“Düzen”li Mimarlık

Bu düzen, okulda proje dersinde opera evi tasarlayan bir mimarın basmakalıp bir plan tipolojisi ile 10 tane apartman projesi çıkarmayı bilmesini gerektirir.

Çıktı kat bahçesine, yaktı sigarasını. Kalbe giden damarlar vasıtasıyla hafifletmek istedi kalbindeki okların acısını. Patronunun arabasını sitenin açık otoparkına park ettiğini gördü o sırada, yanında da yağlı müşterisi müteahhiti Necmi Bey’i tabi kii. Son günlerde resmen eküri gibi olmuşlardı ortak olarak girdikleri projeden dolayı. Şimdilik son model olmasa da patronunun afilli siyah jipinden indiler. O mesafeden kulakları onları duyamasa da gözleri onları işitebiliyordu. Canımlar, cicimler, toplantıdan sonra öğle yemeğini de Bebek’teki bilmem neredeki lüks restoranda yiyelim demeler falan filan. Sadece bir mimari proje sunumu, afilli renderlar, kat planları büyük bir projenin kabul edilmesi için yeterli değildi bizim topraklarda ne de olsa. Bunları düşünürken bir materyalle yapılan makyajı, samimiyetsizlikle yalandan gülmelerle yapılan makyaja tercih etti bir an.

Mimarlarının sigortasını asgariden yatıran bir işveren tabii ki de bol banknotlar uğruna bunları yapmalıydı. Çünkü düzen bunu gerektiriyordu bu topraklarda.

Düzen bu sektörde her şeyin herkesin acelesinin olmasıydı. 3 yaşında bir çocuk eve gidene kadar çişini tutabilirdi ancak bir müteahhitin 25 kez revize ettirdiği kat planının 26.’sını 27.’sini beklemeye asla ama asla tahammülü yoktu. Çocuk altına işemezdi belki eve gidene kadar ama müheahhit altına yapabilirdi.

Bu düzende başka neler mi vardı?

Örneğin çocuklar betonlarda oynamaya alışıktı bu düzende. Belki de biz bu yüzden betonu çok sevdik, çünkü biz çocukları hep severdik(!) bu memlekette zaten…

Belki de sırf onları düşündüğümüz için yeşil çatı kavramımız vardı bizim. Sahi siz hiç yeşil bir çatıda oyun oynayan, gülen, eğlenen bir çocuk gördünüz mü? Ben hiç görmedim. Ben ateş böceği de görmedim kaç zamandır. Belki de onlar C30 beton sınıfının içine karışıp gittiler, kim bilir.

Ama yaşasın “düzen”! Çünkü düzen dediğimiz yalan ve ilerlemek bunları gerektirir. Yüksek topuklar altında ezilen kat döşemelerinin altındaki ateş böceklerini. Bir daha asla o ışığı görmemeyi gerektirir. Banknotlara gün ışığı vurduğunda paranın jelatinindeki o parlamayı ateş böceklerinin ışığına tercih etmeyi gerektirir.

Mimarlar olarak en kalın kalem kalınlığı ile çizdiğimiz o perde duvarın kağıt üstünde çok iyi fark edilip şantiyede hiç ama hiç farkedilmemesini, nice emekçinin o asansör boşluğundan düşüp ölmesini gerektirir.

Emekçiler öldüğünde de, 2 saniye şaşırıp “Vah, tüh, yazık olmuş!” demeyi bilmeyi, 2 gün yalandan üzülmeyi, 2 yılın sonunda da o kulelerin en tepesine paratoreneri dikip, “Seninki kaç metre?” diye sormayı gerektirir.

Ülkede yetişen nice yetenekli genç mimarın “Mimarlık çok iyi ama çevresi kötü.” gibi acı bir espri yapmasını, okulda proje dersinde opera evi tasarlayan bir mimarın basmakalıp bir plan tipolojisi ile 10 tane apartman projesi çıkarmayı bilmesini gerektirir. Tipolojinin her yerde aynı, makyajın her yerde farklı olduğunu bilmesini gerektirir.

Bizim güzel mimarlığımız akademide, yeşil çatılı, bol ağaçlı, gülen oynayan çocuklu renderlarda belki de. Farkında olmadan her gün “Bu dünya mimarlığı” ile “öbür dünya mimarlığı arasında astral seyahat yapıyoruz. Biraz abartı olacak ama “Paralel Evrenler Teorisi” ni oluşturan Heisenberg bu sektördeki halimizi görse teorim teorem olmuş derdi belki de.

Etiketler

Bir yanıt yazın