Steven Holl’den Çin’in Deneysel Tasarım Ortamında Bir Kompleks: Vanke Merkezi

Çin, bir süredir mimarların en tuhaf fikirlerini dahi özgürce uygulayabildikleri bir ülke niteliğinde. Bu özgür tasarım ortamı, gerçekleştirilen başyapıtlar sonucu, bir mimari rönesansın başlangıcına işaret ediyor.

Söz konusu olan proje Vanke Merkezi ise, Pearl Nehri deltasında yer alan 9 milyon nüfusa sahip, canlı bir şehir olan Shenzhen’de inşa edilmiş, muazzam büyüklükte bir ofis, otel ve sergi kompleksi. Merkezin mimarı ise Avrupa ve Amerika’da önemli projelere imza atan, fakat kentsel önerileri on yıllardır uygulanmamış, büyük bir yetenek, Steven Holl.

Çin’de rafta bekleyen fikirlerinin uygulanması için fırsat bulan mimarın tasarımının sonucu ise olağandışı.
“Yatay Gökdelen” olarak da anılan Vanke Merkezi, hem bir yapı, hem bir peyzaj uygulaması, hem de bir altyapı olarak tanımlanabileceği için gerçeküstü, melez bir kompleks özelliğinde. Binanın tropikal bir parkın üzerinde yer alan sivrilen birimleri, 15 m’ye kadar uzanan taşıyıcılarla desteklenirken, karakteristik olmayan bir alana da kimlik kazandırıyor. Bu da, yetenekli mimarların sadece yaratıcı kısıtlamaların varlığıyla (ya da, açık olmak gerekirse, kalkınmış ülkelerdeki yüksek işgücü ücretlerinden bağımsız bir şekilde), özgürce nasıl tasarımlar gerçekleştirebildiklerini gösteriyor.

Şehrin içinden binaya ulaşım, dağların arasından geçen, kavisli bir otoyol vasıtasıyla, 45 dakikalık bir süre içerisinde sağlanıyor. Otoyol tünellerin içinden geçerek sahile ulaşıyor. Kavisli yol boyunca ilerlerken, her dönüşte şehrin coşkun enerjisinin izi kayboluyor, yerini ruhsuz, birbirine yabancı bölgelere, eski ticaret alanlarına ve sonsuza kadar uzanacakmış izlenimi yaratan üçüncü sınıf dağ villalarına bırakıyor.

Nihayet merkez görünmeye başladığında, bir yanında dağlar, diğer yanında sahil kıyısında yer alan, yüksek olmayan konut kompleksi ile başka bir dünyadan çıkan bir görüntü ile karşılaşılıyor. Yedi büyük ayağın üzerinde yükselen kompleksin ana yapısı, çevresine yayılmış olan bölgeyi bağlayıcı, içerisinde yaşanabilir bir köprü niteliğinde. Binanın parçaları yaklaşık 45,000 metre karelik bir alanı çevrelemek için kollara ayrılmışlar. Bazı yerlerde bölümler belirli bir yerde kesilip, zeminle buluşurken, bazen de peyzaj yükselerek binaya ulaşıyor.


Kompleksin Yönelim Şeması

Yapı, Holl’un hemen hemen her yeni tasarımı gibi bir sürdürülebilir mimari başarısı. Çatıda yer alan güneş panelleri, güneş kırıcılar ve suyun geri dönüşümünün sağlanması, çevre dostu uygulamalar arasında. Ayrıca, kütlenin 3 ile 5 kat aralığında yükseltilmesi yeşil alan kullanımını arttırıyor. Holl, bu uygulamayı tsunamiye karşı bir önlem olarak da değerlendirmekte.

Ancak içerisine girilince bütünüyle algılanan park, aynı zamanda bir sosyal makine görevi görüyor. Holl parkı hem çevredeki kasvetten kaçmak, modern Çin’in baskıcı atmosferinden kurtulmak, hem de ofis çalışanları ve çevredeki yerleşmelerden gelen kişilere bir buluşma yeri olanağı sunmak için planlamış.

Sıra halindeki, yabani birki örtüsüyle kaplı küçük tepeler, adeta ürkütücü derece bir sükunet vererek yol ile parkı birbirinden ayırıyor. Park ise, çalışanların sabah egzersizlerini yapması için yükseltilmiş bir platform, yansıtıcı bir havuzun yer aldığı küçük bir plaza ve otel yöneticileri için yerin altına 6 m kadar inen, açık alanda inşa edilmiş yüzme havuzu ile kullanıcılarına çeşitli kamusal alanlar sunuyor.

Bununla beraber, açık alanlar titizlikle tasarlanmış bir altyapı topluluğunu içeriyor. Parkın merkezine yerleştirilmiş muazzam büyüklükteki beton merdivenler, kullanıcıları kongre holü ve toplantı odalarına yönlendirmekte. Yansıtıcı havuzun altında yer alan açıklıklar sayesinde ışık, bazı odalara girip, bir akvaryum etkisi yaratıyor. Alt kotlara inildiğinde ise, biri 500 kişilik bir tiyatro, diğeri bir restoran içeren iki büyük tepenin yapay olduğu anlaşılıyor.


Ana Binaya Bağlanan, Taşıyıcı Ayaklar Üzerinde Yükseltilmiş Kütleler


Kompleks Kamusal Alanlarla İç İçe Yer Alıyor

Sosyal alanların zenginliği, Holl’ün sosyalleşme ve mahremiyetin bir arada olabilmesine dair sezgisel yaklaşımı, hem parkta hem de yapının ofis katlarına ayrılan bölümünde görülebiliyor. Taşıyıcı ayakların içerisine gizlenen asansörler, kullanıcıları, ofis dışında, resmi olmayan buluşmaların gerçekleştirilebileceği, birçok katta bulunan, yeraltı odasına benzer, çeşitli salonlara yönlendiriyor.

Ofis katlarında yer alan koridorlar, klasik şirket binalarının aksine monoton bir şekilde tasarlanmamış. Çalışanların mahremiyeti, bir mekandan diğer bir mekana geçiş yapmaktansa, küçük hücrelerden oluşan birçok birimin şeffaf bir toplantı odasına bağlanması ile sağlanmış.

Holl’ün tasarımının en sıradışı yanı ise, adeta eskiye öykünen işçiliği. Bilgisayar teknolojisinin gelişmesi ile beraber akıcı ve kusursız bir şekilde birbirine bağlanmış alanların tasarlandığı mimarinin aksine, Holl’un iç mekanları yer yer el yapımı gibi görünen, origamiye benzer, açısal ve uyumsuz alanlardan oluşuyor denilebilir. Örneğin salonların alçı duvarları, iç içe geçen köşeler yaratmak amacıyla yönlendirilirken, güneş kırıcılar ise, günümüzdeki modern binalardaki pürüzsüz görünümleri ya da kompleksin çevresinde yer alan binalardaki ucuz görüntülerinin aksine, oluklu alüminyum kanallardan oluşturulmasıyla el yapımı izlenimi sergiliyor.

Teknolojinin getirdiklerine dair kuşkucu olan biri için yapı, ustaca gizlenmiş bir sağlamlık içeriyor. Mimar, kullanıcıların çevrelerindeki dünyayı düşünmeyi bırakmayı yönlendiren bir tasarım gerçekleştirmiş.

Tasarımıyla Holl, banliyö ya da şehir olarak tanımlanamayacak, yeni mimari çözümlere muhtaç, karakteristiği olmayan bir alana kimlik kazandırıyor, mimarisiyle yeni olanaklar sunuyor. Ayrıca, kompleks, Çin’in tasarım açısından deneysel ortamıyla, özgün fikirlerin biraraya gelerek ne kadar heyecan verici bir mimarinin ortaya çıkabileceğini gösteriyor.

Etiketler

Bir yanıt yazın