Ali Ağaoğlu göze batarak uçuruma sürükleniyor…

Kendisinin mi içi gidiyor medyada böyle yer almak konusunda, yoksa "haber-reklam-köpürtme-karizma" sarmalının bir parçası haline getirilirse...

Büyük işler alacağı mı hesaplanıyor, nihayet her erkeğin biraz içinde olan karizmatik erkek olma sevdası mı bu imajı yaratıyor bilmiyorum…

Bildiğim Ali Ağaoğlu’nun hızla düşüşe geçmek için elinden geleni her şeyi yaptığı…

Çetin Altan’ın on yıllar önce söylediği ilginç bir “kelime oyunu” vardı…

“Gözden düşmenin yolu…” derdi Çetin Altan; “İlk başta göze girmektir… Göze giren şey bir süre sonra gözde fazlalık yapar… Böylece göze batmaya başlar… Göze batan şey, gözden düşmenin başlangıcıdır… Çünkü gözüne batan şeyden insan kurtulmak ister…”

***

İlk başlarda genç kadınlarla resimleri servis edilerek “playboyvari” bir havada lanse edildi Ali Ağaoğlu…

Son model arabalarda, genç ve güzel kadınlarla pozlarıyla…

“Güzel kadınların dayanılmaz bulduğu karizmatik erkek” imajına abanabildikleri kadar abandılar reklamcıları Ali Ağaoğlu’nu tanıtmak için…

Oysa Ali Ağaoğlu bir işadamı…

Bir müteahhit…

Ev yapıyor, konut yapıyor, site yapıyor ve satmaya çalışıyor…

İnşaat sektöründe bir sürü firma altüst olurken; kaç kere “Sektörde bir Ali Ağaoğlu kaldı…” diye bana dert yanmıştı başka müteahhitler…

***

Reklamcıları ve halkla ilişkilercileri Ali Ağaoğlu’ndan “genç kadınlarla gezip tozan, ulaşılmaz bir lüksün içinde yüzen, ultralüks arabalarının plakaları adının ve soyadının başharflerini taşıyan, dayanılmaz erkek profili” çıkarmaya uğraştıkça Ali Ağaoğlu, önlenemez bir şekilde uçuruma sürükleniyor…

Doğrusu Fatih Ormanı’nı alıp ne yapacaktı, niye bunca velvele koptu bilmiyorum…

Sonunda Bakanlık niye ormanı Ali Ağaoğlu’ndan aldı ilgilenmiyorum…

İlgilendiğim, Ali Ağaoğlu imajının herkesi rahatsız edecek ölçüde ve sanallıkta, bir şişkinliğe getirildiği ve gözden düşmesi için elden gelen herşeyin yapıldığıdır…

***

Bu dünya, “karizmatik, dayanılmaz, zengin erkek portresi çizmek uğruna” iş hayatlarını mahveden erkeklerle doludur…

İsmini vermeyeyim, daha birkaç ay önce, “yine böyle çok seksi ve dayanılmaz erkek edasıyla piyasada dolaşan ünlü bir işadamı”nı yeni danışmanları alelacele evlendirdiler…

“Bu imajınız kadınlarla ilişkinizde avantaj sağlasa da, iş dünyasındaki ilişkilerimize büyük zarar veriyor…” diyerek…

O işadamı magazin sayfalarında kendini görmedi mi, “acaba gündemden düşüyor muyum” diye soranlardan olsa da, evlilik kararını almakta tereddüt etmedi…

***

Orman meselesinde kim haklı önemli değil…

Meselenin özü orada değil zaten…

Ali Ağaoğlu çok fazla göze girdi, bir süre sonra göze batmaya başladı…

Göze batınca da göze acı verdiğinden gözden düşmesine uğraşılmaya başlandı…

Kadınlarla ilişkilerinde önemli avantajlar sağlamıştır bu durum…

Ne ki iş hayatına hayırlı gelmez…

Ali Ağaoğlu kadar büyük işler yapan bir müteahhit esasen bu kadar sıradan olamaz…

İmaj vereceğiz diye şişirmeye çalışırken, var olanın sadeliğini de yok ediyorlar sanırım…

*****

ATİNA’DA HER ŞEY TÜKENMİŞ!..
Bir zamanların sönmeyen buzukya ışıkları, gece bitmeyen taverna sohbetleri, sabahlara kadar süren trafik keşmekeşi sona ermiş bitmiş gitmiş yirmidört saat yaşayan Atina’da…

Dün arkadaşım bunları anlatırken, içim tarifsiz hüzünlerle doldu…

Atina’dan İstanbul’a geldiğim kısa ziyaretler aklıma geldi…

İstanbul’da gecenin erken bittiğini görüp, meslektaşlarla nasıl dalga geçtiğimi düşündüm…

-“Siz bu saatte uyuyor musunuz?.. Her yer erken erken kapanıyor da…” diyerek, “Sizin kapandığınız saatlerde Atina’da insanlar akşam yemek yemeğe çıkarlar…” derdim…

***

Arkadaşım “O sevdiğin Atina zifir karanlıklarda şimdi” dedi…

“Buzukyalar bile hafta içi günlerde hiç açmıyorlar… Gece karanlık çöküyor Atina’ya…”

Sabaha karşı 04’te Panepistimou (Üniversite) caddesinden eve doğru dönüşüm aklıma geldi…

Öyle bir trafik olurdu ki, korna basardım gecenin daha doğrusu sabahın o saatinde önümdeki arabaya…

Hiçbir taverna kapanmak, hiçbir buzukya bitmek bilmezdi…

Kimseler gitmek istemezdi evine…

Kafe’ler bile saat 03’ten önce kapanmazdı…

***

-“Şimdi kimselerde para kalmadı…” dedi arkadaşım; “kimsecikler bir yerlere gidemiyorlar… Biraz gençler öylesine takılıyorlar… Hepsi o…”

Bunu söylerken İstanbul cıvıl cıvıldı…

Bulunduğumuz restoran içerisi dışarısı tıklım tıklımdı ve tek bir masa boş yoktu…

“Ne olmuş buralar böyle?..” dedi…

İstanbul’un gururu, Atina’nın içimde yarattığı hüznün önüne geçemedi…

Atina eski, ama eskimeyecek bir sevgilidir benim için…

Onun tavernalarının, buzukyalarının, piyano barlarının, kapalı ışıltısız ve pırıltısız haline hiç dayanamam…

Onların karanlıkta kalması, benim gençliğimin karanlığa düşmesidir ki buna dayanmak mümkün değildir…

Gençliğimin Atina’sı elbette parıldayacak bir gün…

Acaba bir gidip, derin hüzünlerden mazoşist mutluluklar mı peydahlasam diyorum?.. Bilmem ki…

Etiketler

Bir yanıt yazın