Bütün Kabahat “Proje”de

Proje şu sıralarda binbir surat gibi birşey. Aniden yüzü değişiyor. Birine bakarken diğer yüzünü görüyoruz. Biri biterken diğeri başlıyor, onun yerini alıyor farklı farklı ölçeklerde.

Projenin kendisi bile şaşkın, onu yapanlar, inşa edenler şaşkın, içinde olanlar, daha bir şaşkın…

Proje bina oluyor, park oluyor, kent oluyor, köprü oluyor, cami oluyor… Kültür merkezi, sahil düzenlemesi, eski bir fabrikanın yeni versiyonu ya da yarışmayı kazanan bir yapıt oluyor. Yani oluyor da oluyor, hatta her nasılsa yaşadığımız ortamın taa kendisi bile oluyor. Gündemi belirliyor, insanlar, topluluklar onun resminde yer alıyor. Yaşama tercihleri ve kuralları ile güne, günlere damgasını vuruyor ve sokağın adeta bir aynası oluyor. Herşeyde o, vaatlerin arkasında olan o, öğünülerek hep yapılmaya çalışılan o, gerçekleştirilmek istenen de yine o oluyor. Günlük yaşamın kendisi bir projenin parçası haline geliyor, ya da proje günlük yaşamın ayrılmaz parçasına, parçalarına dönüşüyor. Kısacası yer gök projeleşiyor ve herşey de onun başının altından çıkıyor, diyelim.

Peki nedir her yanımızı saran bu proje? Nereden gelir nereye gider…

Finlandiya’da son günlerde Sara isimli sıradan, markette çalışan genç bir kızın Youtube sitesine yüklediği bir video (https://www.youtube.com/watch?v=ybcvlxivscw) bir kaç hafta içinde 10,5 milyonu geçen izlenme ile rekorları alt üst etti. Tam anlamıyla ortalığı kasıp kavuruyor. Farklı dilleri, gerçek olmasa da arkası arkasına, aksanlarıyla getirmiş olan konuşması kendi amacı doğrultusunda oldukça başarılı bir kolaj. Sara da çok doğal olarak rolünü ortaya koyuyor. Sara bir proje gibi başlamasa da şimdiden tuttuğu iki yönetici ile geleceğini planlarken giderek kendi projesine koşuyor. Hatta şimdiden yerli yabancı medyanın ilgisini çekmiş ve dünya çapında ünlü Talk Showlara davet ediliyor. Bütün Finlandiya sanki herşeyi bırakmış onu konuşuyor, onu izliyor. Belki kendisinin bile daha nereye gideceğini bilemediği projesinin varacağı noktalar ise merak konusu. Bu örneğe baktığımızda geleceği kurmak, düşünmek de bir anlamda bir proje oluyor diyebiliriz.

Bütün bu olanların mimarlıkta da, müzikte de, sinemada da, bir çok dalda olduğu gibi bazı karşılıkları bulunabilir. Daha da ileri gidersek, ortaya çıkarılanlar, yaratılanlar, yaratanlar, reklamları, reklamcıları, öne çıkanları, öne çıkarmanın yolları, planlar, planlayanlar, planlananlar, görüneni, görünmeyeni, ne zaman görüneceği, nerede görüneceği, ne kadar neyin görünmesi, ne kadar görünmemesi, basımı, yayını, gazeteler, sosyal paylaşım siteleri vs vs, politik arenada olduğu gibi. Yaratılan, yaratılacak fiğürler, insanlar, ortamlar hep bu projenin bir parçası (mı !) dır. Hepsi olmasa da olanlar mutlaka vardır…

En iyisi herşeyi bir kenara çekip projenin anlamını, kaynağında yani gerçek yerinde arayalım. Bildiğimiz gibi, projenin kaynağı da, projenin ormanı da içiyle dışıyla mimarlık dünyası, kent tasarımı, peyzaj ya da ona benzer dallardır. Mimarlık disiplinin sanatla daha yan yana olduğu düşünülürse, projenin mühendislik dallarında daha farklı bir yerde olması ile, onun doğası da farklı alanlardaki tanımlamaları da daha farklı açılardan değerlendirilebilir. Sanat dalları, çoğu güzel sanatlar ise bu konuda başka bir yerdedir. Onlarda zaten proje yoktur, sanatın kendine özgü yapıtları vardır ve süreçleri ve sonuçları ile diğerlerinden farklıdır.

Yine hepimiz biliriz, proje genel tanımı ile bir plan ve program işidir denilebilir. Tasarım projeye hayat verir. Zaten tasarımla proje çıkar. Düşünmeyle, farklı şekillerdeki eskizlerle başlar, belki düşünme de bir yanı ile çizmeden bir eskizdir. Ama her nasıl başlanırsa başlansın istenen, verilen programa bağlı olarak ne yapılacaksa her yönü ile detayları ile malzemeleri ile planlanır. Farklı seviyeleri ile farklı yöntemlerle çizilir ve modellenir farklı yöntemlerle ortaya çıkarılır, inşa edilir. Yapılacak bir binanın, kentin, stadyumun, havalimanının, bir köprünün, bir sandalyenin, ya da her neyse gerçekleşmesi düşünülenin, varsayılan halidir. Yapılan da yapılır. Tabii çok gerçek olanlardan çok daha ütopik olanlarına geniş bir çerçevede değerlendirilebilir ve yolu yordamı, sonuca giden süreci farklılaşır bu çabalarla. Ya inşa edilir ya da edilemez.

Ama her ne ise sonunda proje bir kurgudur. Ya da bir kurgunun sonucudur. Bir açıdan proje kaynağında rasyonel yanının yanında onunla bütünleşen, ona eşlik eden bir soyutlamadır da, duvarlarla, binalarla, ya da farklı fonkiyon ve malzemelerle ya da obje olarak. Yani yaşamla yanyana iç içeyse de, bir anlamda yanyana gelmez de diyebiliriz belki de bir yanı ile. Neden? Bütün bu binalar, yapılanlar insanların olduğu kullandığı yerlerdir ama onları çevreler, kapatır, insanlara barınma ve diğer mekanları sunar bu duvarlarla, soyutlamalarla ya da obje olarak insanların gözü önündedir ya da insanların yaşadığı açık alanlar parklar, peyzajlardır vs, vs. Bütün bunlar çizilebilir, planlanabilir, son hali ile adım adım tasarlanıp, adım adım ortaya çıkarılabilir.

Fakat yaşam başka bir şeydir. Planlarınız olabilir yaşamın ritmi içinde onları sıralıyabilirsiniz ama proje gibi her yanı ile santimle planlanamaz. Planlasanız da plana uymayabilir. Sizi alır götürür. Bu da onu yaşam yapar, orada yaşanır her saniyesi ile zorlukları, sevinçleri ve sürprizleri ile. Sonucunu baştan çok net koyamassınız. Uçu sonuçlara açıktır. Proje ise ister istemez donar, donabilir yapıldığında ya da bir sürüsünde en başından donmaya hazırdır, yatkındır. En başından varmak istediğiniz sonucunu öyle ya da böyle bilirsiniz, bilmeyi istesiniz çoğunda denilebilir. En iyisini yapma esaslıdır. Yaşamın böyle bir derdi yoktur, böyle bir derdi olmaz. Proje cansızdır, yaşam ise canlıdır, farklıdır her gün yeniden doğar. Yani kısası yaşam ile bir bakımdan oldukça zıt bir hali vardır proje olgusunun. Bu yüzden de doğaları farklı olabilir de diyebiliriz bütün bu resme bir yanından bakarsak. İşte bu yüzden de zaten mimarın genelde tasarım bağlamında yaşamla bağlantısındaki ikilem buradadır yine bir yandan. Örneğin sanatçı yaşamla bağlantısını mimarınkinden çok daha farklı arar iç dünyasında ve yaşamın peyzajı içinde, onun farklı farklı sosyal sorunları, zorlukları, sevinçleri, farklı farklı hislerin dünyasının içinde.

Proje bina olmaktan çıkıp, diyelim ki insanları, grupları, içine alan ortamların tasarlandığı projelere dönüştüğünde bir iş daha da çetrefilleşir. İnsan doğası, doğanın yaşamın doğası, projenin doğası birbirine girer…. Hatta daha da ileri gidelim ve örneğin bir ülkenin ya da ülkelerin bir büyük projenin parçası ya da farklı ülkelerin farklı farklı projelerin parçası haline geldiklerini düşünelim. O da işi büsbütün başka bir boyuta taşır politik seçimler ve ortak farklı farklı kazanım hedefleri ile. Ama proje projedir. O zaman yaşamla bazı açılardan çelişen proje insanın doğasına da mekanik tarafıyla nasıl uyar, uymaz, uymayabilir.

Etrafınızdaki herşey bir proje ya da bir projenin parçası olur mu, olabilir mi. Ölçeğine bağlı tabii ama her yeri kaplarsa, herşey her an, her dakika tasarlanmış projelenmiş bir tasarımın içinde olunursa bu da nasıl steril ve delicesine bir ortam yaratır diye de düşünebiliriz, mimari açıdan da her türlü açıdan da geçerli olarak. Yaşamın spontane anlarının, onun yön değiştiren, beklenmeyen sürprizlerinin hatta kaybetmelerinin, yenilmelerin, tekrar kazanmaların arasında belki de proje kavramına onun yorumlamalarına ışık tutacak anektodları bulabiliriz özellikle mesleki projelerimiz adına.
Bir de tek tip proje vardır. Bu da farklı ölçeklerde olabilir. Örneğin bir yerleşmede bütün konutların aynı olması orayı monotonlaştırır, yaşamı değersiz kılar, robotlaştırır, Kuzey Kore de erkekler arasında herkesin saçlarının benzer şekilde traş edilmesi, herkesin biribirine benzemesi gibi, hep aynı monoton tempoda bir müzik dinlemek gibi. Bütün bunlar karşısında bizim seçimlerimiz nelerdir? Şüphesiz demokratik bir ortamın yaratılmasına oradaki tartışmalara bağlı diyebiliriz. Bu da parmak hesabına dayalı bir sistemin çok ötesine geçen bir ortamda olabilir.

Bütün Kabahat “Proje”de… mi? Tabii ki değil. Yine de proje olmassa mimarlık nasıl olur demek, notalar olmadan müzik nasıl olur demeğe benzese de “içimiz dışımız proje oldu, proje lafını hiç duymak istemiyor insan” demek geçiyor bu vaat edilen, her yerde sözü edilen projeler arasında, hele hele bu gürültüde…

Bir anekdotla uzayan yazımı bitireyim. Hadi diyelim. Bir proje yapılacak…

Helsinki Güzel Sanatlar Akademisinde birkaç sene önce Mimarlıkla sanat arasında bir stüdyo yapıyoruz. Başlık, farklı boyutları ile aradığımız ‘Boundaries’ yani ‘Sınırlar’. Stüdyoyu birlikte yönettiğimiz hoca arkadaşım Seppo Salminen ile öğrencilerden önce Akademideki çalıştığımız mekanda buluşuyoruz. Bizden önceki günde muhtemelen dağılmış olan stüdyomuzu hale, yola koymaya çalışıyoruz oradan, buradan sohbet ederken. Biri, bir yerde diğeri diğer yerde olan iki masayı ortaya çekiyoruz ve yanyana getirip büyük bir kare masa haline getiriyoruz. Etrafında da ordan buradan bulduğumuz farklı rengarenk tabureleri, sandalyeleri yerleştiriyoruz. Belki de mimar kökenli olmanın getirdiği bir içgüdü ya da her neyse gözüm masalara gidiyor. Biraz da muziplikle Seppo’ya masalar biribirine uymadı biri hafif alçak ve diğeri ötekinden bir karış uzun diye elimle işaret ediyorum. Seppo gülerek muzipce bana bakıyor ve bir süre sonra çok net, bir kısa cümle ile çok şeyi özetliyor sanatçı kafası ile. “Alt tarafı bir masa” diyor. Bir süre sonra ben de o da başlıyoruz gülmeye. Öğle sonrası öğrencilerle olduğumuz stüdyoda gerçekten de bu farklı iki masa ve farklı farklı oradan buradan sandalyelere oturan öğrencileri ve bizleri hiç mi hiç etkilemediğine tanık oluyorum tahmin ettiğim gibi.

Bu mekanın ortasına koyduklarımız bir proje değil, sadece spontane, anında gelişen bir refleksle yanyana getirdiğimiz, üzerlerinde boyaları çizikler olan sanat okulundaki iki masa ve etrafı. Proje de olsa ya da proje de olsaydı masanın o mekanı etkilemesi başka bir şey, kentte kilit bir yerde yapılacak bir projenin, binanın orayı nasıl etkileyeceği, yaşayanların hafızasında nasıl yer bulduğunu, bulacağı, hele bütün tepkilerden sonra hem mimarlık dünyasını hem de toplumu nasıl etkilediği bütün boyutları ile ortada… İstanbul’da son dönemlerde tartışılan ve halen hızla yapılan, yapılacak projeleri bir kenara bırakalım, sadece bir örneği düşünelim. İşte meşhur Topçu kışlası, işte Gezi Parkı, işte olanlar, işte kaybettiklerimiz. Yine de bütün bu farklı ölçeklerdeki projelerin arasında, bu hüzünlü ve acı deneyimden kazandığımız, kazanacağımız özgür bir toplum yaratma ve her bireyinin söz hakkı olduğu, tek tipte, tek düşünceye değil tam tersi çeşitliliğe, farklılığa, bütün ötekilerin kabul edildiği, öncelikle de insanların düşünceleri, inançları yüzünden yaşamlarını yitirmediği bir seçim ve bir proje olmalı, eğer proje olacak ise…

İmaj: Behiç Ak

Etiketler

Bir yanıt yazın