Allah’ın İzniyle Dönüştürülen Kent, Yok Edilen Köy

Ne kadar güzel şey:

Yolun üstündeki bina

Yıkıldığı zaman

Bilinmeyen bir ufuk görmek.

Orhan Veli’nin bu şiirine derkenar olabilir mi İmrahor Bostanı. Bostan sözcüğü şimdilerde doğa tutkunu kent insanı için kendi küçük gövdesinden de çok şey ifade ediyor.

Şöyle olsun mu derkenarımız;

İmrahor Bostanı her şey demektir.

Gezi Parkı Direnişi bir biçimde devam ediyor hâlâ, forumlara, halk meclislerine, serbest kürsülere, işgal evlerinde düzenlenen toplantılara, sanat etkinliklerine ve şehirde elinde tohum, çapa, bel, kürek toprak arayan yeni nesil bostancılara evrile evrile genişliyor, devam edi-yor hâlâ.

Gezi Parkı Direnişi bir biçimde devam ediyor hâlâ, forumlara, halk meclislerine, serbest kürsülere, işgal evlerinde düzenlenen toplantılara, sanat etkinliklerine ve şehirde elinde tohum, çapa, bel, kürek toprak arayan yeni nesil bostancılara evrile evrile genişliyor, devam edi-yor hâlâ. Yedikule Bostanı’nı sürdürmek için verilen mücadele; bunun için yerel halk ile girilen diyaloglar; karşıtlıklara rağmen “nasıl yaşamak istiyoruz” üzerine tartışmak; ve kendi başımıza birey olarak “karar” vermek; belki de şu anda adını koyamadığımız yeni tip bir yaşam kültürünün doğuşunu ifade ediyor. Sözgelimi, Kuzguncuk Bostanı’ndaki mücadele kazanıldıktan sonra, parça parça tarlalara bölünen alanda ekim başladı! Kentin ortasında tarım! Şimdi gitseniz Kuzguncuk’a toprağın rengini görürsünüz, yakında tohumlar çıkmaya başlar, kuyuyla uğraşıyorlar, motor arıyorlar, belki de buldular.

Aynı zamanlarda iktidara kuvvetle bağlı Üsküdar’dan Doğancılar Forumu’nun da desteklediği bir grup bostancı İmrahor’un toprağına dokundu, emek verdi. Üsküdar gibi korular, bostanlar ve olağanüstü bitki örtüsüne sahip bir semt, sık yapılaşma ve dolgu sahil nedeniyle toprak rengini unutmuştu. İmrahor Bostanı Üsküdar’ın umudu olacaktı. Tuttu belediye çevirdi, kapattı bostanı. “Nasıl bir yaşam istiyoruz biz” Üsküdar Belediye’sinin umurunda olmadı. Oysa sahildeki bir avuç parkı, yalı bulacağız diye metrelerce kazanlara kimse engel olmadı.

(Unutmadan söyleyelim Çengelköy Bostanları’na ne mi oluyor, halı saha oluyor, mıcır döküldü. Bir kısmı çiçekçiliğe devam ediyor.)

Görüyorsunuz ya, yine haklı çıkmadı şair,
yıkılan ve boşluğu bize bırakılan tek bir bina yok şehirde, öyle ki toprağın altında saray yalısı arıyorlar, o Allianoi’ye beton döken çanak çömlek takımı. Öyle ki, tohumdan zinhar korkuyorlar.

ŞEHRE EKİP BİÇMEK YASAKTIR!

Şehirde olmasına izin verilen “yapıcı” eylemler yeni Büyükşehir Yasası ile belirlendi. 30 Mart 2014’de fiilen uygulanmaya başlayacak olan yasa, yerel yönetimlerin sonunu getiriyor. Köy sözcüğü sözlükten çıkarıldığı gibi, kent de kent olmayacak artık. Kent, köyün kaderini yaşıyor. Vay büyümeyen kentin haline!

Büyükşehir Yasası’nın kırsalı, tarımı olumsuz etkileyeceğini ifade eden Prof. Bülent Gülçubuk: “Kanun yeni rantlar yaratabilir, doğal kaynaklar üzerinde baskı artabilir, kırsaldan yeni göç dalgası ortaya çıkabilir, süreçte sermaye için yeni ucuz işgücü ortaya çıkabilir. Kırsal arazi kentsel arsaya dönüşecektir ve de kırsal bölge topraklarının imara açılması kaçınılmaz olacaktır. Bu kaygılar kırsalda yaşayanları, tarım ile uğraşanları, geçmiş izlerini kırsalda arayanları ve statüsü değişen yerleşimleri tedirgin ve de tehdit etmektedir.”ii

Prof. Dr. M. Akif Çukurçayı yasa henüz tasarıdayken ne demişti: “AB normlarına, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na ve Avrupa Kentsel Şartları’na aykırı. Çünkü ‘subsidiarite’ (hizmette halka yakınlık) ilkesi başta olmak üzere birçok ilke ihlal ediliyor. Hizmeti sunan birim halktan yüzlerce kilometre uzaklaştırılıyor, yerel yönetimleri güçlendirmeye yarayan bir dönüşüm yerine, yerel alanda yeni bir ‘merkeziyetçilik’ üretiliyor. Zaten mevcut belediyelerin birçok yetkisi alınıp ya Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na ya da TOKİ’ye aktarıldı. Dolayısıyla tasarı yerelleşmeyi sağlama amacından çok uzak.”iii

Yerellik yok edilirse demokrasi umudu da tamamen ortadan kalkar. AKP iktidarının son 12 yılda yasaları dele-boza yapmaya çalıştığı merkeziyetçilik, bana göre totaliter rejimin de ilanıdır, doğayı tahrip ettiği kadar çok kültürlü halkı da tek tipleştirecek. Oysa demokrasi yerelden yayılabilir ve tavanı denetler, uyarır ve hatta tavanı dönüştürür. Yerel çıkarların korunması son derece önemlidir çünkü Ankara durmadan HES emri verirken, yerel halk bunun kendisine vereceği zararı görür ve merkezi uyarır. Ankara, baraj emri verdiğinde, yerel halk fark eder ki tarihsel değerler yok olacak, itiraz eder ve merkezi ikna eder. AKP bunun bilinciyle 12 yıldır başka partilerin yerel yönetimlerine baskı uyguladı, onları çalışamaz hale getirdi ve valilere verilen geniş yetkilerle belediyeciliğin sonunu getirdi. Yakında belediyeler sadece çöp toplayan kurumlar olacaklar. Türkiye tek merkezden, adaletsizce, görevi kötüye kullanan, imtiyazlarını kendi çıkarlarına yönelten ve yaptığı her şeyi

“Allah’ın izniyle!”

yaptığını sürekli zikreden bu demokrasi yoksunu, tutucu(muhafazakar asla değil) insanlar tarafından yönetiliyor, yönetilecek!

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan: “Türkiye’nin önünde Allah’ın izniyle hiçbir güç duramayacak. 21. yüzyıl, Türkiye yüzyılı olacaktır. Biz hükümet olarak bunu hedefliyoruz!” (17 Kasım 2013)

“Allah’ın izniyle millet kazanacak, Ülkemizin istikrarını, huzurunu, emniyetini hedef alan birçok girişimi bertaraf ettik. İnanıyorum ki 30 Mart’ta bir kez daha kurulan kirli tezgâhları yıkacağız.” (29 Ocak 2014)

“Allah’ın izniyle 30 Mart’ı Esmaların zaferi olarak bize getirecek. Hiç endişeniz olmasın, Esmaların zaferi, onların ruhu bizim aramızda evelallah!”
(27 Şubat 2014)

HDK İstanbul Gençlik Meclisi derki: “8000 yıl önce… Dicle Vadisi’nde nehrin sularının azalmasıyla oluşan delta zamanla verimli bahçe ve bostanlara dönüştü. Amed’iniv ekolojisinin önemli bir parçası olan ve aynı zamanda Diyarbakır Surlarıyla birlikte kentin kültürel simgesi haline gelen 700 hektarlık Hevsel Bahçeleri, Unesco’ya aday gösterildi. Amed’in bir başka simgesi haline dönüşen Diyarbakır karpuzları da burada yetişti. Fakat şu an bu doğal, tarihi ve kültürel miras HES ve konut yapılaşmasına açılarak yok olma tehdidi altında. Son yapılan doğa katliamıyla 10 binin üzerinde ağacın kesilmesi söz konusu. Yapılacak HES projesiyle bostanlar sular altında bırakılarak ve konutlarla beton yığınları altına gömülerek Amed’in hem akciğeri hem de besin kaynağı olan Hevsel bahçeleri talan ediliyor.”

Üsküdar’da adı İmrahor, Diyarbakır’a gidince adı Hevsel!

Büyükşehir Yasası’nda esas alınan etken nüfus sayımları… Nüfusu şu kadar olan yer belediye, şu kadar olan büyük şehir olacak, şu kadar olan köy sıfatından çıkacak… Bir yerleşimin köy sıfatından çıkması için sadece insanları sayıyorlar. Nüfus sayımlarında hiç koyun sayıldığını gördünüz mü? Biz sadece uykuya dalmak için koyun sayan bir milletiz! Mesela şehir bölge plancıları 50 bin ölçekli haritalara kuşları çiziyor mu? Yok canım, çocuk mu onlar her kağıda hayvanları oturtsunlar! Nüfus sayımında, bir yerleşimin doğal zenginlikleri neden sayılamıyor?

Bir köyü köy olmaktan çıkarmak için insan nüfusunu saymak yeterli midir?

Keçisi, tavuğu, ineği, bağı, bahçesi, tarlası, toprağına uygun ekini, hasadı, adı hiç keşfedilmemiş çiçeği, gerçekten “köy”ü bir sayın bakalım da ona göre çıkarın yasalarınızı!

Sir Ebenezer Howard’ın 1898’de ortaya attığı Yarının Bahçeli Evleri her ne kadar Londra’da evirilerek elitistleşti, orta sınıf için ulaşılmaz bir hal aldıysa da bu etkiyle bugün kentte hala kira ile küçük tarım yapılabiliyor tıpkı Kuzguncuk’ta yeni başlayan ortak bostancılık gibi… Ne denirse densin Howard’ın Londra yeşiline katkısı yadsınamaz. Hazır gıdada yaşanan fiyasko ve artan kanser nedeniyle insanlar, organik ürünler veren küçük çiftliklere yönelmekteler ya da artık kendileri doğal olarak ürettikleri besinleri tüketmek istemekteler, balkonlarda veya minik bahçelerde. Kentlerde topraktan bireysel üretim olamaz diye bir kanun var mı? Yok! Kent bütün yüzeyi asfalt kaplanmış bir alan olmak zorunda mı? Değil! Peki, kamusal alan tarım alanı olamaz diye bir yönetmelik var mı?

Yeni, yeşil bir kent modeli mümkün! Bu nedenle,

İmrahor Bostanı her şey demektir.


Ama ne fayda, kutsal kitaplarda yazıldığı üzere, dünya malı hepten insana verilmiş. Gideceksin, alacaksın, yapacaksın!

Kendilerine reva gördükleri o mahrem betonkule’den, o büyük büyük şehirlerin, haremlik selamlık ayrılmış meydanlarına kurulu kürsülerinden bugünlerde sıkça sesleniyor Başbakan:

“Yaptık Allah’ın izniyle!”

Ve Kur’an-ı Kerim’i bir izin kâğıdı, bir ruhsat gibi kullananlar önünüzde tohumlarla kurulmuş bir barikat var bilesiniz!

Bostanların zaferini göreceğiz, göreceğiz çocuklar!

Etiketler

Bir yanıt yazın