Osman Hamdi Bey’e hürmetle

Osmanlı-Türk(iye) modernleşmesinin büyük aktörlerinden biri olan Osman Hamdi Bey'in kurduğu müze bize ne anlatmaktadır?

Başlığı mecburiyetten kısa tuttuk, siz şöyle olduğunu farz edin: Osman Hamdi Bey’e hürmetle: Tarihi keşfetmek neden önemlidir?

Tarihi keşfetmekten ne kastediyoruz? Aslına bakarsanız tarih tamamen olmasa da büyük oranda keşfedildi. Planlı ve sürprizli arkeolojik buluntularla bazı bilgiler ve yorumlar elbette yenileniyor. Söz gelimi İstanbul’daki Marmaray kazıları sırasında, kentin en eski limanı ortaya çıktı. İskele kalıntıları ve gemi batıklarıyla bu büyük bir keşifti. Tabii çanak çömlek de bulunmadı değil.

Ancak günümüzde bilimsel kazılarda insanlığa dair asıl büyük bulgular, tarih öncesi devre ilişkin olanlarda ortaya çıkıyor. Mesela Doğu veya Güney Afrika’da bir iskelet bulunuyor, o iskeletin sahibinin yaşadığı yer ve beslenme alışkanlığına dair bilgi ediniliyor, işte deniyor ki söz gelimi; “meğer falanca bölgeye insanlar ilkin zannedilenden 10 bin yıl önce gelmişler”.

İnsanın yerleşik hayata geçtikten sonraki serüvenine dair tarih yazımını altüst edecek yeni bulguların keşfedilme olasılığı ise gitgide azalıyor (belli de olmaz gerçi).

Öyleyse baştaki soruya dönelim, tarihi keşfetmekten ne kastediyoruz? Cevap; tarihin kişisel keşfi. Hatta bunun bir sonraki adımı olarak kişisel tarihin keşfi. Çünkü tarih aslında bugünü anlatıyor. Ve günümüzde neyi neden yaptığımızı, kimi gelenek ve alışkanlıklarımızın kökenini, nereden geldiğimizi ve hatta nereye gideceğimizi, farklı ve ayrı olduğumuzu düşündüğümüz insan topluluklarıyla gerçekten de o kadar farklı ve ayrı olup olmadığımızı değerlendirme olanağı sunuyor bize.

Ortaöğretim yıllarında okuduğumuz ve şayet çok meraklısı değilse insanda ilgi ve daha fazlasını öğrenme merakı uyandırmayan tatsız kitaplarda bahsedilen Antik Çağ uygarlıklarına, yaş biraz kemale erdikten sonra ve sakin kafayla yeniden bakmak insanı tatlı bir zaman tüneline sokabiliyor. Ve o tünelde estetik zevkiniz tatmin oluyor, bugünküne göre kıyas kabul etmez derecede sınırlı imkânlara sahip atalarınıza hayranlık duygunuz büyüyor.

HİÇBİR ŞEY BUHARLAŞMIYOR

Evet, o heykelleri, lahitleri, takıları yapan insanlar bizim atalarımız. O uygarlıklar doğup gelişip sonra da buharlaşarak ölmediler. Kültürler, savaş zamanında bile iç içe geçip yoğruluyor (nispeten yakın tarihli bir örnek için bkz. Haçlı Seferleri) ve basbayağı bugüne uzanıyor. Anadolu’da binlerce yıl inanılan ana tanrıça Kibele’yi, başka bölgelerden gelerek Anadolu’yu istila eden kavimler de (mesela Frigler) benimsiyor ve Kibele zamanla güzel bir isim olan Sibel’de izini bırakıyor.

Yahut Anadolu’da Tunç Çağı’na (M.Ö. 3000- M.Ö. 1200) ait bir buluntu olan ikiz idol, bir açıklamaya göre, Anadolu folklorundaki geçmişten günümüze uzanan “analı-kızlı” kültürel öğesinin bir ifadesi. Bu öğe bugün kâh türkülerde, kâh lezzetli bir çorbada karşımıza çıkıyor.

Türkiye’de, etkisini halen büyük ölçüde sürdüren Türkçü veya Türk-İslamcı tarih anlayışı geleneksel olarak 1071 öncesini mümkün mertebe yok sayma, yahut bunu yapmasa bile ayrı, başka, yabancı, dışsal bir zoraki miras olarak kavrama eğilimindedir. 1990’ların ortasında bir büyükşehir belediyesi bu anlayışın ekstrem bir örneğine imza atarak Hatti güneş kursunu şehrin amblemi olmaktan çıkarmıştı.

Hâlbuki çürümeye yüz tutmuş Bizans İmparatorluğu’nun yönetimindeki Anadolu’da Selçukluların siyasi egemenliğinin, Türkçe’nin ve İslam’ın hızlı yayılışı Orta Asya’dan gelen çekirge sürüsü misali bir nüfus hareketiyle olmamıştır ki. Halkın epeyce bir kısmı bu kültürü benimseyerek dönüşmüş, dönüşmeyenler de gene bu kültürle etkileşim içinde kalarak 19. Yüzyıl sonu-20. Yüzyıl başına kadar varlıklarını sürdürebilmiştir.

HERKESİN ERİDİĞİ POTA

2003 yılındaki bir araştırmaya göre Oğuz boylarının gen özelliklerine Türkiye nüfusunun ancak yüzde 1.5’inde rastlanmış. Ve de evlilikler vs. vasıtasıyla bu genler yüzde 9.5 oranında yaygınlaşabilmiş. Öte yandan Türkiye halkının genleri yüzde 94.1 oranında kadim Anadolu halklarından gelme. Tüm dünyaya dağılmış Ermenilerin DNA’larını inceleyip akrabalıkları tespit etmek amacıyla kurulan Armenian DNA Project’in bulguları da keza malumun ilamı mahiyetinde:

Projeyi yürüten Peter Hrechdakian, Türkler, Kürtler, Ermeniler, Yahudiler ve Süryanilerin aynı soy havzasından geldiğini belirtip ekliyor: “Hepimiz aynı coğrafyanın insanlarıyız. Bizler Ermeni, Türk veya Kürt olmadan önce atalarımız ortaktı”. İlginç bir ayrıntı da, kimi Ermenilerin Türk çıkma endişesiyle DNA testi yaptırmaktan kaçınmış olması. Bu korkunun bir temeli yok tabii, test kimseye “sen Ermenisin”, “sen Türksün” diye bir şey söylemiyor (kaynak: Maral Dink, Agos, 18 Mart 2011).

Tüm bunların Osman Hamdi Bey’le ne ilgisi var? Osman Hamdi Bey bir öncü, bir aydın, bir sanatçı, hatta bir kahraman. Onu burada anlatmayalım. En büyük eserini, İstanbul’daki Arkeoloji Müzesi’ni gezin (İstanbul’da yaşayıp da hâlâ gitmediyseniz). Orada Anadolu’nun ve çevresinin Antik çağdaki mimari, sanatsal ve kültürel zenginliğine tanık olun. Bir büyük erime potası olan Anadolu’ya ve dahi Doğu Akdeniz’e o gözle bakın. Tarihi keşfedin. Tarihinizi keşfedin. Ve onu sahiplenin.

Etiketler

Bir yanıt yazın