Taksim’in Keraheti ve Zarafeti

Murat Bardakçı yazdı...

Taksim Meydanı’nda aylardan buyana devam eden yayalaştırma faaliyeti tamamlandı ve trafik yeraltından akmaya başladı…

Bazı yazarlarımız meydanın yeni hâlini görmüş ve beğenmemişler… “I-ıııh! Olmamış! Hoşuma gitmedi” diye yazıyorlar…

Şimdilik devâsâ bir beton zemini andıran meydanda süsleyip püsleme işine daha başlanmamış olmasını bir tarafa bırakalım… Düzenlemelerin ve rötuşların tamamlanmasından sonra ortaya neyin çıkmasını bekliyoruz ki? Trafik yeraltına indi diye Taksim sihirli bir değnek değmişçesine birdenbire şekil değiştirecek ve bir zarafet sembolü halini mi alacak?

Böyle birşeyi hiç hayal etmeyelim, olmaz! Baş köşeye birilerinin şimdi “cumhuriyetin sembolü” zannettiği “AKM” denen heyulâ konmuş ve bu mezbeleye eliniz bile sürülemez olmuşsa, meydanın iki tarafına 70’li senelerin ithal mimari modelleri ile inşa edilmiş oteller dikilmişse, girişlerden biri hâlâ hamburger panayırını andırıyorsa ve etrafı çevreleyen apartmandan barakaya kadar dünya kadar binanın herbirinin boyu birbirinden farklı ise o meydandan bir hayır bekleyemezsiniz. Zira, ucubeyi en güzel, hattâ en rüküş şekilde allayıp pullayıp süsledikten sonra ortalığa salsanız bile asıl vasfını, yani ucubeliğini değiştirmeniz mümkün değildir; sadece bakıldığında hissedilen ikrahı azaltmışsınızdır, o kadar…

YIKMADAN DÜZELMEZ!

Taksim Meydanı’nın son vaziyeti işte bundan ibarettir! Daha önce defalarca yazıp söylemiştim: Taksim sadece Türkiye’nin değil dünyanın en çirkin meydanlarından biridir ve dümdüz edilmeden, yani 18. asırdaki tamamen boş hâline getirilip yenibaştan yapılmadan birşeye benzemesi de mümkün değildir. Taksim’i kuşatan çirkinlikler orada öyle durduğu müddetçe yapılacak bütün değişiklikler sadece kısmî bir hoşluk verecek ama meydan Bektaşî’nin şarap hikâyesindeki gibi eski hâlinden mutlaka daha güzel olacaktır…

Dikkat ederseniz, imparatorluklara asırlar boyu başkentlik etmiş olan İstanbul’un meydanlarının diğer memleketlerdekilere göre mukayese edilemeyecek kadar ufak olduğunu görürsünüz. Zira hem meydanlarda biraraya gelmek gibi bir toplu eğlence kültürümüz yoktur, hem de gelmiş geçmiş bütün yönetimler kalabalıkların meydanlarda toplanmasını oldum olası istememiş ve izin vermemişlerdir…

“MEYDAN”, “KAN”I HATIRLATIR

“Meydan” demek bizde oralarda yaşanmış hoşlukların, güzelliklerin ve eğlencelerin değil, sadece kan ve gözyaşının hatırlanması demektir. Meselâ, “Taksim” dendiğinde hatırlara dünya kadar insanın can verdiği 1977’deki olaylar yahut 1969’daki “kanlı Pazar” gelir; “Bayezid” de 27 Mayıs öncesindeki kanlı gösterilerdir… Meydanların isimleri Osmanlı zamanında da hatırlara aynı şekilde hep kan ve gözyaşını getirmiş; vakti zamanında Aksaray taraflarında olan ama bugüne gelememesi için herşeyi yaptığımız “Etmeydanı” yeniçerilerin kazan kaldırmalarını, yani isyan etmelerini hatırlatmış ve Etmeydanı’nda başlayan ayaklanmalar “Atmeydanı”nda yani bugünün Sultanahmed’inde ihtilâle dönmüştür!

Dolayısı ile, allanıp pullanmasına henüz başlanmamış olan Taksim’in şimdiki vaziyeti bile eski hâline göre derli-topludur, meydanın suratı daha bakılabilir bir hal almıştır. Düzenlemeler tamamlanınca daha da bakılabilir olacaktır ama baştan aşağı elden geçirilmedikçe, meydanın suretindeki kerahetin zarafete dönmesi mümkün değildir.

Etiketler

Bir yanıt yazın