UNESCO Dünya Miras Komitesi Toplantısı Yaklaşırken

Bugünlerde kent ve kültürel miras ile ilgili gündemin temel başlıkları şöyle; Cumhurbaşkanı Taksim Meydanı'na "tarihi eser inşa etme" niyetinde ve Haliç Metro Köprüsü'nün mimarı Kabataş'ta kente yeni bir sembol kazandırmak istiyor.

40. dönem UNESCO Dünya Miras Komitesi (DMK) toplantısına ev sahipliği yapmaya hazırlanan İstanbul’da, bugünlerde kent ve kültürel miras ile ilgili gündemin temel başlıkları şöyle;

  • Ülkenin cumhurbaşkanı Taksim Meydanı’na “tarihi eser inşa etme” niyetinde,
  • Gündeme geldiği 2011 yılından bu yana DMK toplantılarında Türkiye delegasyonlarının başını çok ağrıtan Haliç Metro Köprüsü’nün mimarı Kabataş’ta kente yeni bir sembol kazandırmak istiyor.

Kent ve kültürel miras alanında İstanbul’daki durum böyleyken Diyarbakır Surları’nın içindeki tarihi kent dokusu, Temmuz 2015 yılında Dünya Miras Alanı (DMA) olarak ilan edilmesinden birkaç ay sonra tahrip edilmeye başladı. Onlarca sivil mimarlık örneği tamamen yok oldu, bazı anıtsal yapılar ciddi düzeyde tahrip edildi. Bu ortamda İstanbul, 10-20 Temmuz 2016 tarihlerinde DMK toplantısına ev sahipliği yapacak.

Türkiye’nin sivil toplum alanında da DMK toplantısını fırsat bilerek ülkedeki ve İstanbul’daki kültürel miras tahribatını gündeme getirmeye yönelik en azından benim bilebildiğim kadarıyla ciddi bir girişim yok. Bu durumun bir istisnası World Heritage Watch (Dünya Miras İzleme) örgütünün 8-9 Temmuz 2016 tarihlerinde İstanbul’da yapacağı, ağırlıklı olarak sivil toplum temsilcilerinin katılacağı konferans.

Türkiye’de her şeyin politikası yerel ve milli olduğu için politikacılarımızın Avrupa ve dünyadaki kültürel miras alanlarındaki politik gelişmeleri takip etmiyor olmaları kendi içinde tutarlı. Ülkenin hali düşünüldüğünde Temmuz ayında yapılacak bu toplantının hiç gündeme gelmiyor ve tartışılmıyor olması da şaşırtıcı değil. Ancak kültürel miras alanında çalışan STK’ların, akademisyenlerin ve profesyonellerin de özellikle Avrupa’daki gelişmeleri yeterince izlediği konusunda şüpheliyim. Bir örnek vermek gerekirse, Nisan 2016’da Brüksel’de yapılan Avrupa Kültür Forumu’na Türkiye’den gözlemlediğim kadarıyla 2 kişi katıldı.

Günümüzde gelişmeleri izlemek için toplantılara katılmaya gerek olmadığı düşünülebilir. Ancak bire bir temaslar, tartışmalar, bazen bir broşür veya kitapçık takası bile çok faydalı olabiliyor. Ama benim açımdan esas faydası, aynı alanda çalıştığımız insanların gündemlerinde ne olduğunu, neleri tartıştığını bizzat duyabilmek. Bu sohbet ve temaslarda duyduklarım, Türkiye’de kültürel miras alanında çalışan biri olarak her seferinde beni geri kalmışlık duygusuna sevk ediyor. Türkiye Avrupa’nın şu an gündeminde olan kültürel miras ile ilgili politika konularını onlarca yıl geriden takip ediyor.

Yukarıda bahsi geçen Avrupa Kültür Forumu’ndaki konuşmacılardan biri olan AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini’nin konuşması “Kültürü Avrupa’nın Dış İlişkilerinde Merkeze Koymak” başlığını taşıyordu. Kültür, uluslararası ilişkilerde ilk defa gündeme gelmiyor. Türkiye özellikle Balkanlar ve Türkî Cumhuriyetler’le kültür ve kültürel miras üzerinden de ilişki kuruyor. Ama bunu yaparken bir yandan da kendi kültürel mirasını tahrip ediyor, hem de dönem, mimari üslup, işlev vb. ayırt etmeksizin.

2015’in ortalarından bu yana Avrupa kurumlarının kültürel miras ile ilgili gündemlerindeki en önemli konu 2018 yılının Avrupa Kültürel Miras Yılı olarak ilan edilecek olması. Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Komisyonu’ndaki müzakereler büyük oranda sonuçlandı, hatta Avrupa Komisyonu Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spordan sorumlu komiser Tibor Navracsics 2108 yılı ile ilgili gayri resmi açıklamayı yaptı bile.

Birçok alanda olduğu gibi kültür ve kültürel miras politikaları alanında Türkiye ile Avrupa arasındaki ilişkiler giderek kopuyor. Türkiye’de tek bir kültür hâkim kılınmaya çalışılırken Avrupa’da kültürel çoğulculuk, politika belgelerinin en temel kavramlarından biri oluyor. Suriyeli mülteciler konusunda çok kötü bir sınav veren Avrupa’nın kültürel çoğulculuktan bahsediyor olması samimi gelmeyebilir ama en azından bir niyet göstergesi olarak görülebilir. Kaldı ki bazı uygulamalar bunun bir niyetten öte olduğunu da gösteriyor.

2018 Avrupa Kültürel Miras Yılı Türkiye ile Avrupa arasında giderek zayıflayan bağların bir nebze olsun güçlendirilmesi için bir fırsat olabilir. Avrupa kültür başkenti uygulamasında olduğu gibi 2018 yılı da sadece Avrupa Birliği’nin resmi sınırları içinde kutlanmayacak. Bu yüzden Türkiye sivil toplum dünyasıyla birlikte bu yılki toplantıya aktif olarak katılmalı. Normal ülkelerde böyle özel yıllarda kamu kurumlarının da aktif olması hatta sivil toplum kuruluşlarına destek vermesi beklenir ama uzun zamandır normal bir ülkede yaşamadığımız için böyle bir beklenti naif olacaktır.

Temmuz ayındaki DMK toplantısı büyük ihtimalle o günler boyunca kısıtlı bir çevrede gündeme gelecek ve tartışılacak. Türkiye’den DML’ye giren alanlar gazetelerde yer alacak, sonrasında ise yerel kültürel miras gündemimize döneceğiz. Ama bu toplantının tüm Türkiye’nin hatta dünyanın gündemine taşınması için elimizde önemli bir fırsat var; Cumhurbaşkanı’nın DMK toplantısında tarihi eser inşa etme niyetinden bahsetmesi.

Etiketler

Bir yanıt yazın