Mış gibi yapma sanatı

Çözüm bekleyen her türlü konuda mevcut iktidarın "mış gibi yapma" becerisi takdire şayan...

Demokratik açılım, nam-ı diğer Kürt açılımı sürecinde toplumun çeşitli kesimlerinin (basın mensupları, sanatçılar, spor dünyası vs. ) görüşü alınıyorMUŞ gibi yapılması son yılların önemli hamlelerinden biri idi.

Görüşler alındı ama ortada açılan bir demokrasi olamadı. Aksine, daha çok demokrasi isteyenlere yönelik hükümetin öfkesi giderek büyüdü, büyümeye de devam ediyor. Toplantılara katılanlar, Dolmabahçe Başbakanlık ofisinin müştemilatını görme şansını yakaladıkları ile kaldılar.

Yaklaşık son bir yılda ise yeni anayasa hazırlık sürecinde, yine toplumun çeşitli kesimlerinin görüşlerinin alınması sürecine girildi. Toplumun görüşleri doğrultusunda hazırlanacağı iddia edilen yeni anayasada yer alması için, geçtiğimiz haftalarda AKP tarafından Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na şu önerge sunuldu; “Basın hürriyeti milli güvenliğin, kamu düzeni ve genel ahlakın korunması, yargı bağımsızlığının sağlanması, suçların engellenmesi amacıyla sınırlansın”. Yeni anayasa için görüş bildiren vatandaşların büyük çoğunluğunun işi gücü bırakıp basın özgürlüğünün zapturapt altına alınması yönünde görüş bildirdiğini düşünmek pek akla yatkın gelmiyor. Bu önerinin AKP’nin cin fikri olduğunu düşünmek hiç zor değil. Öneri de gösteriyor ki, yeni anayasa sürecinde de vatandaşların görüşleri alınıyorMUŞ gibi yapılıyor.

Mış gibi yapma sanatı kentsel konularda da büyük bir ustalıkla icra ediliyor. Her biri birbirinden akla ziyan projelere kamuoyundan tepki geldiğinde hemen konu “tüm yönleriyle” tartışılıyorMUŞ gibi yapılıyor. Ama nedense bu tartışmalarda, projeleri ortaya atanları yani kamuoyunun soru sormak istediği ve cevap beklediği kişileri göremiyoruz. İki örnek vermek gerekirse…

Haliç’e inşa edilmekte olan metro geçiş köprüsü nedeniyle İstanbul’un Tehdit Altındaki Miras Listesi’ne alınma ihtimali çeşitli sivil girişimler ve basın aracılığı ile kamuoyunun gündemine taşınınca, bir anda köprünün mimarı olan Hakan Kıran’ın demeçlerini okumaya başladık. Hatta Hakan Kıran, Haliç Metro Köprüsü ile ilgili endişelerini her fırsatta dile getiren Prof. Dr. Cemal Kafadar ile televizyonda bir tartışma programına bile katıldı. Ancak bütün bunlar olurken, proje ile ilgili birçok konuya cevap vermesi gereken İBB Başkanı Kadir Topbaş ortalıkta yoktu. Hakan Kıran, Kadir Topbaş’ın cevap vermesi gereken sorulara maruz kalmaktan duyduğu rahatsızlığı katıldığı televizyon programında da dile getiriyordu. 2011 yılının yaz ayları boyunca köprü projesi basında yer alırken ve sonrasında projeyi UNESCO adına değerlendirmekle görevlendirildiği iddia edilen uzmanların, aslında İBB tarafından görevlendirildiği rezaleti ortaya çıktığında bile Kadir Topbaş ortalıkta yoktu. Projeye yönelik Kadir Topbaş’tan ilk açıklama 2012 yılı Mart ayının başında “Birileri hâlâ projeye çomak sokmak istiyor” sözleri ile geldi. Yani köprü projesi hakkında kamuoyuna tüm bilgiler sunuluyor, cevaplar veriliyor ve konu tartılıyorMUŞ gibi yapılıyordu. Oysa projenin fikir babası, resmi konsept mimarı ve konunun asıl muhatabı aylar boyunca ortada yoktu.

Benzer bir durumu Çamlıca’ya yapılması planlanan cami projesinde de görüyoruz. Mayıs ayının sonunda Başbakan bir açılış sırasında Çamlıca’ya yapılacak caminin müjdesini halk ile paylaştı. Bu açıklamanın ardından basın konunun şehircilik, mimarlık, dindarlık, padişah olma sevdası ve İslamiyet yönlerini, her biri bu alanlarda uzman kişilerle tartışmaya başladı. Fakat tüm bu tartışmalarda Üsküdar Belediye Başkanı ortalıkta yoktu. 5 Temmuz günü, yani müjdeli haberden otuz beş gün sonra CNN Türk’te yayınlanan “Ne Oluyor?” başlıklı tartışma programında Üsküdar Belediye Başkanı Mustafa Kara arz-ı endam etti. Beklenen, böyle büyük ölçekli bir kamusal proje ile ilgili olarak, Üsküdar’ı yönetmekle görevli kişinin kamuoyunda oluşan soru ve endişelere hızlı bir şekilde cevap vermesidir. Benim ve birçok kişinin asıl beklentisinin, bu tür projelerin şehrin gündemine “benim canım şuraya büyük bir cami yaptırmak istiyor, yapıla!” şeklinde gelmemesi olduğu malum, ancak şahsen benim bu tür beklentilerin yersiz olduğuna dair inancım artık tam. Asıl konuya dönecek olursak. Üsküdar’ı yönetmekle sorumlu olan kişinin otuz beş gün boyunca neden ortalıkta olmadığını yukarıda bahsedilen tartışma programının başında anlamış olduk. Belediye başkanı bu fikrin gündeme geliş sürecini şöyle anlattı; “İlk defa Çevre ve Şehircilik Bakanımız bunu bizimle paylaştı ve bana dedi ki ‘şu anda bunun üzerinde taslak olarak çalışıyoruz, bölge olarak çalışıyoruz, bu bizim aramızdaki bir bilgi olarak kalsın”. İradesi dışında alınmış bir kararla ilgili olarak belediye başkanı kamuoyunun karşısına çıkıp ne diyebilirdi ki? Ama hakkını yemeyelim, belli ki bu otuz beş gün boyunca başkan hazırlık yapmış ve modern mimarlığımızın kanayan yarası cami mimarisi ile ilgili olarak mücehhez bir şekilde kamuoyunun karşısına çıktı. Fakat bu program da, konunun tartışılıyorMUŞ gibi yapıldığı başka bir durum idi. Çünkü Üsküdar Belediye Başkanı, ne İstanbul’a bir büyük cami fikrini ortaya atan kişi, ne yer olarak Çamlıca önerisini getiren kişi, ne hangi mimari üslupla yapılacağına karar veren, ne de yapılan nihai tasarımı onaylayacak olan kişi. Sadece Çevre ve Şehircilik Bakanı’nın kendisine verdiği görevi hakkıyla yerine getirmeye çalışan bir bürokrat. Hal böyle olunca bu yapılanı tartışlıyorMUŞ olarak nitelemek çok yanlış olmaz herhalde.
Çamlıca’ya cami projesi örneğinde, tartışılıyormuş gibi yapmaya bir de dikkate alınıyormuş gibi yapma eklendi. Projeyi yapacak mimar ve hangi caminin taklidi yapılacağı açıklandıktan sonra, ağırlıklı olarak mimarlık çevrelerinden yükselen, neden bu mimar, neden böyle taklit bir mimari, neden yarışma açılmıyor gibi soruların dikkate alınıyormuş gibi yapıldığını gördük. Üsküdar Belediye Başkanı, Mimar Hacı Mehmet Güner’e ek olarak beş mimarlık ekibinin daha proje hazırlığı içinde olduğunu açıkladı. Fakat bu yeni beş mimarlık ekiplerinin ismi hiç açıklanmadı. Acaba gerçekten böyle beş mimarlık ekibi var mıydı? Acaba sadece mimarlık çevrelerinin, bir mimara ve onun taklit yeteneğine mahkûm olunmasın, bu cami günümüz mimarlığının bir ürünü olsun, bir yarışma açılsın yönündeki görüşleri dikkate alınıyormuş gibi mi yapıldı?

Ve mış gibi yapma sanatı, Çamlıca’ya yapılacak cami için açılan yarışma ile doruk noktasına ulaştı. İstanbul Cami ve Eğitim-Kültür Hizmet Birimleri Yaptırma ve Yaşatma Derneği’nin açtığı yarışmanın şartnamesine ve jüri üyelerinin kimliklerine bakıldığında, bir yarışma açılıyorMUŞ gibi yapıldığını anlamak kolay. Tabii akla şu sorular geliyor; Mimar Hacı Mehmet Güner’in şimdiye kadar yaptığı çalışmalar çöpe mi gidecek? Üsküdar belediye başkanının zikrettiği yeni beş mimarın çalışmaları ne olacak? Yarışma ile seçilen proje mi uygulanacak yoksa yarışmayı kazanan projeye önce beş mimar sonra Hacı Mehmet Güner ve tabii son olarak da Başbakan katkıda bulunduktan sonra mı tasarım nihayete ulaşacak? İlk mimar, beş mimar ve yarışmaya katılacak mimarları kullanarak yapılacak kombinasyonlarla soruları çoğaltmak mümkün.

Hükümeti ve yerel yönetimlerin mış gibi yapma sanatını icra etmesine, bizler, yani ortaya atılan tüm proje fikirlerine itiraz eden, bu coşkulu projelerin öyle veya böyle uygulanacağını hâlâ kavrayamamış olan istemezükçüler neden oluyoruz. Çamlıca’ya yapılacak camiye ait bu garip süreci yaratan biz istemezükçüleriz. Edebimizle oturup, Hacı Mehmet Güner’in tasarlayacağı ve Başbakanın son dokunuşları yapacağı cami ile şekillenecek yeni Çamlıcayı ve İstanbul’un silüetini hayal etseydik fena mı olurdu? Böylece “bir mimar – beş mimar – yarışma” denklemini çözmek için o güzel beyinlerimizi yormamış olurduk.

Etiketler

Bir yanıt yazın