan, inşaat yapmadan arsa satıyor. Arsalara el koyuyor, bazen kamusal arsaları müteahhitlerle anlaşarak inşaata dönüştürüyor. Kamusal bir mülkü özelleştiriyor. Bir özelleştirme şirketi.

Kamu ihalesi olmadan işlerin verilebilmesi önemli bir konu. Yüz binlerce konutun yapılacağı göz önünde bulundurulursa büyük bir kaynak aktarımı söz konusu.

Hep konut olarak düşünüyoruz ama bunun içerisinde kamu binaları, okullar, hastaneler de var. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Fakültesinin bulunduğu yer riski bir alan diyebilir, yıkılabilir. Böyle yanlar da söz konusu. Kamusal ve özel alanlara dair devasa bir yetki elde etmiş oluyor TOKİ.

Diğer yandan TOKİ işçileri, mühendisleri olan bir inşaat firması değil. Bir organizasyon. İşi özel şirketler yapıyor. TOKİ denetleyici. Süreci takip ediyor. TOKİ bir inşaat firması değil.

Şimdiye kadar yapılanlar da böyleydi…

Tabii tabii, TOKİ bir organizasyon.

BÜYÜK BİR BORÇLANDIRMA OLACAK

Kentsel dönüşümle yapılacak konutların halka nasıl satılacağı konusuna geleceğiz. Ancak oraya geçmeden önce başka bir noktayı da değerlendirmek gerekiyor. Projeyle, ülke genelinde yüz binlerce konut yıkılacak, yerlerine yenileri yapılacak. Bu konutlar nasıl yapılacak? Bu inşaat firmalarına nasıl bir rol biçiliyor?

Doğru düzgün bir döküm de yok Türkiye’deki konut stoku ve durumlarıyla ilgili. Bunlar da bu yasayla beraber tespit edilecek. 2005 yılında yapılan bir araştırma vardı. Buna göre Türkiye’de 20 milyon civarında konut stoku var, bunun üçte biri yenilenme ihtiyacı içinde. Yani 7 milyon konut. Bunun üçte birinden fazlası İstanbul’a aittir. 50 bin dolar bir konut maliyeti olsa 350 milyar dolarlık bir inşaat faaliyeti demektir.

Zaten 400 milyar dolarlık bir proje olarak ifade ediliyor…

Evet. Yılda 500 bin civarı konut yapılabileceği tahmin ediliyor. Bu inşaat tezgahını 15 yıl meşgul tutmak demektir. Yani böyle bir pasta paylaşılacak büyük müteahhitler arasında. Konutlar yenilenirken birileri para kazanırken birileri para harcayacak. Konutun maliyeti şudur, örneğin 100 bin liradır. Siz bu 100 bin lirayı şu şu taksitlerle ödeyeceksin. Böyle bir harcamaya da bir şekilde insanlar zorlanacak.

Konutun bitmiş haline geldik. Konutu yıkılanlara bir şekilde satılacak. Mesela kapsamlı bir kredi mekanizması mı kurulacak? O zaman da aklımıza ABD’deki Mortgage krizi geliyor.

İster istemez, bina yıkılacaksa, devlet bir kredi mekanizması sağlayacak. ’10 sene de sen şu kadar şu kadar taksitle sen bana öde’ diyecek. Şimdi bir taraftan vatandaşın konutuna niye dokunuyorsun diye itirazlar gelecek. Ama ona da deprem riskiyle karşı gelinecek. Bu durumda keyfiyet olamaz, yıkılacak. Paran yoksa, konut da alamazsın. Böylece borçlanma zorunluluğu ortaya çıkacak. Geliri olan-olmayan insanlar, ev sahibi iken, zoraki yenilenme neticesinde büyük bir borç yükü altına girecekler.
Kentsel dönüşümün öbür yüzü de bütün bu yenilenecek konutların sahiplerinin borçlandırılması gibi bir gerçeğe dayanıyor.

Yıkım maliyetlerinin de konut sahiplerinden karşılanmasını öngörüyor. ‘Yani yıktık ama senin yerine yıktık.’

Yıkım artı yapım. Burası yıkılınca, yıkımı, molozların enkazın kaldırılması, inşaat o sırada başlıyor zaten. Yıkma maliyeti artı yapma maliyeti, buradan bir fatura çıkaracaklar. Sonra konut sahiplerine işte bu yaptığımız hizmetten şu kadar borcunuz var ve taksitlerle bize ödeyeceksiniz.

Peki, vatandaş ödeyebilecek mi?

Mecbur tutacak. Vatandaşın böyle bir keyfiyeti olmayacak.

Borçlanacak ama taksitleri ödeyebilecek mi?

İşi varsa, ödemek zorunda kalacak. Şu anda ev sahibi olanlar hiçbir konut giderleri yokken birden bire borçlanma yükü altına girecekler. Dolayısıyla o borcu bir yerden karşılamak zorunda hissedecekler.

Evi olduğu için ve kira vermediği için geçinebilen birçok insan var. Ama bu borç gelince…
Yenilenmeyle beraber bir mali külfet ortaya çıkacak. Zoraki inşaat ve borçlandırma hali.

Mesela Sulukule’de yıkımlardan sonra yapılan TOKİ konutlarındaki hak sahiplerinin önemli bir bölümü taksitleri ödeyemedi. Yani ev sahibiyken evsiz kaldı…

Aynı şey buralarda da olacak. Önceki dönemde geçerli olan bütün sorunlar buralarda da yaşanacak. Müthiş bir yetki elinde topluyor TOKİ. Bir itirazın varsa 30 gün içinde dava açacaksın, daha sonra açamıyorsun. İki, yürütmeyi durduramıyorsun. Engellemeler olursa ciddi müeyyidedeler geliyor. TOKİ ihale açmak zorunda değil.

İhalesiz olarak şirketlere işler verilebilecek yani.

Kamu ihalesi gibi bir zorunluluğu yok. Anlaşma ve kontratlarla işler verilebilecek.

Kentsel dönüşümü barınma hakkı açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bugün kiralık konut ihtiyacı olanlara projenin içinde hiçbir şey yok. Alt orta sınıflara, bunların kiralayabileceği konut yapımı diye bir hedef yok. Dolayısıyla bu tamamen kiracı kesimi dışlayan bir yasa. Onlara dair hiçbir vaat yok. Kamusal varlıkların ya da eskimiş varlıkları yıktıktan sonra yerine sosyal konut yapılacak diye bir cümleye rastlamadım yasada. Dolayısıyla barınma hakkı hâlâ önemini koruyor. İyi kötü ev sahibi olanların da barınma hakkının gaspı diye bir tehlikeyle karşı karşıyayız.
Şimdiye kadar iyi kötü başını sokacak bir gecekondu yapmış, onun tapusunu edinmiş ya da ’50’li 60’lı yıllarda köyden getirdiği parayla yap-sat’tan ev almış insanlar birden bire bu yeni borçları ödeyememe, iyi kötü barındığı konutu da elde edememe ve konutsuzlaşma riskiyle karşı karşıya gelebilirler bu süre içinde.

Bir mülksüzleşme süreci…

Evet, konutu varken konutsuzlaşma, mülkü varken mülksüzleşme tehlikesi ortaya çıkıyor. Bu yeni borçlanmalara karşılık veremeyenler, konut mülksüzü durumuna gelebilirler.

Son olarak, yabancılara arazi satışının önünü açan, oradaki sınırlamaları kaldıran bir yasa da yakın dönemde Meclisten geçmişti. Bununla kentsel dönüşüm yasası arasında bir bağlantı var mı?

Eski TOKİ başkanı, şimdiki Bakanın marifeti. Belli yabancı firmaların önündeki engeller kaldırılmış oldu. 60 hektarın üstündeki arazileri ne yapacaksın? Çiftlik vb. değil. Belli ki oralara kompleksler yapılacak. Ya lüks siteler, ya uydu kentler… Bu da yabancı sermayeye bu tür yatırımlar için gerekli arsayı temin etmek üzere atılmış bir adım.

Etiketler

Bir yanıt yazın