Kentsel Dönüşümün Kent Yaşamını İstilasında Bir Diğer Durak: Küçük Armutlu Mahallesi Kentsel Dönüşüm Projesinin Yağmacılığı

 

Küçük Armutlu bölgesini de kapsayan “Fatih Sultan Mehmet Mahallesi Kentsel Dönüşüm Projesi” bundan iki ay önce (9.11.2017) T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bünyesinde bulunan Altyapı ve Kentsel Dönüşüm Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün web sayfasında kısa bir açıklama eşliğinde Öncü Kentsel Dönüşüm ve Tektonika Mimarlık tarafından hazırlanmış olan videoyla yayınlandı (1). Bu projenin videoda görülen ayrıntılarıyla birlikte uzun yıllardır yıkım tehdidiyle karşı karşıya olan Küçük Armutlu sakinleri bu sefer yerine öngörülen yapılaşmanın ve bu yapılaşmanın beraberinde getireceği düşünülen yaşam niteliklerinin görselleşmesiyle daha somut bir tehditle yüzleşmek zorunda kaldı.

Ülkemizdeki pek çok yoksul gecekondu mahallesi, kapitalist yönetim anlayışının ekonominin lokomotifi olarak benimsediği inşaat sektörü yatırımlarının sürekli artışını sağlamak adına resmi yıkım aracı olarak kullandığı kentsel dönüşüm projeleri ile yok edilmeye çalışılıyor. Bu mahallelerden birisi olan Küçük Armutlu; İstanbul’un kolektif emekle kurulmuş diğer gecekondu mahallelerinden barındırdığı sosyal örgütlenme ve kültürel yapısıyla, diğer direngen mahallelerden ise, Boğaza hakim konumuyla oluşan rant değeri nedeniyle farklılaşarak ayrı bir önem kazanmaktadır. Bu anlamda yayınlanan projenin modelleme görüntülerinin ilk bakışta göze çarpan mahallenin mevcutta sahip olduğu bağlamı reddeden, yapılaşmanın kendine özgü kimliğinden ve orada süren yaşam niteliklerinden kopuk, mahallenin kullanıcısını yok sayan, teknik anlamda ise en temel tasarım ilke ve duyarlılıklarından dahi uzak içeriğini ortaya koymak gerekmektedir.

Bahsi geçen projenin 140 hektar büyüklüğünde olup, mahallenin tamamının yıkılması ve yerine lüks blokların inşa edilmesinin planlandığı sadece bu büyüklükten dahi çıkarılabilir. Proje müellifi ekibin tasarımlarını açıklarken kullandıkları bazı ifadeler şu şekildedir:

“…mevcut arazi dört tarafı yollarla çevrili bir adayı andırmaktadır. Topoğrafyası ise ada konsepti ile uyumlu… suyun içinden yükselen tepeler karakterindedir… Araziyi oluşturan üç tepe, aynı zamanda projenin de üç ana bölümünü oluşturmaktadır… Eteklerdeki yerleşime uygun olmayan alanlar, ‘yeşil alan’ ve ‘rekreasyon alanı’ için ayrılmış, mevcut su peyzaj elemanı olarak kullanılmıştır.” (Tektonika Mimarlık: Fatih Sultan Mehmet Mahallesi Kentsel Tasarım Projesi Açıklama Raporu)

Proje açıklamasında -ADA- ile tariflenen bölge, esasen bir -MAHALLE-dir. Bir diğer deyişle, proje ekibinin bir yapı adasında çalıştığını zannettiği alan bir mahalledir. Ekip, henüz ne ölçekte, ne içerikte ve nasıl bir sosyal yapıya sahip olan bir alan çalıştığının dahi ayrımında olmadığı izlenimi vermektedir. Mahalle olarak adlandırılan yerleşim birimi, mimarlık ve kent çalışmaları literatüründe de detaylarıyla anlatıldığı gibi, bir elden ve bir anda oluşan bir proje değil, farklı dönemlerde farklı gruplar tarafından üretilen, yaşanan anılar ile kullanıcısı tarafından değer atfedilen fiziki olduğu kadar sosyal yapıya da sahip olan bir kent parçasıdır. Ölçek olarak bir mahalleden değil de bir yapı adasından bahsediyor olsaydık bile, böylesi bir katmanlaşmanın varlığı inkar edilemeyeceği için bu yıkıcılıktaki bir proje önerisinden fazlasını hak ettiği konusu tartışma götürmezdi. On yıllar içerisinde kolektif emekle üretilmiş, komşuluk ilişkileri ve dayanışma kültürü son derece kuvvetli bir sosyal yapıya sahip olan bu mahalle için tüm bu değerlerini yok sayan, tüm yaşam alanını istila eden kuru bir bloklaşmadan öteye gidemeyecek bir proje önermek, mesleki ahlaka olduğu kadar toplumsal ve geleneksel değerlere de aykırı, yıkıcı ve yağmacı bir tutumdur.

Önerilen projenin açıklama raporunda “Eteklerdeki yerleşime uygun olmayan alanlar” olarak tariflenen ve “mevcut suyu peyzaj elemanı olarak kullandığı” iddia edilen alanlar ise aslında halihazırda aktif olarak (ve eğimli arazide kademeli yerleşime sahip yerleşim birimleri olarak) kullanılmaktadır. Mahalleli; sözü edilen yeşil alanlarda bahçecilik yapmakta, yaz ve kış ayları boyunca meyve-sebzelerini buralarda yetiştirmektedir. Bu bahçelerden geçerken, mahalle sakinleri, geçenleri davet etmekte, ağaçlardan ve bahçe ürünlerinden ikramlarda bulunmaktadırlar. Bu yüzden projeyi geliştiren ekibin mahalleye hiç gitmediği, mahalleli ile böylesi insani bir ilişki içine girmediği, proje görsellerinde bol keseden kullanmakta beis görmedikleri yeşil alan ve ağaç imgelerinin gerçekte bu mahallede var olup olmadığı konusunda bir merak geliştirmedikleri anlaşılmaktadır.

Görsel 1-2: Öneri projeden anlaşıldığı kadarıyla; kentin pek çok bölgesinde binlerce ağacın kesilmesiyle yok edilen ormanlık alanlar, belli ki FSM Mahallesi’nde yeniden hayat bulacaktır. Renk skalasındaki yeşilin en çiğ tonu ile boyanmış vaziyet planında bir süs öğesi konumunda olan ağaç gruplarının verdiği izlenim budur (2).

Küçük Armutlu Mahallesi çeşitli tasarım kararları ile iradi olarak kurulmuştur. Bir diğer deyişle, organik ve tesadüfi oluşmuş bir yerleşim birimi değildir. Hem kurulum aşamasında hem de on yıllar içerisindeki büyüme sürecinde kontrol edilen (ve sözlü kültür aracılığıyla nesiller arasında aktarılan) tasarım kriterleri bulunmaktadır. Bu kriterlerden biri her parselde olan ve oranı dahi her parsel için belirlenmiş olan bahçe kullanımıdır. Her kullanıcının sağlıklı bir şekilde güneşten ve rüzgardan faydalanması, kimsenin evinin bir diğerinin önünü kesmemesi için alınmış önlemler bulunmakta ve hatta bunlar kontrol edilip aksi uygulamalarda mahalle sakinleri tarafından uyarılıp düzelttirilmektedir. Önerilen projede ise bloklar bitişik nizamda konumlanmıştır. Her parselde bir bahçe olması gibi net bir tasarım kararını bir kenara koyalım, herhangi bir yeşil alan aktif bir mekan olarak kurgulanmamıştır. Proje görsellerinde görülen yeşil alan ve ağaçlar bir imge niteliğinde olup, projenin göz boyaması için kullanılmış, nitelikten yoksun boş alanlardır.

Mahallede var olan sosyal yapının oluşmasında hemşehrilik, ortak bir tarihe sahip olma, birlikte yaşanmışlıkların sağladığı birikimin yanı sıra, mekânsal düzenlemenin de etkisi vardır. Öyle ki neredeyse tüm konutlar, birbiri ile sıkı ilişkili, görsel ve işitsel bağ kurulabilecek nitelikte tasarlanmıştır. Sokaklardaki evler karşılıklıdır, komşular birbirlerinin yüzlerine bakar. Aynı sokakta yaşayanların birbirleriyle kurdukları ilişki her geçen gün kuvvetlenir. Her günlerinin neşeli mi, kederli mi olduğu bilinir, mutluluklar ve dertler paylaşılır. Büyük evlerde büyük aileler, daha küçük evlerde ise çekirdek aileler yaşamaktadır. Oysa önerilen kentsel dönüşüm projesinde ise konut tipolojileri ihtiyaca göre değil, boğaz manzarasına göre farklılaşmaktadır.

Görsel 3-4: Var olan dokuyla hiçbir ilişkisi olmayan, tarihin çeşitli biçimsel simgelerini (cumba, saçak, vb.) seçip bina yüzeylerine yerleştirerek jenerik olarak üretilmiş niteliksiz cephe tasarımlarından detaylar (3).

Yer ile bir ilişki kurmayan, mahallede yaşayan halkın sınıfsal durumunu, gelir düzeyini, kültürel yapısını tasarım girdisi olarak kabul etmeyen, yani bir iyileştirme projesinde en temel çıkış noktası olması gereken verileri yok sayan bir proje önerisinin amacının fiziki şartları iyileştirme olmadığı, aksine bir mutenalaştırma (soylulaştırma) girişimi olduğu açıktır. Proje önerisi, Osmanlı dönemi sembollerinden devşirilen “Lale Meydanı”, “Divan Yolu”, “Fatih Kapı”, “Fatih’in Tarihsel Yürüyüşü” gibi unsurlar barındırmaktadır. Bu adlandırmaların da gösterdiği üzere proje tarih içinde tek bir dönemi seçerek dayatan bir zihniyetin ürünü olup, mahalle halkının çok-kültürlü, çok-dilli, çok-inançlı yapısını alenen dışladığı görülmektedir. Yoğun bir Alevi nüfus barındıran mahalleye cemevi yerine çok sayıda cami önerilmiş olması bu dayatmacı yaklaşımın bir diğer ürünüdür.

Projeye dair yayınlanan bilgiler ve mimarlık şirketinin sunduğu çeşitli görseller, bu projenin de Türkiye’deki ve özellikle İstanbul’daki diğer kentsel dönüşüm projeleri gibi rant odaklı ve bölgenin demografik yapısını bilinçli ve kasıtlı biçimde değiştirmeyi amaçlayan bir girişim olduğunu her yönüyle göstermektedir. Mevcut konut sayısının öneri proje ile iki katından daha fazla bir sayıya çıkarılmasının hedeflenmesi ve inşa edilecek yeni konutların tahmini fiyat aralığının bölge halkının karşılayabileceği düzeylerin çok çok üzerinde olması bu durumun göstergesidir. Süreç sonunda mahalle halkına ya ödeyemeyecekleri miktarlarda banka kredisi borçlarını yüklenmek ya da yeni bir konut sahibi olmaya yetmeyecek kadar düşük miktarlarda tazminat ile konutlarından feragat ederek yaşam alanlarını terk etmeleri dayatılacaktır. Zira İstanbul’da uygulanan diğer tüm kentsel dönüşüm projelerinde bunlar yaşanmıştır. Burada farklı bir uygulama olacağına dair en ufak bir iz bulunmamakta; bu yönde geliştirilmiş herhangi bir yöntem, strateji veya modelden hiçbir şekilde söz edilememektedir.

Küçük Armutlu mahallesinin kentsel dönüşüm aracılığı ile yok edilmesiyle karşı karşıya kalması bu mahalleye özgü bir örnek değildir. Benzer süreçler ülkenin pek çok farklı mahallesinde de yaşanmaktadır. Tüm Türkiye genelinde 1950’li yıllarda başlayan kırdan kente göç dalgaları nedeniyle, kırsal alanlardan büyük şehirlere çalışmaya gelen yoksul halkın, en temel insani haklardan olan “barınma hakkı” dahilinde kendi imkânları ile inşa ettikleri Küçük Armutlu ve benzeri pek çok yerleşim yeri oluşmuştur. Bu mahalleler, Türkiye’nin geçirdiği sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel değişimlerin bir görüngüsü olması nedeniyle de toplumsal tarihe ışık tutar niteliktedir. Bir diğer deyişle, İstanbul kentleşme tarihindeki gecekondulaşma sürecine ait, özgün gecekondu dokusunu koruyarak günümüze ulaşmış olan, belge niteliği taşıyan bir kent parçası, yaşayan bir mahalledir. Günümüz mimarlık literatüründe ve pratiğinde yeniden üretilmeye ve mekan kaliteleri yakalanmaya çalışılan “kent içi kırsal yerleşim” modellerinin başarılı ve yaşayagelmiş (hatta salt bu nedenle dahi korunması gereken) bir örnek vakasıdır.

Bugün, bu mahalleler benzer yaşam alanlarından çıkıp kente dahil olmuş ve gündelik uğraşlar ile sermaye düzeninin getirdiği çeşitli sanal zorunlulukların baskısı altında kendilerine ve birbirlerine yabancılaşmış insanların, ortak dayanışma geçmişine dair birer iz olması nedeniyle de değerlidir. Hatta tam da bu yüzden bu nirengi noktalarının, dayanışmanın mümkünlüğünü gösteren bu yaşam alanlarının iktidar sahipleri tarafından, öncelikle yok edilmesi, hafızalardan silinmesi ve sunulandan daha iyi bir kentsel yaşama dair umutların ivedilikle bertaraf edilmesi hedeflenmektedir.

Mimar Meclisi olarak, sermaye sistemi altında ve emperyalist politikalar tahakkümünde, yoksul mahallelerde yapılmış, yapılmakta ve yapılması planlanan kentsel dönüşüm projelerinin, mimari nitelikleri ne olursa olsun, üretilen görseller ne kadar göz boyayıcı olursa olsun, sistemin iç ilişkileri nedeniyle hiçbir şekilde kamu yararı odaklı olamayacağının tekrar altını çizmek isteriz. Bu yüzdendir ki ülkemizde uygulanan kentsel dönüşüm projelerinin anlamı, işleyişi ve aktörleri sorgulanmadan girişilecek olan her proje kamu yararından uzak, meslek etiğine zıt bir proje olmaya mahkumdur. Mimar meclisi olarak tüm mimarları, mimarlık öğrencilerini, akademisyenleri “rant için değil halk için mimarlık” yapmaya çağırıyoruz!

Mimar meclisi

(1) “Hayatın ve Şehrin Merkezinde Boğaz’a Bakan Yeşil Alanlar İçinde Bir Yaşam Fatih Sultan Mehmet Mahallesinde Başlıyor.” Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Altyapı ve Kentsel Dönüşüm Hizmetleri Genel Müdürlüğü. 9 Kasım 2017. Erişim Tarihi 12 Aralık 2017. http://www.csb.gov.tr/gm/altyapi/index.php?Sayfa=haberdetay&Id=220868.

(2), (3) “Fatih Sultan Mehmet Mahallesi Kentsel Dönüşüm Projesi.” Tektonika Mimarlık. Erişim Tarihi 12 Aralık 2017. http://tektonika.com.tr/detail?id=199

Etiketler

Bir yanıt yazın