Yön duygusu

Andrew Finkel'in köşe yazısı...

İstanbul’daki taksilerin torpido bölümünde belirmeye başlayan GPS aletleri kafası sürekli sallanan boncuklu kuşlara benziyor. A noktasından B noktasına gitmek için kullanılacak bir araçtan ziyade birer moda unsuru gibi. Henüz bir şoförün bunlardan birini kullanma ihtiyacı duyduğunu, hatta bir sokak haritasına baktığını da görmedim.

Belki de çok umurlarında değil. Nitekim İstanbul Belediyesi keyfî bir sıklıkla sokakların adlarını değiştiriyor. Benim, 50 metreden kısa sokağımın bir çiçek cinsi olan adı, üç yıl önce, başka bir çiçek türüyle değiştirildi; ve bu, 1939’dan bu yana yapılan dördüncü isim değişikliği. Geçen gün, apartman numaramızın da 4’ten 6’ya değiştirildiğini öğrendim; işin garibi sokakta bizim ev dışında sadece bir ev daha var. Tabii bu, 1940 ile 2000 yılları arasında adı değiştirilen 12 bin köyle, yani ülkenin yüzde 35’iyle kıyaslandığında hiçbir şey sayılmaz.

Çoğu Rumca, Ermenice ya da Kürtçeden Türkçeye çevrildi. Bazı durumlarda ise, değişikliğin sebebi muğlâk.

Şimdiye kadar haritacılık kültürünün önündeki en büyük engel, bizi idare edenlerin haritalara hâlâ, Soğuk Savaş döneminin tank tuzakları ya da tersane eskizlerinin polaroid fotoğraflarına bakar gibi şüpheyle bakması. Bu ‘bilgi güçtür’ görüşünün bir ifadesi, o nedenle azar azar sunmak lazım. Orduya bağlı Harita Genel Komutanlığı, bir haritanın, kamuoyu yararına ters düştüğü ya da “uluslararası alanda istismar edilebilecek nitelikte” olduğunu söyleme hakkı bulunuyor. Buna uymayanlar için de katı cezalar öngörülüyor. Pratikte, 1/200.000 ölçekten büyük (ya da bir santimden iki kilometreye kadar) olan haritaların yayınlanmasını yasaklıyor; eğer bir şehirden diğerine gidiyorsanız idare eder, ama kırlarda keşfe çıkmak istiyorsanız çok yetersiz. İngiliz resmî haritacılık kurumunun hazırladığı, İngiliz gezginlerin vazgeçilmesi haritalar genelde 1/25.000 ölçeğindedir.

İstisnalar var. Bazı kurumlar özel lisansla ayrıntılı şehir haritaları üreterek ticari amaçlı kullanılmak üzere haritalandırma verileri sağlayabilir. Türk ordusu büyük ölçekli haritalar yapıyor ve üzerlerinde “ÇOK GİZLİ” ibaresi olmasına karşın, bir şekilde akademisyenlerin ya da bunlara en çok ihtiyaç duyacak olan karayolu çalışanlarının eline düşüyor. Otel görevlileri de misafirlerine zevkle, Sultanahmet Camii’ne nasıl gideceklerini gösteren katlanır haritaları sunuyor. Fakat bildiğim kadarıyla Avrupa’da, en az 1/50.000 ölçekli kamuya açık eşyükselti haritası olmayan başka bir yer yok.

Uydudan bir köpeği koşarken dahi görüntüleyebilirken, Türkiye’nin 1/100.000 ölçekli Sovyet dönemi askerî haritaları internetten ücretsiz bulunabilirken, bu, tuhaf bir şekilde Google dünyasında yanlış tarihlendirilmiş. Türk anayasası aslında, haritaların kâğıda basıldığı ve dijital kodlarla muhafaza edilmediği 1925 yılında düzenlendi. Fakat haritaları zarar vermek için kullanmak isteyen kötü adamlar istedikleri bütün verilere ulaşabiliyor ve bunun cefasını da turistler, arazi sürücüleri, arkeologlar ve kırsal kesimde yolunu bulmak isteyen herkes çekiyor. Ve bir doğal afet durumunda değil 1/5000, 1/25.000 ölçekli haritaları dahi kilit altında tutmak, birçok yaşama mal olacak.

Haritalamanın imdada yetişebileceğinin en efsanevi örneği (biraz abartılsa da) 2010 depremini yaşayan Haiti’dir. Müthiş bir hızla, dünyanın her yerinden gönüllü haritacıların oluşturduğu bir dünya haritası projesi olan Açık Sokak Haritası’nın (OSM) üyeleri havadan ve uydudan çekilmiş güncel görüntüleri haritalara uyarladılar; bunlar sokakları göstermekle kalmayıp, aynı zamanda hangi sokakların yıkılan binalar ve köprüler yüzünden kapalı olduğunu gösteriyordu. Veriler, olay yerinde, enkaz altındakilere ulaşmaya çalışan arama-kurtarma ekipleri tarafından gelen bilgilerle desteklendi; onların telaşlı mesajları yurtdışındaki Haiti cemaati tarafından online olarak tercüme edildi.

Birleşmiş Milletler enformasyon teknolojisi daire başkanına haritaların insani destek amaçlı kullanılmasıyla ilgili danışmanlık yapan Süha Ülgen, kitle kaynaklı çalışma ya da bir başka deyişle sokaktaki –ya da internetteki– meraklı insanları mini-Merkatorlara dönüştürmenin geleceğin yöntemi olduğunu söylüyor.

Ülgen, Van’daki depremde de Haiti tecrübesini uygulamaya çalıştı. “Google haritaları, depremin en çok vurduğu Erciş ile ilgili yeteri kadar ayrıntı göstermiyor” diyerek, Digital Globe adlı özel bir uyduyla algılama şirketinin sağladığı görüntülerin OSM’de dönüştürülmesiyle işe koyuldu.

Sonuçta kurtarma ekiplerinin ihtiyaç duyduğu bütün bilgilerin yer aldığı bir dijital Erciş haritası ortaya çıkıverdi. Yine de sınırlı bir etkisi oldu. Acil servis ekipleri telaş içindeydi, kendi akrabalarını kurtarmaya çalışan yerel müdahale ekipleri de yeni bir teknolojiyi benimsemek için fazla meşguldü.

Ülgen’e göre bunun çözümü afetlerden önce bir haritacılık algısı oluşturmaktan geçiyor, özellikle de Türkiye gibi sismik olarak aktif bir ülkede. Bu da haritaların, yetkililerin bilgi edinme hakkı kapsamında izin bahşedecekleri bir şey olarak değil, bizatihi bir hak olması anlamına geliyor.

Ben payıma düşeni yapıyorum. Şimdi ne zaman GPS’li bir taksiye binsem, şoföre cihazı açmasını söylüyorum. Kısa bir süre önce, Atatürk Havalimanı yakınlarındaki bir adrese gitmeye çalışıyordum. “İşe yaramaz” dedi taksici ekranda bir karaltı belirdikten sonra, “0rası gizli bölge”. Sonuçta bir şekilde oraya ulaştık ama bildik yöntemlerle, yön duygusu ve camı indirip yol sorarak.

Etiketler

Bir yanıt yazın