Ege Köyüne Yerleşen İstanbullunun Urla Günlüğü

Temel olarak kaos içerisinde yaşama fikrini artık benimseyemediğimden, doğduğum ve büyüdüğüm şehirden seneler sonra soğuyarak uzaklaştım.

Barbaros Evi

İstanbul’dan İzmir’e, hatta Urla’nın bir köyüne kaçtım. Beş senedir buradayım. İstanbul hakkında “They call it chaos, we call it home” (buraya kaos diyorlar, bizse ev diyoruz) yazılı bir görsel vardı, temel olarak kaos içerisinde yaşama fikrini artık benimseyemediğimden, doğduğum ve büyüdüğüm şehirden seneler sonra soğuyarak uzaklaştım. Viyana’da geçirdiğim kısa bir senenin de bu kararımda çok etkisi oldu, çünkü farklı bir şehir hayatının mümkün olduğunu fark ettim. Şehirde yaşayıp, yine de düzenli bir hayata sahip olmanın mümkün olduğunu, trafikte vakit kaybetmek zorunda olmayan ciddi sayıda bir insan topluluğunun dünyada yaşamını sürdürdüğünü, yaygın bir raylı sistem ağı ile bireysel araç sahibi olmadan her yere ulaşılabilen şehirlerin de olabileceğini, yaşayanlarının istediğinde şehrin içinde dahi doğa ile iç içe ve sakin kamusal mekanlara ulaşma imkanına sahip olduklarını gözlemledim. Ama sonuç olarak başka bir şehrin merkezine yerleşmedim, bahsettiğim biraz dolaylı bir etkiydi, daha az kalabalık, trafik, gürültü; daha çok doğa ve sessizlik aradığımı ve İstanbul dışındaki herhangi bir yerde daha rahat bir yaşamın mümkün olabileceğini algıladım, başka bir merkezde yaşama alternatifini atlayarak doğrudan köy hayatına geçiş yaptım. Geldiğim bu köyde ve bağlı olduğu ilçede herhangi bir raylı sistem yok, ama İstanbul’a kıyasla ciddi bir dinginlik ve doğa ile iç içe olma durumu var, ki burayı benim açımdan ideal yapan kısmı da bu. 

Buraya geldiğimden beri simite gevrek, çekirdeğe çiğdem diyenlerin çoğunlukta olmasına alıştım da, “ona simit denmez, gevrek denir”cilere pek alışamadım hala. Neyse, fanatik İzmir milliyetçilerini kızdırmaya gerek yok, gerekirse gevrek de derim şu güzel ortamı bozmamak için. Zaten bu kadar zengin bir sebze – meyve ve ot kataloğuna sahip bir Ege şehrinde bence bunun sözünü etmeye bile değmez (İstanbul’un simidi daha lezzetli). 

Urla’ya son bir iki senedir şehir dışından gelenlerin sayısında ciddi bir artış var. İlçe merkezinde Sanat Sokağı (Zafer Caddesi) boyunca İstanbul’dan gelenlerin açmakta olduğu restoran, kafe ve tasarım dükkanları bunun bir göstergesi. İstanbulluların, senenin belli bir bölümünde tamamen doldurduğu (ve geri kalanın da hiç uğramadıkları yazlıklarının ve otellerin bulunduğu) Alaçatı, İzmir çevresinde dışarıdan göç almakta olan her yer için bir benzetme aracı olarak kullanılıyor. Cümle içinde kullanacak olursak: “Urla yakında Alaçatı gibi İstanbullu dolacak”, “Buralar hep Alaçatı gibi kalabalık ve gürültülü olacak”, “Orası da Alaçatı gibi bozdu”, vs. gibi. Kişisel olarak, Alaçatı’daki bina cephelerinde en azından temiz bir malzeme dil birliğinin sağlanmış olmasını ve semtte gezerken rastlanabilecek birçok iyi tasarım öğesini bir arada bulabilmeyi son derece keyifli buluyorum. Ama fazlasıyla kendini tekrar eden ve özgün olmayan yapı da var aralarında doğal olarak. Alaçatı ile asıl derdim şu: Aslında büyük şehirlerden Ege’nin ilçe ve köylerine ilk gelenlerin ortak özellikleri, daha sakin ve doğal bir yaşam aramaları. Ama şu ana kadar ortaya çıkan örneklerde genelde son aşamada oluşan tablo, Alaçatı gibi gittikçe İstanbul’un kendisine benzeyen tatil yerleri olmuş. Urla bu açıdan henüz hala bakir, kalabalıklaşıp gürültülü bir tatil yöresi haline gelmektense, yaz kış yaşanan dingin ve keyifli bir ilçe olma yolunda ilerliyor, umarım bu imajı korunarak devam eder. İlçenin tarihi çarşısı Malgaca Pazarı, hala manavları, kahvehaneleri, fırını, züccaciyeleri ve diğer birçok dükkanı bir arada bulabileceğiniz, koca çınar ağaçlarının çatıların içlerinden büyüdüğü küçük meydanımsı avlusunda çay içerken ses peyzajında kuş seslerini, çay karıştırma seslerini ve keyifli konuşmaları duyabileceğiniz, rahatsız edici herhangi bir fon müziğinin duyulmadığı sakin bir yer. İnsanlar böyle doğal sesleri duyabildikleri ve müziksiz mekanlar arıyor artık, çünkü gürültü, televizyon ve koşturmaca, geri kalan diğer her yerde zaten var (Daha detaylı olarak, İzmir’deki Müziksiz Mekanlar için www.muziksizmekanlar.com adresindeki listeye bakabilirsiniz). Bu durumun sürekliliğini sağlamak kullanıcıların, duyarlı işletmelerin ve biraz da yerel yönetimin elinde gibi duruyor.

Urla’da yılın çeşitli zamanlarında enginar festivali ve bağbozumu şenliği gibi etkinlikler düzenleniyor. Çok ciddi bir emek var bu festivallerde, tanıtım ve organizasyon için birçok ekip çalışıyor, sonuçta binlerce katılımcının ziyaret ettiği büyük etkinlikler oluyor. Akustik ve ses peyzajları üzerine çalışmakta olan bir mimar olarak, bu etkinliklerde en çok gözüme çarpan nokta, etkinlikler sırasında kocaman hoparlörlerden yapılan fon müziği yayınları oldu. Bu müziklerin ortak özellikleri, çok yüksek sesli olmaları, festival ortamında konuşmayı ve anlaşmayı güçleştirmeleri ve yerel hiçbir özelliğe sahip olmamalarıydı. Yerelliğin bu kadar ön planda olduğu festivallerde kayıttan herhangi bir popüler müzik çalmak, satışların ve seminerlerin organiklik teması üzerinden yapıldığı bir ortamla hiç bağdaşmıyordu. Taze enginar ve üzüm yemek haricinde, geldikleri bu kamusal mekandaki ses peyzajının da organik olması, stand alanında satıcıların seslerinin, konuşmaların, satış standlarının genellikle yerleştirildiği – Metin Kılıç ve Dürrin Süer tarafından tasarlanan ve 2011 yılında yapımı tamamlanmış ticaret merkezi dahilinde bulunan – Urla’nın yeni ve ferah meydanındaki çınar ağaçlarına gelen kuşların cıvıltılarının duyulması, ziyaretçilerin böyle bir organizasyondan potansiyel beklentilerinden bazılarıydı (link: http://www.arkiv.com.tr/proje/urla-kent-meydani-ve-ticaret-merkezi/645 ).   


Urla AVM meydanında büyüyen çınar ağaçları

Benzer beklentileri paylaşan bir grup gönüllü olarak, geçtiğimiz sene Barbaros Köyü’nde ilk defa Barbaros Oyuk Festivali’ni düzenledik. Oyuk, yerel kullanımıyla korkuluk anlamına geliyor. Bölgede eskiden tarım faaliyetleri yapılan arazilerin zamanla terk edilmesi ve boş kalması ile tarımsal üretimi bitme noktasına gelen köylerde tekrar bir tarlalara dönüş kıvılcımı yakalamak ve ekonomik bir hareketlilik sağlamak adına oyuk simge olarak seçildi. Urla’da ve İzmir genelinde gerçekleştirilen diğer festival deneyimlerimizden edindiğimiz fikirler doğrultusunda, yerel üretimin ön planda olmasını desteklediğimiz ve yerel ses peyzajını korumaya gayret ederek hoparlörlü müzik yayını yapmadığımız bir festival oldu.


Barbaros Oyuk Festivali logosu ve Fişsiz Sokak Müziği etkinlik posteri (Kaynak: www.barbarosoyukfestivali.com )

Ziyaretçilerin, dinlemek istediklerinde duyabilecekleri mesafeye kadar yaklaşıp, bu sayede sanatçıyla birebir iletişim kurabilecekleri sokak müzisyenleri festivalde yer aldı. Bunlara fişsiz (gerçek anlamda unplugged) sokak müziği etkinlikleri adını verdik. Müzisyenler herhangi bir ses yükseltici elektronik alet kullanmadan, yani fişsiz, amfisiz, hoparlörsüz bir biçimde sanatlarını icra ettiler. Hoparlör kullanmamanın diğer bir avantajı ise, farklı yerlerde müzik yapan sanatçıların seslerinin birbirine karışmadan dinlenebilmesi oldu. Gelecek senelerde de bu etkinlikleri benzer şekilde sürdürmeyi planlıyor, bu uygulanmış örneğin Urla’nın batısında bulunan Barbaros, Birgi, Uzunkuyu, Nohutalanı, Kadıovacık, Zeytinler, Zeytineli ve Gülbahçe köylerini kapsamı altına alan ve “sürdürülebilir kırsal yaşam” sloganı ile yola çıkan Batı Urla Köyleri Derneği (BUKÖYDER) olarak, diğer köylerde yapılan festivallere elektroakustik sistemler kullanılmayan dış mekan akustiği açısından fikir vereceğini umuyoruz. 


BUKÖYDER logosu (Logo, yazar tarafından tasarlanmıştır)

Doğduklarından beri Barbaros Köyü’nde yaşayan komşularımın sıkça anlattıklarına göre, eskiden tüm ovaya yayılan üzüm bağları zamanla sökülerek yerini tütüne bırakmış ve sonunda tütüncülük de bitince tarlalar boş kalmış. Şu sıralar, köylerin bazılarında ve daha çok Urla’nın merkezine yakın arazilerde şarap bağları yeniden oluşmaya başladı. 


Tütün kurutma zamanına ait eski bir fotoğraf (Kaynak: Dünden Bugüne Barbaros 1970-80’ler sergisi)

Urla Bağ Yolu adı altında yedi şarap üreticisi, bir rota oluşturarak bölgenin eski değerlerini yeniden canlandırıyor. Bu markaların Urla’ya katkıları yalnızca tarımsal faaliyet açısından değil. Tasarım açısından dikkat çeken yapılar içerisinde bu tesisler. Örneğin Kuşçular Köyü’nde bulunan Urla Şarapçılık’ın Derya Akdurak tarafından tasarlanmış sade ve şık binası ( link: http://www.arkiv.com.tr/proje/urla-sarapcilik/1553 ) ile Yağcılar Köyü’ndeki Urla Bağ Evi’nin doğal malzemelerin ön plana çıktığı Serhat Akbay’a ait yapısı (link: http://www.arkiv.com.tr/proje/bag-evi-butik-otel/2078 ), Urla’daki güncel ve değerli mimari işler arasında en sevdiklerimden. 


Urla Bağ Yolu haritası (Kaynak: www.urlabagyolu.net ) 


Urla Şarapçılık


Urla Bağ Evi (Kaynak: www.urlabagevi.com )

Urla’nın batısındaki köylerden bir diğeri olan Gülbahçe’de İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü (İYTE) bulunuyor. Üniversitesi olan bir köy, benim bu civarlara yerleşmemde ilk adımı atmamda en kolaylaştırıcı etkendi. Burada proje stüdyo derslerinde Erbil Coşkuner ve Hüseyin Egeli gibi duayen mimarlar ile de çalışma fırsatı buldum. İYTE’ye geldikten yaklaşık bir sene sonra, kampüsün şenlik alanını ( link: http://www.arkiv.com.tr/proje/iyte-senlik-alani/5911 ) tasarlama işini üstlenen dört kişilik ekibin içerisindeydim. Tasarım, tüm kampüs kullanıcılarına açık çağrı ile başladı ve internette oluşturulan bir site üzerinden herkesin bu alan ile ilgili fikirlerini iletmesi istendi. Katılımcı süreçte kullanıcılar ortak bir fikirde buluşuyorlardı genelde: Mevcut doğal florayı mümkün olduğunca korumak ve yeşil alanları arttırmak. Bize ulaşan fikirlerden de yola çıkarak temel tasarım kararlarını oluşturduk ve mimarlık fakültesinden bir ekip olarak bu kararlar çerçevesinde şenlik alanını projelendirip, bitişine kadar şantiyede takibini yaptık. Sonuçta içimize sinen bir açık kamusal alan ortaya çıktı. 


İYTE Şenlik Alanı (Proje ekibi: Yard. Doç. Dr. Tonguç Akış, Batuhan Taneri, Livanur Erbil, Onurcan Çakır)
(Fotoğraf: Evrim Yakut)

Yine İYTE’den bir diğer ekip olarak, Urla Belediyesi’ne ilçenin merkezindeki ana cadde olan 75. Yıl Cumhuriyet Bulvarı ve Bülent Baratalı Bulvarı için kentsel iyileştirme projesi hazırladık ( link: http://www.arkiv.com.tr/proje/urla-75yil-cumhuriyet-bulvari-ve-bulent-baratali-bulvari-kentsel-iyilestirme-projesi/6391 ). Bu projede temel amacımız, çok yoğun gibi görünmeyen bir ilçe merkezine sahip olsa da, ciddi bir otopark problemi bulunan Urla’da araç trafiğini merkezin dışına taşıyarak ve bu bölgelerde yeni park yerleri önererek, merkez içerisinde yaya yoğunluğunu arttırmaktı. Ayrıca hazırladığımız problemler kitapçığı, masterplan ile odak tasarımlarını içeren tasarım kitapçığı ve yönetmelik tavsiyeleri ile hem üst üst ölçek, hem de detaylar üzerinde fikirler ürettik. Özellikle yönetmelik tavsiyeleri kısmında, cadde boyunca cephelerde dil birliği sağlanması adına pencere boyutları, cephe malzemeleri, renkleri ve yazılarına kadar detaylı düzenleme önerilerinde bulunduk. Projesini tamamladığımız bu çalışma uygulamaya konmadı, ancak ileride değerlendirilmek istenirse belediyenin arşivlerinde yer alıyor olsa gerek. 


Urla 75. Yıl Cumhuriyet Bulvarı ve Bülent Baratalı Bulvarı kentsel iyileştirme projesi
(Proje ekibi: Doç. Dr. Erdem Erten, Ahmet Çökelek, Dilek Ulutaş, Ebru Bingöl, Onurcan Çakır)

Turistik Urla fotoğraflarına bakacak olursanız, Urla’nın sahil kısmı olan Urla İskele’den görüntülere rastlama ihtimaliniz yüksek. Urla için yerel bir değer olan Tanju Okan’ın adının verildiği park, 2013’te restorasyonu yapılıp yeniden açılan Batis’in kahvesi, bir zamanlar Nobel ödüllü Yunan şair Yorgo Seferis’in yaşadığı ve şimdi otel olarak kullanılan yapı, 2016 yılı itibariyle restorasyonu sürmekte olan Daldal’ın kahvesi ve daha birçok önemli yer, iskele taraflarında yer alıyor. Aynı zamanda antik İyonya kenti Klazomenai’nin zeytinyağı işliği de bu bölgede bulunuyor ve Liman Tepe sit alanı araştırmaları, Urla İskele’de bulunan Ankara Üniversitesi Mustafa V. Koç Deniz Arkeolojisi Araştırma Merkezi tarafından sürdürülüyor. Ciddi bir tarihi birikim ve değerlendirilmeyi bekleyen veri var burada. 


Urla İskele


Klazomenai zeytinyağı işliği

Yaşadığım köye geri dönecek olursak, Barbaros’ta tek katlı bir konut projesi tasarım ve uygulaması gerçekleştirdim. Burada yaşadığım süre içerisinde kendi ağacımdan zeytinimi yapmayı, domates kurutmayı ve yaz sonu yeşil kalanlardan turşu kurmayı öğrendim, ağaçları yapraklarından tanımaya başladım zamanla. Şehirde doğup büyüyünce bu gibi şeyler insana mucizevi geliyor, her şeyin aşamalarını öğrenmek istiyorsunuz. Mimariden biraz bahsetmek gerekirse, taş ve brüt beton cephelerden oluşan Barbaros Evi’nde temel amaç, doğa içerisinde sessiz bir yaşam alanı yaratmaktı. Evin taş duvarları, Barbaros’un yerel taşından, köyde yaşayan Ergin, Serdar ve Aydın ustalar tarafından örüldü. Beton, yoğunluğu – ve kullanılan kalınlığına bağlı olarak yüzey yoğunluğu – yüksek bir malzeme. Beton ve tuğla duvarlar arası taşyünü gibi malzemelerin katmanlı olarak kullanılması ile, çift kapılı, çift pencereli bir ses geçirimsiz uyku odası olan ev inşa ettik. Köy, şehirle kıyaslandığında çok daha sessiz olsa da, yaz sezonunda köy meydanında yapılan düğünler ve yeni kurulmakta olan rüzgar enerji santrali türbinlerinin istenmeyen seslerini engellemek ve izole bir biçimde uyuyabilmek üzere, bu şekilde bir özel akustik çözümlü odayı tasarıma dahil ettim. Urla ve hatta ağırlıklı olarak tüm Karaburun yarımadasında ciddi bir potansiyel problemi de bu arada dillendirmek gerekirse, yarımadanın tüm  boş alanlarında, köy yerleşik alanlarına çok yakın şekilde RES’ler kuruluyor. Bu konuda ülkemizde yerleşim alanları ile rüzgar türbinleri arasında olması gereken minimum mesafeye dair bir kanun bulunmadığından, bazı köylere 300 metreye kadar yaklaşan santraller bulunuyor, ki böyle bir durumda köydekilerin türbin gürültüsünden uyumaları mümkün olmuyor. Yurtdışında yaşam alanlarına olması gereken minimum mesafe yaklaşık 2 km, ideal mesafe ise 3 km olarak belirtiliyor. Bununla ilgili kanun çalışmalarının uzmanlarla ortak bir şekilde sürdürülerek yürürlüğe konmasının, köylerde yaşayanlar ve doğa turizmi açısından çok gerekli olduğunu düşünüyorum.   


Barbaros Evi

Barbaros Evi’nin yapımı sırasında ve daha sonra bazı mobilyaların üretiminde, köyde yıllar önce Marshall yardımları ile kurulmuş metal atölyesi ve bu atölyeyi yürütmekte olan Ömer Usta’nın çok katkısı oldu. İnşaat yaparken metal, taş, su ve elektrik tesisatı gibi çalışma alanları olan ustaların köyde yaşaması büyük bir avantajdı, çünkü özellikle anlık çıkan ihtiyaçlarda İzmir’den köye usta gelmesi pek kolay olmuyor. Köyün kendi taşını kullanmak da hem lojistik açıdan kolaylık sağladı, hem de görsel olarak yapının köydeki diğer konut imajıyla bütünleşmesinde yardımcı oldu.   


Ömer Usta’nın metal atölyesi

Bu polyede, hem tarımsal sulama hem de hayvanların içmesi için kullanılmakta olan göletler var. 2013’te Barbaros ve çevresinde bulunan 16 adet göletin envanterini çıkararak, yollar, aydınlatma, ağaçlandırma gibi konularda bazı iyileştirmeleri ve yürüyüş / bisiklet rotalarını içeren bir rekreasyon projesi niteliğindeki Barbaros Göletler Bölgesi projesini hazırlamıştım. Daha sonra İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü, Yaşar Üniversitesi, İzmir Ekonomi Üniversitesi’nden mimarlık lisans öğrencilerinin katılımı ile gerçekleştirdiğimiz çalıştayda, göletleri bağlayacak ve göletler ile köyün ilişkisini kuracak ulaşım şemaları üzerinde çalışmıştık. Köyde yaptığımız gezi sonrası İzmir Fransız Kültür Merkezi’nde devam ettiğimiz çalışmanın sonucu olarak, bina ölçeğinde yapılaşmadan tamamen kaçınan bir anlayış dahilinde yürüyüş parkuru önerileri, seyir terasları ve topoğrafya ile bütünleşen mobilya elemanları ortaya koymuştuk. Doğa turizminin hızlı bir yan etkisi olarak, çevresi tamamen bakir ve doğal olan bu göletlerin dibinde yeni binalarda işletmelerin kurulmasını kimsenin talep etmeyeceği aşikar; bu yüzden yerel yönetimler tarafından atılacak her adımın bu potansiyel tehlikenin farkında olunarak atılması gerektiğine inanıyorum.  


Barbaros Göletler Bölgesi’nde bulunan Geri Gölü

Urla ile ilgili konuşmaya başlayınca aklıma daha birçok şey geliyor ama son olarak bahsetmek istediğim, Urla için kesinlikle olumlu olacağını düşündüğüm bir konu var. Urla’daki en büyük potansiyellerden biri, ilçe merkezinin ortasından geçen ve denize kadar devam eden Tabaklar Deresi ile çevresi. 2015 yılı güz döneminde, Virginia Couch ile beraber girdiğimiz İYTE Mimarlık Bölümü 2. sınıf stüdyosu ilk proje konusunu ‘Urla Tabaklar Deresi ve Çevresi Rekreasyon Alanı’ olarak vermiştik ve dönem sonunda lisans öğrencileri bu alan için hazırladıkları projeleri belediyede sunmuşlardı. Birkaç sene önce ıslah edilerek beton bir zemine oturtulan bu dere, kentsel yapıdan tamamen kopuk durumda ve yalnızca taşmaması istenen bir tehlike olarak ele alınmış gibi duruyor. Derelerin ıslah edilmesi ve korkulukların yapılması teknik gereklilikler gibi dursa da, su seviyesi arttığında seviyeyi kontrol etmenin ve yürürken insanların güvenliğini sağlamanın mevcut yapılı çevre ile barışık, farklı yöntemleri de var. Basit bir örnek olarak, yol kenarlarında bırakılacak ve asfalt ya da parke taş ile kapatılmamış yeşil alanların, suyun toprağa süzülerek azalmasında rol oynayan elemanlardan biri olarak çalışabildiğini söyleyebiliriz. Dere çevresine yapılacak korkuluklar yerine, yaya yolları ile dere arasında kotlu geçişler, ağaçlandırma ve kentsel mobilyalar içeren peyzaj düzenlemeleri yapılıp, derenin etrafında kalan yapıların cepheleri yeniden ele alınarak bir bütün haline getirilirse, Urla içerisinde zaten bulunan bu su öğesini bir değer haline getirmiş olur. Urla’nın zamanla değişeceği açık, ama umuyorum ki olumlu yönde gelişir ve doğal, sessiz ve sakin havasını kaybetmez, çünkü Urla’yı Urla yapan değerlerin başında bu az bulunur özellikler geliyor.


Bir potansiyel olarak Tabaklar Deresi ve üzerindeki konut dokusu
 

*Aksi belirtilmedikçe, tüm fotoğraflar Onurcan Çakır tarafından çekilmiştir.

Barbaros Evi  
Etiketler

1 Yorum

  • sinan-alper says:

    Çok güzel bir yazı, Onurcan Çakır’ın eline sağlık yayımlandığı günden beri hep okumaya başlıyor, fakat bir şekilde bitiremiyordum. Bugüne kısmet oldu 🙂 . Öncelikle ben de İzmir’de doğup büyümeyen ama hayatımın en güzel 5 yılını Urla ve Gülbahçe’de (İYTE’de) geçirmiş biriyim. Ardından 5 yıllık bir İstanbul deneyimi ve kaçarcasına İzmir’e geri dönüş…
    Urla’nın, ilk gittiğim günden beri bende yarattığı his: bakirlik hissinden çok gelişmemişlik… Son 2 yıldır nitelikli bir göç alsa da bu göç genelde çevresi ile sınırlı kalıyor. Bu da, merkez ve yakın çevresinde nitelikli bir fiziksel çevre oluşumunu yavaşlatıyor. Fakat ileriki zamanda raylı sistemin İYTE’ye kadar gidecek olması ve merkezde yaşayan İzmir halkının yoğun trafik ve kentleşmeden dolayı göç etmesi ile Urla’nın gelişimi hızlanacaktır. Umarım bu süreç bir talan olarak değil, daha düzenli ve değerler korunarak devam eder.

Bir yanıt yazın