Mimarın Evi

Bir aralar kendi tasarladığım bir evde yaşamak hevesim vardı. Yaşayacağım evin benim tarafından tasarlanmış, hatta inşa edilmiş olması gerektiğini düşünüyordum. Üstelik bu kaçınılmazdı. Her mimarın er ya da geç vereceği bir sınav.

Mimarın bir gün, gerçekleştirdiği ve gerçekleştiremediği onca tasarımdan sonra biriktirdiği tüm tecrübeyi damıtıp akıtacağı o özel yapının kendi evi olması çok anlamlıydı. Öte yandan hayatın ikinci yarısında yapılması muhtemel bu hareket risklidir de. Tasarım sürecini daima müşteriyle yaşayan mimarın kendiyle karşılaşması zor olsa gerek. İki rolü de üstlenir mimar. Bu baş başa kalma durumunun doğurduğu şizofreni bir yana, mimarın kendi kendine oluşturabileceği lüzumsuz bir beklenti de sürecin doğallığını zedeleyebilir: Bir manifesto yapı, bir son imza, bir jübile.
“İşte mimarın evi, yıllarca başkalarına tasarladı, şimdi de kendi söküğünü dikti.”

Beğeneceğim bir arsa satın alıp, üzerine bir ev tasarlamak ve sonra onu inşa etmenin pek meşakkatli ve maliyetli olduğunu anlayınca onu hevesler rafından hayaller rafına kaldırdım. Bunun yerini bir kabuk ev satın alıp onu dönüştürme düşüncesi aldı ya da dışına dokunmayıp içini yeniden planlayacağım bir daire. Evin çeşitli noktaları için detaylar, malzemeler düşünürken, mekanlar arasında yeni ilişki biçimleri kurgularken zaman geçti. Bugün çok farklı düşünüyorum. Bu değişikliğin kaynağını arıyordum, buldum. Bu satırları yazdığım apartman dairesinde buldum: İlk kez iyi bir mimarın elinden çıkmış bir yapıda yaşıyordum.

İyi bir mimarın elinden çıkmış bir yapıda yaşamak. Bunun anlamını artık biliyorum. Ofisi yaklaşık bir sene önce Şişli’de bir apartman dairesine taşıdık. Yerleştiğimizde binayı Emin Necip Uzman’ın tasarladığından habersizdik.

Ne stilde bir yapı olursa olsun, hangi tarihte yapılmış ve ne gibi dönüşümlerden geçmiş olursa olsun iyi mimarinin içinde yaşandıkça insana geçen bir tarafı var. İnsan onu sahipleniyor, ki bu şehirde her gün önünden geçerken ona bakmaktan veya başka bir şehre gidip onu ziyaret etmekten çok başka ve öte bir şey olabilir.

Odamdayım. Mimarın bu apartman dairesinin odalarını birbirine eklemleyişinde, salonu boyutlandırışında, hatta planı bugün bana biraz tuhaf gelen bir kurguyla ele alışında, müstakbel sahipleri için nasıl bir yaşam hayalinin ona yol gösterdiğini yavaş yavaş anlıyorum. Binayı iri bir L şeklinde sokakla caddenin köşesine oturturken bulunduğum daireyi 3 yönde de şehir manzarasına açtığını görüyorum. Odamın şu an arkamda olan duvarını açarak pekala manzaraya bir yandan daha hakim olabilecekken mimarın neden bunu yapmadığını anlayabiliyorum.

Üstüne eklenen 2 katın, beyaz mermer baza ve barındırdığı yüksek giriş daireler tahrip edilerek oluşturulan dükkanların, girişi olan çıkışı olmayan pasajın binayı tam bozamadığını görüyorum. Onca dönüşümün, ne kadar düşüncesizce yapılmış olursa olsun, binanın endamına ve ağırlığına dokunamadığını her gün girip çıkarken değil de karşısındaki kaldırımda taksi beklerken kafamı kaldırıp baktığımda fark ediyorum.

Bina mimarın bırakmadan edemediği irili ufaklı izleriyle doludur. Onu değiştirir, amaçlarıma daha uygun hale getirirken mimarın keşfedebildiğim izleri bana yol gösterir. Gerekirse durdurur. Mimarın elinden çıkmış mekanı keşfettikçe bir yandan onun kabiliyetlerini ve heyecanını, öte taraftan zaaflarını ve taşkınlıklarını görürüm. Kendini tutamayışı, inadı, becerileri sağa sola dağılmıştır. Binada birtakım fikirlerin izlerini fark ederken, aynı fikirlerin kaçınılmaz olarak taşındığı uçlara ve tuhaf sonuçlarına rastlarım. Günbegün mekanı keşfederim. O, günbegün bana açılır.

Bu ofiste günlerimi geçirirken, bu basit daireyle içli dışlı oldum. Daha önce de üzerine hevesler ve hayaller kurduğum müstakbel evimi düşündüm. Mimarın evi nasıl olmalı? Benim evim nasıl olmalı?

Ben bazen başkaları için tasarladığım evlerde mutlu olamayabileceğimi düşünüyorum. Devamlı kendimle yüz yüze gelmek istemem. Benim için ev yapmak yerine ev seçmek daha iyi olur. Hatta seçtiğim ev, benim tasarlamayacağım, talep edilse karşı duracağım bir ev de olabilir. O evde ben başka bir mimarla karşılaşmış olurum. Tıpkı benim başkalarına bıraktığım izler gibi, o da izler bırakmış olmalı etrafa. Yıllardır değişen ev sahiplerinin dağıttığı, bozduğu, kaydırdığı izleri ararım evde. İçeriden tuhaf duran parapetin cepheyi toparlamak için alçaltıldığını; koridorun ışık almak için kırıldığını, arsa sınırından kaynaklandığını sonradan anladığım açıyla mimarın nasıl başettiğini fark ettikçe ev gerçekten benim olur.

Ben kitapçıların en kenar raflarında beni bekleyen kitapları arayıp bulduğum gibi, böyle bir eve rastlamak isterim bir gün. Sonra da o eve yerleşmek.

Etiketler

Bir yanıt yazın