Bu Ne Allah Aşkına!

Mimarlar “diktatörün!” yıkılışıyla adeta Aksaray’ın etrafına toplanmış, ellerindeki balyozlarla saraya abanmışlardı.

Türkiye 8 Haziran 2015 sabahı, uzun süren tek partili AK Parti (veya AKP ya da zamanında bazılarının dediği gibi “AK Parti pardon AKP”) iktidarının bitişine uyandı. AK Partililerin üzüldüğü, AKP’den haz etmeyenlerin sevindiği bu günde, bir mimar olarak ilgimi en çok çeken, Cumhurbaşkanlığı Sarayı, diğer adıyla Aksaray ile ilgili sosyal medyada dönen mimar söylemleri (mimar geyikleri diyemeyeceğim çünkü konuşulanlardaki nefret söylemi geyik letafetinden uzaklığıyla beni zaman zaman dehşete düşürdü) oldu doğrusu.

Mimarlar “diktatörün!” yıkılışıyla adeta Aksaray’ın etrafına toplanmış, ellerindeki balyozlarla saraya abanmışlardı. Sarayı yıkanlar, hayvan barınağı yapanlar, dümdüz edenler, okul yapanlar, komiklik yapanlar, zekice espriler yapanlar… Nitekim “herkeşler” karakter düzeyi ve duyarlılıkları oranında fikirlerini beyan ettiler. Bu noktada da benim bu yazıyı yazmama neden oldular. Ve yazıda Saddam, Obama, Körfez Savaşı, Che Guevera, Spinoza, Ertuğ Uçar, Tayyip Erdoğan gibi isimlerin bir araya gelmesini sağladılar.

Saddam ile başlayalım. Gözünüzün önüne Saddam Hüseyin’in Irak’taki hâkimiyetinin zihinlerde bitmesine sebep olan, yıkılan Saddam Heykeli’ni getiriniz lütfen. Görüntü ne kadar da etkiliydi değil mi? Ülkesine yıllarca hâkim olmuş bir diktatörün heykeli nefretle yıkılıyordu. Hem de Amerikan askerlerinin gözetiminde. Bir 11 Eylül kadar olmasa da oldukça etkiliydi doğrusu.

Size yıkılan Saddam heykeli kadar etkileyici ve ona benzeyen başka bir görüntü veya imaj sorsam aklınıza ne gelirdi? Benim aklıma Berlin Duvarı’nın yıkılma imajı geldi. Başka bir tahakkümün yıkılış anı… Televizyonun renklendiği, yeni bir çağın başladığı, görüntü imparatorluğunun kalp atışlarının bangır bangır duyulmaya başladığı dönemler. Açıkçası Berlin Duvarı’nın yıkılış anını (soğuk savaşı kastetmiyorum, sadece duvarın yıkılış anından bahsediyorum) samimi bulduğumu söylemeliyim. Bir şehrin insanları, onları yıllarca ayrı düşüren duvarı yıkıyorlar. Bunda bir sorun yok. Sorun bu imajın etkisini keşfeden Batı’nın “imaj ahlâksızlığı” yapması. (İmaj ahlâksızlığı terimini ben buldum. Yani öyle sanıyorum. Gerçi daha önce bu terimi okuduğunuz başka bir yer olduysa ben bulmamışım demektir. Her neyse…) Berlin Duvarı’nın yıkılış anının doğal imaj etkisi, Saddam Heykeli’nin yıkılma görüntüsü aracılığı ile –bilinçli olarak- yinelenmiştir. Yani bilinçlerde hazır yeri olan bir imaj, manipülatif başka bir imajın pekiştirilmesi için kullanılmıştır. Bu yargıya nereden mi vardım? Hasan Bülent Kahraman’ın, Bakmak Görmek Bir De Bilmek isimli kitabından. Şöyle diyor Hasan Bey: “Fakat ertesi gün kanallardan birinde ‘gerçek’ ortaya çıktı. İçinde en çok televizyoncu barındıran binanın karşısındaki heykel yıkılmıştı. Yani yıkım öyle kendiliğinden ‘otantik’ bir edim değildi… İkincisi, heykel yerde sürüklenirken işin içindeki 15 kişiden sekizi foto muhabiriydi.” İşte böyle. Birazdan parçalar birleşecek. Şimdi başka bir imaja geçiyorum.

Che Guevera’nın meşhur, ikonik siyah beyaz portresini bilmeyen yoktur. Alberto Korda’nın 1960’ta çektiği bir fotoğraftan, Jim Fitzpatrick isimli tasarımcı tarafından 1968’de uyarlanan bir grafik çalışması. Üzerine büyük anlamlar yüklenen bu devrimci görseli imajı bilin bakalım kim için kullanıldı? “Hope” dedik. Obama. Bir imaj ahlâksızlığı daha. Che Guevera’nın inandıkları üzerine hayatını koyarak ortaya çıkardığı şahsiyetin görüntüsü –bilinçli olarak- Mr. President bay başkan Obama için aparılıyordu. (Sanıyorum Obama’dan sonra Erdoğan için de böyle bir çalışma yapılmış olmalı. Yapıldıysa da resmi mi emin değilim doğrusu. Ama orada bilinçli bir durum olmadığından yazımın konusuna giren bir durum yok. Türkiye’deki tasarım ortamının, Batı’da ne görse taklit ettiği düşünüldüğünde yapılmamış olsa şaşırırdım. Zaten yapıldıysa da etkili olamamış ki İnternette o görsel için özellikle gezinmeme rağmen karşıma çıkmadı. Bu arada Batı’yı taklit meselesinde reklamcılığı eleştirdiğim –üstelik AK Parti, pardon AKP reklamı- başka bir yazım var ilgilenenler onu okuyabilir.)

Sırada başka bir imaj var. Körfez savaşını ve petrole bulanmış deniz kuşları fotoğrafını bilen bilir. Bu kuşlar, Saddam Hüseyin yönetiminin körfez kıyılarındaki petrol tesislerini havaya uçurması sonucu bir daha temizlenemeyecek bir çevre felaketine yol açtığının görüntüsü olarak hafızalara kazındı. Saddam hem bir caniydi, hem çevreci değildi, hem de hayvanlardan nefret ediyordu! Hiç “duyarlı” değildi yani! (Duyarlı insanlar kumpanyası diye bişşeyy…) Oysa sonradan ortaya çıktı ki, o görüntüler aslında yıllar önce Exxon -Valdez adlı tankerin yaptığı kaza sonucu Alaska’da denize yayılan petrolden kirlenen kuşlara aitti.

Son zamanlarda (özellikle seçimlerden önce) Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nı ne zaman görsem aklıma bu kuşlar geldi doğrusu. Bir adam… Bir diktatör… Duyarlı insanlar… Çevreciler… Tasarımcılar… Başka bir sinema filmi daha döndürülüyordu sanki. Sarayın önden çekilmiş o keskin ve sert mimarisi akıllara olumsuzluklarla beraber kazınıyordu. “İçinde büssürü pahalı ve anti çevreci bişeyler mi varmış mı ne?” Oysa biz cumhuriyeti nasıl kazandık? Oysa biz fakir.

Sarayın mimarisinin sorunlu olduğu ortada buna lafım yok. Zaten mimarlar da sarayın mimarisini sevmemişler. Mimarlar nasıl bir saray severler? Bilmem ki Batı’ya bakmak lazım herhalde. Onlar nasıl şey yapmışlarsa öyle olur herhalde. Mimar olmayan birisi gelip de sormaz mı şu soruları: Saray gereklilik olamaz mı? Siz yıllardır, bir sarayın mimarisinin nasıl tasarlanabileceğine ve inşa edilebileceğine yönelik, gerekli kültürel ve sanatsal birikimi ve oluşumu sağlayabildiniz mi? Bu çağa, topraklara ve geleneklere dair gerçek ve hakiki bir mimari anlayışa sahip olduğunuza inanıyor musunuz?

Mimarlar TOKİ’yi de eleştirdiler doğrusu. Ama Türkiye’de yine o eleştiren mimarlar tarafından yapılan işlere baktıkça TOKi’nin hatasını, yapılarında pahalı ve cicili bicili cephe malzemeleri kullanmaması ve de anlaşılmaz metinlere sahip mimari açıklama raporları yazmaması olarak anlıyorum. Zira çarpık Batıcı anlayışla tasarlanan birçok özel projenin (başka bir anlayıştan bahsetmek de zor doğrusu) biçimlerinin ve kütlelerinin TOKİ yapılarından farkı yok. Belli ki TOKİ ile aynı yerden beslenen bir mimarlık ortamımız var.

Mimari anlamda doğru sarayı inşa ettirebilecek düşüncenin ve arka planın oluşturulamadığı ortada. Sırf isimleri havalı diye ortalıkta uçuşan Spinozalar, Deleuzeler ve manasız bir düşünce ortamı… Spinoza, Deleuze konuşulsun tabi konuşulmasına da; Spinoza’ya giden kavramsal yolda gerçekten yürünmediğinden olsa gerek düşünce biçimimiz de taklit kaçıyor sanki tıpkı tasarımlarımız gibi… Mimarların düşünce üretmekten ziyade, ödül almadan önce önünde nasıl poz vereceklerini çalıştıkları aynaya ciddi ciddi bakmaları gerekiyor doğrusu.

Mimarların sosyal medyada sarayın etrafına toplanıp yapının kellesini istediği hengâmede, Ertuğ Uçar Bey’in bir yazısı yayımlandı. Ertuğ Bey’in yazısı şu cümleyle tamamlanıyor: “Türkiye’de insanların son on beş yılın baskısını üzerinden atmak, rahatlamak için fiziksel bir harekete, ne bileyim bir anıta, en azından bir anti anıta, bir sarayın dümdüz edilmesine ihtiyacı var.” Son on beş yılda “bazı” mimarlık ofislerinin- baskıdan dolayı!- şişerek ne kadar da büyüdüklerini, iş hacimlerini arttırdıklarını, Aksaray boyutunda işler yaptıklarını bilmesem baskıya inanacağım doğrusu…

Neyse efendim çok da uzatmaya gerek yok. Bu da böyle işte… Dilerseniz yazıyı kavramsal bir imajla bitirelim, 2000 yıllık bir imajla hem de: Mimarlar Aksaray’ı çarmıha gererek günahlarından arınabileceklerini mi düşünüyorlar yoksa?

Etiketler

2 yorum

  • omer-yilmaz says:

    Mesela son 3-4 gündür ortada dolaşan Maliye Bakanlığı Binası. Bu bina modernist olmamak üzere, sizin gibi batıyı eleştiren, kendimiz olmak isteyen birileri tarafından tasarlattırıldı. Bu bina beni temsil etmiyor deme hakkınız yok çünkü kendi yazınız genelleme üzerine kurulu zaten. Bayağı sizin karşı çıktığınız batılılaşmaya altetnatif olarak üretilen bu. İşin içinde olmayanlar sanıyor ki Maliye Bakanlığı Türkiye’nin en kötü yapısı ya da onlardan birisi. Bunun gibi binlerce bina var. En başta Başbakanlık olarak yapılan ve sonra CB Sarayı olarak adlandırılan yapı da dahil.

    O yapı Türkiye’de mimarlıkla ilgili tüm kötülükleri bir arada temsil ediyor. ilkokul çocuğuna anlatır gibi yazayım:

    1- Bize Osmanlı & Selçuklu diye yutturulmaya çalışıyor. Batılılaşma karşıtı mimarlığın sembolü. Ama herkes biliyor ki kitch.

    2- Yeşil alana yapıldı. Tartışmaya gerek yok, Planları var, hikayesi var, bilmiyorsan anlatamam.

    3- Kamunun şeffaflık ilkesini yerle bir etti, hala hakkında bilgimiz kısıtlı. Büyüklerimiz ne kadar bilmemizi isterse o kadar bilebiliyoruz ancak.

    4- Kişiye özel bina olarak yapıldı. Erdoğan Başbakan olsaydı orası bugün başbakanlıktı.

    5- Kanunların yerle bir edilebileceğini, hukukun bir önemi olmadığını gösteren simgelerden oldu. Süreç boyunca mahkeme kararlarına rağmen inşaat devam etti. Hem de daha paralel söylentileri yokken öyle idi. (Kaldı ki “paralel” de AK Parti de bir bana göre.)

    Böyle bir sembol ne yapılmalı? Bu soruya ben de daha Ertuğ yazısını yazmadan Twitter’da cevap aradım ve sonunda benim de varabildiğim nokta yıkılmalı oldu. Bu yıkım sizin görsellerle bize aktardığınız gibi bir imgeye dönüşmek zorunda değil. Ülke sathında yıkımın nasıl yapıldığını mevcut iktidar sayesinde öğrendik, sessizce yıkılır endişelenmeyin siz o konuda.

  • cem-yildirim says:

    Yazinin yarisina yayilmis giris kismindaki kiyaslamalar cok tutarli degil.
    Boynuna baglanan iple indirilen bir heykel ile balyoz vurulan bir duvar gorsel olarak da bambaska anlam olarak da bambaska. Hangi taraftan kiyaslarsaniz kiyaslayin.
    Guevara ve Obama imaj kiyaslamasi da cok desteksiz bence; Hitchcock, Ray Charles, M. Jackson, hatta Tayyip, Al Pacino, Marlon Brando, Stalin, Lenin, Jimi Hendrix, Ataturk ve daha yuzlerce isim icin ayni grafik kullanilmaktayken secici gecirgen zihnimiz ne istersek onu goruyor. Ama bunlar teferruat; en uzucusu ve ne yazik ki cogumuzun yaptigi en hastalikli yorumlarindan biri su: “Elestiriyorsun ama sen ne yaptin?” Yani yapi insa etmeyen mimarlar yapi elestiremez, beste yapmayanlar muzik elestiremez, film cekmeyenler film elestiremez, siyaset yapmayanlar siyaset elestiremez… Bu tavirdan bir an once vazgecmemiz gerekiyor.
    Ayrica, Selcuklu mimarisinin de, Osmanli mimarisinin de, Avrupa mimarisinin de cani cehenneme. Semboller ve gorsel begeniler uzerinden mimarlik tartismalari donuyor, cunku ya yapilarin baska bir niteligi yok ya da tartisan bizlerin baska bir bilgi birikimi yok; ikisi de vahim.
    Esas konuya gelirsek: Eger Erdogan kendi parasiyla kendi evini yaptirsaydi hicbir seyine karismazdim, zevksizlik ve cehaletini elestirir gecerdim. Ancak simdi ‘milletin sembolu’ diyor. Milletin parasiyla yapiliyor, secilmis bir makama yapiliyor, kanunsuzca yapiliyor, duyarsizca yapiliyor, ve sahip olunan yetkiler bireysel keyifler icin kullaniliyor. Siz ‘gunumuzde bir saray nasil olmali?’ diye soruyorsunuz, ben ‘demokrasi ve esitlik arzusu olan bir ulkede nasil olur da kisiye ozel saray insa edilir?’ diye soruyorum. Uslubu vs umursadigim son sey.

Bir yanıt yazın