Cemevi Mimarisi Üzerine Notlar

Cemevi Alevilerin dinsel törenlerini yaptıkları kutsal mekan ve bu mekanı içeren yapıdır. Tarih boyunca sık sık kovuşturmaya uğramış olan bu inanç grubunun dikkat çekecek, özel bir biçim taşıyan ibadet yapıları oluşturmadığı, ritüel açıdan temizlenmiş herhangi bir büyükçe mekanda dinsel tören yapılabileceği söylenegelmiştir. Geçmişi çok eski zamanlara giden ve inanç içeriğinde yoğun mekansal imgeler barındıran bir kültür için, bu tür bir yargıyı kabul etmek zor görünmektedir. Gerçi tüm Alevi kültürü üzerine olduğu gibi, Cemevleri üzerine yapılmış araştırmalar da oldukça sınırlıdır. Ancak yine de eldeki verileri değerlendirerek, Cemevinin mekansal kuruluşu üzerine kimi ipuçları çıkarmayı denemek gerekir. 

Birörnekleşmeyi kültürel çoğulculuğa yeğleyen ideolojik baskılar nedeniyle, zaten tarih boyunca hep yeni çevrelere uyarlanmak zorunda kalmış olan Alevi inanç sistemi, kimi kez de bilinçli çarpıtmalarla otantik içeriğinden koparılmak istenmiştir. Bu tür ortamlarda kültürün hangi öğesinin zorla, hangisinin kendiliğinden değiştiğini saptamak bile olanaklı değildir. Unutmak, baskıya karşı insanın bilinçaltınca belirlenen doğal bir savunma mekanizmasıdır. Alevilikte özellikle içeriğe ilişkin zorunlu unutmaların ibadeti salt biçime dönüştürme tehlikesi vardır. Kış gündönümlerinde yapılan ve tüm evrenin temsil edildiği “zemheri” törenlerini anımsayan bir Aleviyi bulmak artık oldukça zordur.

Günümüzde Alevi kültürüne karşı uyanan yoğun ilgi, Türkiye kültür tarihine ilişkin kayıp halkalardan birini bularak yerine oturtma ve tarihi gerçek bütünlüğüne yaklaştırma açısından bir fırsat olarak değerlendirilmelidir. Tarihte ilk kez otantik çevresinden uzakta ve profesyonel ortamlarda Cemevi tasarlanırken, yeterince araştırılmadan önerilecek ürünlerin, Alevileri kültürlerinin öz değerlerinden ve özgün kimliklerinden daha da uzaklaştıracağı düşünülmelidir. Oysa sorumlulukla tasarlanacak her Cemevi, anımsamaya yönelterek, çok özel bir inanç grubunun kültürel zenginliğinin belirginleşmesine katkıda bulunabilir.

1980’lerin başlarında rölöveyle belgelenmiş olan iki Cemevi(*), bir genelleme yapmak için sayıca yetersiz görünseler de, gerek plan ve gerekse örtü tipleriyle çok belirgin ve yaygın bir geleneğin içinde yer alıyorlar; benzer nitelikli başka inanç gruplarının kült mekanlarıyla karşılaştırmalar yapmaya izin veriyorlar ve bu nedenle cemevi mimarisi hakkında kimi ipuçları sağlıyorlar. Rölöveleri alındıktan birkaç yıl sonra ortadan kalkan bu yapılardan birincisi, içindeki en eski kitabesi 1883/1884 tarihine ait olan ve Şarkışla yakınındaki Yahyalı’da bulunan Cemevidir. Burada yaklaşık 10×11 m. kenarlı, kareye yakın bir dikdörtgen olan mekanın ortasındaki dört dikme, 4,5 m, kenarlı bir kareye oturan tüteklikli örtüyü taşıyordu. 2.40 m. enindeki, görkemli sütun bastıkları özel bir profil ve bezemeye sahipti. Elazığ’ın Baskil ilçesine bağlı Bilaluşağı köyündeki cemevinin planı ise, bir duvarı dik açılı olmayan, yaklaşık 9×9 m. kenarlı bir kare idi. Burada da, yine dört dikme bir tüteklikli örtüyü taşıyordu. Birinci cemevinin çevresindeki evlerin bir bölümü aynı örtüyü içermekle beraber, ikinci cemevinin içinde yer aldığı köyde bu tür evler bulunmamaktaydı. Bu durum söz konusu örtünün simgesel bir değer taşıdığını düşündürür. Alevilerin yoğun olarak yaşadıkları Kızılırmak çemberinden Kafkasya’ya doğru uzanan alanda, tüteklikli ev geleneğiyle karşılaşılır. Ayrıca bu örtü tipi Asya’nın birçok bölgesinde de görülmektedir ve tarih boyunca Asyalı kültürlerin gerek kutsal, gerekse prestij mekanlarında kullanılmıştır.

Alevi inanç sistemiyle ortak bir kökeni paylaşan, Bektaşi tarikatının merkezini oluşturan, Kırşehir yakınındaki Hacı Bektaş Tekkesi’nin iki kutsal mekanından birinde, tüteklikli örtü yaklaşık 7.5 m. kenarlı kare mekanı örter. Buradaki örtünün simgesel anlamları üzerinde durulmuştur. Bu tekkenin dışındaki Bektaşi tekkeleri ve “meydan” adı verilen kutsal mekanları ise Alevi Cemevleri üzerine pek de fazla olmayan bilgimizi tamamlamak açısından önemli bir katkı sağlamazlar. 1826’da çıkarılan, 60 yıldan önce yapılmış olanların bırakılıp, gerisinin yıktırılmasına ilişkin fermandan sonra, pek az Bektaşi tekkesi ayakta kalmış olsa gerek. İstanbul’un en önemli Bektaşi dergâhı olan Merdivenköy’deki tekkenin çok eski bir geçmişe sahip olmasına karşın, sözkonusu ferman sonucu yıktırılmış olduğunu biliyoruz. Bugünkü yapı 19. yüzyılın ikinci yarısındandır ve otantik bir nitelik taşımamakla beraber, Bektaşi kutsal mekanının ilginç bir yorumunu içermektedir. Anadolu’da günümüze kalmış olan en görkemli tekke ise, 16. yüzyılda Bektaşilere devredilen Eskişehir yakınındaki Battal Gazi Külliyesi’dir. Kent dışında inşa edilen ve eski zaviye geleneğini sürdüren bu yapı, Alevi ve Bektaşi inanç sistemine özgü bir nitelik göstermemektedir.

Burada cemevi mimarisine ilişkin bir sorunun altı çizilmelidir. Her ne kadar ortak bir kökene dayansalar da, tarih boyunca Alevi ve Bektaşiler ayrı birer yol izlemişlerdir. Alevilik kırsal bir inanç sistemi olarak kalmış ve bu nedenle ilk oluştuğu, doğaya yakın ortamın koşullarından fazla uzaklaşmamıştır. Buna karşın Bektaşilik, özellikle son yüzyıllarda kentlere özgü bir nitelik taşımış ve 19. yüzyılın ikinci yarısında diğer kentli tarikatlarla ortak bir eğitime katılarak, bir tür seçkinler kulübüne dönüşmüştür.

Günümüzde Aleviler ile birlikte cemevleri de kentsel bir ortama taşınmak zorunda kaldığına göre ne yapılabilir? Kırsal cemevlerinde, ortamlarından uzaklaşmadıkları için hiç sözkonusu olmayan biçimsel bir evrim, günümüzde yapılan bir yarışma projesiyle ikame edilebilir mi? Yani, hiçbir evrim geçirmemiş olan Cemevi için, bugün önerilecek tasarımın, onun doğal evrimiyle ulaşmış olabileceği biçime benzeyeceği nereden bilinebilir? Acaba kırsal biçimin tekrarlanması mı gerekiyor? Yoksa önerilecek yeni biçim, büyük dönüşümlerden çok, ancak ağır işleyen evrimsel bir sürece tahammül edebilen bir inanç sistemine yönelmiş ağır bir müdahale mi olur? İnsan bilincinin derinliklerinden kaynaklanan inanç gereksinimi gibi, inanç da tarihin derinliklerine kök salmış bir boyuta gereksinim duyar.

Bir ibadet yapısı öncelikle litürjisine uygun olmalı. Bu nedenle, bir taraftan günümüze kadar sürmese de, Aleviliğin repertuarında mevcut olan tüm ayin türleri saptanmak zorunda, diğer taraftan bu ayinleri salt biçimsel açıdan görmeyip, ardındaki anlamı da ortaya çıkarmak gerekli. Kutsal mekanda, basamaklı Muhammed tahtı, çerağlar, teslim taşı, kevser havuzu gibi portatif öğeler dışında, eşik, ocak, kademeli tavan gibi yerleşik nitelik taşıyan simgesel öğeler de bulunmaktadır. Ayrıca cemevinde sayı simgeciliği de önemlidir. Pek çok yayına konu olmuş bu litürjik öğeler dışında, cemevindeki kutsal mekan konseptinin sahip olması gereken iki temel özellik ise, inanç sisteminin kimliğiyle doğrudan ilgilidir: 

  1. Cemevi, evrenin küçültülmüş bir modelidir (mikrokozmos). Dört duvarındaki fiktif dört kapı, sekiz yönü gösteren örtü, fiktif düşey eksen, cemevini evrenin sahip olduğu düşünülen mutlak koordinatları içine yerleştirmeye yöneliktir. Bu tür mikrokozmik bir yapı, evrenin merkezinde durma savına sahiptir. Cemevinin merkezi, litürjiyle de desteklendiği gibi, özel bir kutsallık içerir. 
  2. Aleviliğin “Kutsalolan” (Tanrı) ile ilişkisi doğrudandır. Bu ilişki türü, meditasyona ve esrimeye dayanan bir kutsal mekan yaşantısını gerektirir. Sözkonusu durum Aleviliği, Müslümanlığın özel yorumlarına dayanan tasavvufçu tarikatlara yaklaştırır. Ancak Alevilikte soyut uzaklık yadsınarak, Tanrıyla kutsal mekanda buluşma ve onunla bütünleşme ağırlıklı bir önem taşır. “Hulul” ve “İttihad” adı verilen bu insan-tanrı ilişkisi, gerek ortodoks Müslümanlıktaki, gerekse pek çok tasavvufçu tarikattaki “tevhid” anlayışından farklıdır ve olasılıkla tasavvufun ve Batı’daki gnostisizmin ortaya çıkışına neden olan manevi gereksinimle çok yakından ilgilidir. 

Bu yazı 1996 yılında düzenlenen Cem Vakfı Cem Kültür Evi Mimari Proje Yarışması için yazılmıştır. 

(*) İki cemevi rölövesi için bakınız:
I YAHYALI
G. Akın, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki Tarihsel Ev Tiplerinde Anlam,İTÜ Mimarlık Fakültesi, Doktora Tezi, 1985, s.35, R. 57-60.
II BiLALUŞAĞI
G. Necioğlu, Bilaluşağı Köyü Mimarisinin Tarihsel Sürekliliği,ITO Mimarlık Fakültesi, Y. Lisans Tezi, 1987, s. 56-57, Şekil 119-121.

Etiketler

Bir yanıt yazın