Venedik’ten Kentli Anarşi Kültürüne: Kişisel Bir Kesit

Kendi 'eylem' günlüğümü aktarmak istiyorum.

Milano’dan Venedik’e, oradan Taksim’e ve son olarak şu an Feneryolu’ndaki bilgisayar başına kadar geçen zamanda yaşadıklarımı paylaşacağım hikaye, belki tarihçiler yaşananları ileride yorumlarken bireyler bazında yapılacak araştırmalar konusunda bir veri olabilir. Anlatacaklarım arasında biber gazı yüzünden ne kadar acı çektiğim ya da polisle yaşadıklarım yer almıyor, sadece farklı bir bütünlük sunabilmeyi umuyorum.

Olaylar ilk başladığında İtalya’daydım, Milano’da. Daha sonra da 55. Venedik Bienali Uluslararası Sanat Bienali’nin ön gösterimi için Venedik’e gittim. Venedik’te bienalin yoğun programını takip ederken, sosyal medya üzerinden ve yavaş yavaş hareketlenmeye başlayan uluslararası basın kanallarından Gezi Parkı kapsamında başlayan ve farklı hususlar bağlamında kendini ifade edememiş bireylerin de katıldığı hareketi takip etmeye başladık.

Kültür sanat alanında hayatlarını kazanan, Türkiye’nin uluslararası sanat dünyasında saygın bir tablo çizmesine büyük katkı sağlayan ’emekçi’lerle birlikte hem neler olduğunu anlamaya çalışıyorduk hem de her geçen dakika olanlar bizi biraz daha tedirgin ediyordu. Artık Venedik’te olmaktan hiç zevk alınamazken bir an önce dönmek için zamanın akması bekleniyordu.

Ancak ‘orada’ eylemin merkezinde olunamasa da yine de bir şeyler yapılabilirdi, yapılmalıydı da. Dünyanın en önemli sanat etkinliklerinden birinin ön gösterimi olması sebebiyle Venedik Bienali, dünya basınının İstanbul’daki olaylara dikkatini yöneltmesini sağlamak için harika bir alan sunuyordu. Her ne kadar, Venedik’te sergiler ve açılışlar arasında mekik dokuyan basın sanat odaklıysa da tüm basın mensupları yerkürenin en önemli gazeteleri, dergileri ve televizyonları için çalışıyordu…

Türkiye’deki etkinlik kültürünün özellikle İstanbul bağlamında yerleşmesini sağlayan ve kentin olumlu anlamda görünürlüğünü artıran sanat entelijansiyası yanında Venedik’te yaşayan öğrencilerle birlikte Venedik’in ana meydanı olan San Marco’da 1 Haziran saat 10.00’da buluşma kararı alındı. Eylem haberi hızla yayıldı. Basın mensupları dışında Venedik’e gezi amaçlı gelen ya da amaçsızca uğrayan turistlerin tanık olduğu basın açıklamasıyla ifade bulan bir protesto yapıldı.

Ancak bu tek gösteri yeterli değildi. İlerleyen saatlerde Venedik Bienali’nin iki ana mekanından biri olan Arsenale’nin önünde daha büyük bir kalabalığın destek verdiği ikinci eylem saat 14.00’te gerçekleştirildi. Pek çok dilde tekrarlanan basın açıklamasıyla İstanbul’da yaşanan şiddetin bir an önce durması ve Gezi Parkı’nın gerçek sahibi olan halka kayıtsız şartsız iadesi istendi. Arsenale’den müstakil ülke pavyonlarının yer aldığı Giardini’ye doğru yürünürken uluslararası basın ve dünya sanat çevresi, sloganlarla dışa vurulan direnişe daha da çok ilgi göstermeye başladı.

Bu arada Türkiye dışında hayatlarına, eğitimlerine devam eden, farklı sebepler nedeniyle dünyanın farklı noktalarında bulunan dostlarımızın konuyla ilgili gerçekleştirdiği benzer eylemleri takip ederken direnişin dünya çapında ne kadar yankı bulduğunu görmek duyulan tedirginlik yanına umudumuzu da yeşertmeye başladı.

Bu arada küçük bir detayı not etmek yararlı olacaktır. İKSV’nin koordinatörlüğünü üstlendiği Türkiye Pavyonu, Arsenale’de, Arsenale kompleksinin Artiglierie bölümünde yer alıyor. Artiglierie kelime anlamıyla ‘Topçular’ demek. Gezi Parkı ve Topçu Kışlası bağlamında durum değerlendirince garip bir örtüşme…

İstanbul’a döndüğümde bir an önce Taksim’e gitmek istiyordum. Sabiha Gökçen Havalimanı’na indikten sonra toplu taşımayla Zincirlikuyu’ya kadar gelebildim ve sonrasında bindiğim takside olaylar üstüne sıkı bir muhabbete daldık. Taksicinin direnişi desteklemesi umudumu daha da artırırken Cihangir’e varmıştık bile…

Eşyalarımı biraktıktan hemen sonra Cihangir’de olaylara karışmak istemezken bir anda şiddete maruz kalmış -pek çokları gibi- bir arkadaşımdan son günlerde olanları dinledikten sonra Gezi Parkı’na çıktık…

Günlüğün bundan sonrası direnişçilerin büyük bir kısmıyla aynı. Arada bir biber gazı soluyarak Gezi Parkı’ndaki mutluluğu herkesle paylaşarak geçirilen geceler ve sabahları iş çıkışına kadar saatlerin geçmesini sabırsızca beklemek.

Benim kendi adıma en değer verdiğim durum, bu eylemler sayesinde Türkiye’de yaşayan pek çok bireyin değerlerini bir kez daha keşfetmesi ve yeni değerler üretebilmesi oldu… Sevgi ve saygıyla bütünleşen bir özgüvenle kentli bireyler meydan ve sokaklarda ‘gez’erken herkes kendini daha güvende hissediyor. Herkes birbirine destek oluyor, paylaşıyor ve başkalarına ‘diğer’i olarak bakmıyor.

Ayrıca her şeyin ötesinde sevgili çapulcular sayesinde geleceğe daha umutla bakmaya başladım. Neden olanlara karşı duramadığımızı sorgularken direnişi heyecanla izledim. Hareketlerini hep biraz imrenerek izlediğim komşu Yunanistan’daki anarşi kültürünün -her ne kadar temeli farklı olsa da- çok daha kentli ve neredeyse fazla nazik biçimini her gün sokaklarda solumamızı sağladığı için Gezi Parkı’na teşekkürü bir kez daha borç bilirim!

Etiketler

Bir yanıt yazın