Los Angeles

Geceleri Los Angeles bir devre kartına benziyor. Yatay ve dikeylerin kesiştiği Kartezyen koordinatlı sisteminin cadde ve sokakları çizdiği bir harita, Peter Alexander'in gecesini boyadığı gibi bir şebeke.

Bu Amerikan tarzı arsa parsellenmesinden doğan bir durum. Jefferson ve İspanyol usulu gridlerden ondokuz ve yirminci yüzyılarda petrol yatakları üzerinde kurulan bu şehir nispeten yeni. Milet’ten bu günlere gelen “Grid” (ızgara) sistemin yayıldığı ovalar yukarıdaki tabloda görülen soyut bulutlu topografyası ile beraber geometrik olarak çizilmişler. Adeta sonsuza kadar açılabilen Los Angeles’ın şekli bu. Düzlük arazideki muntazam dikdörtgenler ve onların profillerine gore parsellenmiş olarak inen tepeler.

Bu bir fiziksel portrenin rüyasına benziyor.

Los Angeles kapitalist bir süperşehir. Elektronik bir devre kartı gibi işlevselliğin öncelikle düşünüldüğü bir sistem olarak görünse de altyapının yetersizliği gün geçtikçe artarak yüze vurmakta. Kanalizasyon sisteminin kapasite üstü çalıştığı bir yer burası. Otoyolları günün her saati tıkanık, yağmurda sel basan, ahşap binaları bile depremde büyük hasalara uğrayan, hakkında birçok kiyamet günü filimleri bulunan efsanevi bir metropol.

Her ne kadar fiş-tak (plug-in) konseptine uygun olsa da artık bütün prizlerin dolduğu, boş yerleri adeta bitmiş bir alan. Üzerinde duran, önceleri tek katlı sonra iki ve artık daha çok katlı bir hale gelmeye başlayan ve yoğun bir nüfusu barındıran, binlerce taşla oynanan bir dama tahtası. Taşlar bir kareden öbürüne gidip duruyor. Ne yaparsan yap bu sistem sonunda herşeyi bağlıyor. Değişmiyor. Önüne çıkan herşeyi adeta zamansızlaştırıyor. Ilık havasında donduruyor. Yolların bitmediği yerde pek bir yere varılmıyor. Gittiğiniz veyahut vardığınız yer, birçok zaman yola başladığınız yerden pek farklı değil. Sadece psikolojik algılama değil, fiziksel manifestolar da birbirinin aynısı.

Fakat bunlar şehirdeki hislerin buharlaşması anlamına gelmiyor. Aksine kentin algısını yoğunlaştırabiliyor. Düşleriniz, içe dönük seyahatleriniz ve duygularınız bu mekanik yüzeyde adeta ivmeleniyor. Siz bu dörtgen devrede giderken atomların birbirine çarpıp hızlanması şeklinde modulasyonlar da olabiliyor. Nükleer çarpışmalar gibi.

Geceleri yüksek bir yerden sanatçının boyadığı tablodaki gibi bir levha ortaya çıkıyor. Bir serpent gibi dolanan otoyolları ve gözlerinizi ayırmadan bir bölgeye baktığınızda akımın hareketini kaydedebiliyorsunuz.

Metropolun kayıtları belleğinize yerleşiyor. Kulağınızı verdiğinizde mekanik araç lastiklerinin ve motorlarının yarattığı bir uğultu arka planda her şeyi kaplıyor. Diğer seslerin hepsini yutuyor. Megalopolisi seslendiriyor. Los Angeles’ın sesi bu.

Adeta geometrinin gerçek hayat uygulaması gibi herşeyi kütle ve plansal olarak görebiliyorsunuz. Burada mimarlık yaparken çizgilerinizi adeta sokaktan toplayabiliyorsunuz.

Altyapı artık yeterli olmasa da artık kendisini iyice şekillendirmiş. Düzlüklerin etrafını saran tepelik alanlarda ise bu Kartezyen düzenin yerini topografiyi takip eden kıvrımlı dar sokaklar alıyor. Dünyanın en zengin kolleksiyonuna sahip olduğu konut mimarisinin en güzel örnekleri de bu doğayla sarmaş dolaş olmuş yemyeşil, irtifalı ve manzaralı arsalarında yer alıyor. Aşağıdaki düzlüklerden toplanmış çizgiler bu tepelerde yeni bir hayat buluyorlar, mimari diplomalarını alıyorlar.


Pierre Koenig, Stahl House, Case Study House No. 22 , 1960

Güneş doğunca yatay ölçeklerdeki ayrıntılar değişiyor. Karanlıkta kaybolan yeşillik alanlar adeta bir serapdan fişkırırcasına devre kartının çizgilerini bulanıklaştırıyorlar.

Karşınıza Reyner Banham’ın Los Angeles’e atfettigi dört ekolojinin her an gözlemlenebildiği bir yer (Surfurbia, Foothills, The Plains of Id, ve Autopia) çıkıveriyor. Gecenin gizemi yerini psiko-coğrafik bir algılamaya bırakıyor. Karanlık gökyüzünün derinliklerinde aradığınız burçları yüksek tepeden bir bakışta yüzeyde görebiliyorsunuz.


“Constellations of Los Angeles”, Orhan Ayyuce, 2009

Kentin yazısı bol olan genç tarihinin film, roman ve hikayelere olan sevdasını anlayabiliyorsunuz. Burası tarihin yaşandığından ziyade hayal edildiği bir yer. Mimari yapısı edebi içeriğini fethedememiş bir kitle yığını olarak belleklerde geceleri bekliyor. Ekolojileri hikayelerde seyahat ediyor. Adeta mimarinin işlevlerini hiçe sayıyor.

Milet’in geometrisi Los Angeles’te gece ve gündüz arası hayalperest bir efsaneyi yayınlıyor.

Etiketler

Bir yanıt yazın