Halk Yeşil Alan İstiyor ama Proje Görücüye Çıktı Bile…

Mecidiyeköy'deki Eski Likör Fabrikası arazilerinin satılması ile kente eklenecek olan büyük yatırım projesi görücüye çıktı.

2008 yılında arazinin özel sektörün eline geçmesi ile kamuoyunda büyük tepkiler oluştu. Diğer kamu yapılarının kaderi gibi yok olarak, yerine rant amacı güden projelerin geliştirilecek olması düşüncesi meslek odalarında, STK’larda ve duyarlı vatandaşlarda endişe uyandırdı. Geçtiğimiz günlerde Erdoğan Bayraktar’ın Ali Sami Yen Stadı’nın arazisinin ihalesini kazanan Torunlar ve Aşçıoğlu’nun arasındaki uzlaşmazlıklar ile ilgili olarak “Böyle giderse orayı yeşil alan yaparım, onu söyleyeyim. Elimden gelirse yaparım. İhaleyi iptal ederim. Çok da keyif alırım o işten. Orayı yeşil alan yaparsak çok iyi olur. Zaten iş oraya doğru gidiyor. Çok yakında onların ihalesini iptal edersek şaşırmayın,” sözleri üzerine sosyal medyada büyük yankılar uyandırmıştı ve yeşil alana bırakılmasına yönelik kampanyalar başlatılmıştı.

Ali Sami Yen Stadyumu’na komşu olan Tekel Likör Fabrikası’nın arazisinde yapılacak proje, 9 Mayıs (bugün) gerçekleştirilen bir basın toplantısında genel çerçevesi ile tanıtıldı. Toplantıya Erkan Kambek (İTÜ/Restorasyon), Gülsün Tanyeli (İTÜ), projenin mimarlarından Gonca Paşolar (Emre Arolat Architects, Ortak), Viatrans – Meydanbey Ortak Girişimi Yönetim Kurulu Başkanı Haydar Özkan, ARUP Müh. Grup Direktörü Ercan Ağar ve projenin peyzaj konularında ilgili firma Huş Mühendislik’ten Şahap Agas konuşmacı olarak katıldı.

Herkesin de bildiği gibi Tekel Likör Fabrikası arazisinin ihalesini Aşçıoğlu kazanmıştı. Fakat bu firma hisselerini İsviçre fonlu Viatrans – Meydanbey Ortak Girişimi’ne satarak, projeden çekilmiş. Projenin yeni yatırımcısı Viatrans – Meydanbey Ortak Girişimi olmuş.

İTÜ’lü öğretim üyeleri Gülsün Tanyeli ve Erkan Kambek proje sürecinde oluşturdukları ekip ile Likör Fabrikası’nın mevcut durumu hakkındaki yapmış oldukları çalışmalardan bahsettiler. Yapının çok kötü durumda olduğunu, orijinal çizimden hiçbir eser kalmadığını vurguladılar. Yapılacak proje ile yapının mimari detaylarına, gabarisine ve orijinal görünümüne sadık kalınarak kentin yeni bir sanat, kültür merkezine kavuşacağını duyurdular. Fakat tüm bunlar anlatılırken kafalarda yapının yıkılarak (rekonstrüksiyon) mı yoksa restore edilerek mi eski haline getirileceği sorusu belirdi. Bunun üzerine Radikal Gazetesi muhabiri Ömer Erbil, Gülsün Tanyeli’ye yapının yıkılıp, yıkılmayacağını sordu. Tanyeli, yapının yıkılacağını şu gerekçelerle açıkladı: “Yapının taşıyıcı sisteminin temel katıyla hiçbir bağlantısı kalmamış durumda. Müdahaleler yapılabilir. Ama her bir müdahale bina ve cephe düzeninin değişmesi demek oluyor. Betonarme yapıyı korumak çok zordur. Bu binaya çok büyük bir oranda müdahale yapılması gerek. O zaman zaten yapının özgünlüğü kalmayacaktır. Biz yapının yıkılarak yerine mimari özgünlüğüne sadık, şu an ki gabarisi ile aynı bir yapı yapılmasını öngörüyoruz.”

Erbil elindeki koruma kurulu kararlarını göstererek, 2 No’lu Koruma Kurulu’nun Mart ayındaki kararına göre yapının korunmasının öngörüldüğünü ve yasalarda tescilli yapıların korunarak sürdürülebilirliğinin sağlanması gerekliliğini söyledi. Fakat bu kararın kabul görülmeyip, Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu’nun yıkılmasını öngören kararının kabul edildiğinin altını çizdi ve bu ilke kararlarının nasıl aşıldığını sordu. Bu sorunun üzerine Tanyeli, eğer bir yapı ayakta duramıyorsa yıkılarak yeniden aynısının yapılmasının olabilirliğinden bahsederek, yapılacak işin 20. yy koruma anlayışına aykırı olmadığını söyledi. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın kurumlara genelge göndererek, yetkinin Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’na geçtiğini belirtti.

Mimari proje sahibi Emre Arolat Mimarlık’ın ortaklarından Gonca Paşolar ise projeyi genel hatlarıyla dinleyicilere aktardı. Paşolar, mevcut yeşil alanı korumaya yönelik anıtsal çınar ağaçlarını koruduklarını ve yapılaşmayı mümkün olduğunca yatayda az tutarak, yeşil ve açık alanlar oluşturduklarını söyledi. Mecidiyeköy’deki yapılaşma izni olarak emsal 3’ü koruduklarını, alandaki TAKS (taban alanındaki yapılaşma) oranının %50 olduğunu fakat onların %20’lik bir yapılaşma ile kat yüksekliklerini arttırdıklarını belirtti. Paşolar, bu şekilde ek bir yoğunluk getirmediklerini söyledi. Fakat proje ile Likör Fabrikası’nın arka bahçesine yapılacak 2 kulenin her biri 40’ar katlı olacak. Bu şekilde belediye tarafından belirtilen yapılaşma oranının (böyle bir alana 3 emsal verilmesi ayrı bir tartışma konusu olsa da) nasıl korunabileceği ve kent silüeti açısından nasıl bir görünüm elde edileceği biraz kuşku uyandırıyor. Silüet konusunda sıkıntı yaratmayacağı da belediye tarafından kabul görmüş. Diğer bir konu da ulaşım konusu. Şu an da bile ulaşım yoğunluğuna çözüm bulunamayan bu alanın proje gerçekleştiğinde nasıl bir boyuta ulaşacağı aşikar.

Dinleyicilerden Paşolar’a gelen “Bacalardan hiç etkilenmediniz mi?” sorusu üzerine, “Hayır etkilenmedik, çünkü bacalar 1930’larda değil ara dönemde ihtiyaçtan ötürü yapılmıştır,” yanıtı geldi.

Bakıldığında projenin gerçekleşmesine hiçbir engel bulunmuyor. İşveren, yatırımı yapan, projeyi çizen ve projede danışmanlık yapan her bir kişi heyecanla projeyi dinleyicilere aktardılar. Fakat Gülsün Tanyeli konuşmasında, alanın böyle bir proje yerine yeşil alana bırakılmasını kendisinin de istediğini fakat bu durumun siyasi bir karar olduğunu belirtti.

Toplantı sonrası, Likör Fabrikası gezilerek, mevcut durumun neden yıkılmayı öngördüğünü açıkladılar.

Proje gerçekleştiğinde, Likör Fabrikası’nın orijinaline sadık olacağı ifade edilen bir sanat merkezi oluşacak. Ama asıl manzara, Fabrika’nın arkasındaki yeni yapılaşmalar ile ortaya çıkıyor. Bu yapılaşmalar sonucu, 5 yıldızlı bir otel, 55.000 metrekarelik bir konut alanı, 25.000 metrekarelik ofis alanı, 13.000 metrekarelik bir ticaret alanı oluşacak.

Proje’nin lansmanının Eylül-Ekim ayları içerisinde yapılacağı söylendi. Mecidiyeköy’ü neler bekliyor göreceğiz. Yine de her şeye rağmen #alisamiyenparkolsun diyoruz!

Etiketler

1 Yorum

  • p-bade-becit-coskun says:

    İstanbul’un bir silüeti kalmadı ve daha da kötüsü günden güne ruhunu da kaybettiriyorlar. ” Yeşil alan istiyoruz” denildiğinde, şeytan çarpmış gibi tavır sergileyenler, yarın öbürgün İstanbul’da büyük bir deprem olduğunda acaba hangi açık alanda ya da hangi yeşil alanda milyonlarca insanımızı toplamayı ve hatta örneklerle meşhur olan çadırlarda barındırmayı planlıyorlar merak ediyorum. Artık şehir dışına kaçanlar kurtulur herhalde.
    Bu günlere, plansız programsız yapılaşma ve birilerine rant sağlamak için on sene yirmi sene sonrayı düşünmeden yapılan akıl almaz projelerle, yollarla geldik. Kendine yeten genç bir ülkeyi her bakımdan yetersiz, tıpkı hasta adam adına yakın, genç görünümlü ama kanser hastası bir ülkeye çevirmek üzere planlar yapılmış ve itirazsız uygulanıyor. Yakında toprak ana öcünü fena alacak, o zaman ah vah etmenin hiçbir anlamı kalmayacak. Tıpkı benzer memleketler ve halkı gibi… Saygılarımla…

Bir yanıt yazın