Mimarlar Odası’nda “yeni” bir dönem daha

Mimarlar Odası İstanbul Şubesi'ne mezuniyetimin üstünden yedi yıl geçtikten sonra, üyelik borcumun daha fazla içinden çıkılmaz bir hale gelmemesi için üye oldum.

Bir mimarın oda üyeliğinin, fiilen olmasa da mali olarak neden mezuniyeti ile birlikte başladığı tartışılması gereken önemli bir konu ama bu yazının amacı değil. Üye olup, mali yükümlüklerimi yerine getirmeye başladığım dönemden bu yana Oda seçimlerinde bir kere oy kullandım. O da, benim de içinde yer aldığım Mimarlık İçin Mimarlar muhalefet hareketinin seçimlere katıldığı 2008 yılıdır. O seçim döneminin, öncesinde yaşananlardan seçimlere katılım oranına kadar, çeşitli yönleri ile değerlendirilmesi gereken bir dönem olduğunu düşünüyorum. Bu yazının amacı bu da değil, ancak Oda yönetiminin, son seçimlerde oy kullanan üyelerin, mesela yaş aralığı ile ilgili istatistiki bilgiyi internet sitesinde paylaşması çok yerinde olur. Böylece nasıl bir mimar kitlesinin seçimlere ilgi gösterdiğini anlamış oluruz. Bu bilginin çok manidar olacağından eminim.

Bu yazıyı yazmaya karar vermemdeki temel sebep, 17 Şubat 2012 tarihinde, genel kurul öncesinde yapılmış olan teknik kongre. Bu kongre ile bir kez daha anladım ki, 2008 yılındaki seçim ortamından bu yana Oda bir arpa boyu yol almamış. Oda seçimlerini daha eskiden bu zamana izleyen ve bu görüşümü paylaşan insanlar olduğunu da biliyorum.

19 Şubat 2012 tarihinde yapılan seçimi sürpriz olmayan bir şekilde Çağdaş Demokrat Toplumcu Mimarlar grubu kazandı. Seçimlere iki grup katıldı, Çağdaş Demokrat Toplumcu Mimarlar (ÇTDM) ve Tüm Mimarlar Platformu (TÜMİP). Bu seçimlerde oy kullanmadım. Seçimi kazanan grubun, ideolojik çağrışımlar içeren ismin bir adım ötesine geçip, mimarlık mesleğinin ve ortamının sorunlarına referans veren bir isim kullanmamış olması, bu gruba oy vermememdeki temel sebeplerden biri. Tabii başka bir sürü sebep de var, ama daha en başta adları ile benim gibi birçok mimarı kendilerinden soğuttuklarını biliyorum. TÜMİP’in isminde böyle bir çağrışım yok ancak broşürlerinde yer alan ve “sivil toplum kuruluşlarının bir araya gelerek” diye başlayan cümledeki sivil toplum kuruluşlarının hangileri olduğunun muğlak olması, bu gruba oy vermememdeki sebeplerden biriydi. Çünkü siyasal veya toplumsal olayları, kimler olduğunu hiçbir zaman bilemediğimiz “sivil toplum kuruluşları”nın desteği ile gerçekleştirmek bir marifet sayılıyor, böylece yapılacakların daha baştan meşrulaştırıldığı düşünülüyor.

ÇTDM’nin neden böyle ideolojik çağrışımlar içeren bir ismi seçtiğini anlamak zor değil. Bu sayede kendini çağdaş, demokrat, toplumcu addeden mimarların oylarının alınması umuluyor. Şüphesiz, bu oy toplamanın en kestirme yollarından biri. Aynı şekilde, oy kullanacak mimarlar için de seçim yapmayı kolaylaştıran bir durum. Ama hiçbir grup, mimarlığı dünyayı kurtaracak bir meslek olarak görmeyen, mesleklerine ideolojik bir anlam ve sorumluluk yüklemeyen, temel dertleri ciddiye alınan bir mesleğin mensubu olmak olan, meslek örgütlenmesini siyasi mücadele aracı olarak görmeyip mesleğin sorunlarını çözmeye odaklanan bir kurum olarak gören mimarları oy kitlesi olarak belirlemiyor. Ben, hayata bakışım veya değerlerim açısından ÇTDM’nin adında geçen terimlerle kendimi özdeşleştirebilirim. Ama doğrusu çağdaş mimar nasıl olunur, demokrat mimar nasıl tasarım yapar, toplumcu mimarın projeleri neye benzer hiçbir fikrim yok. Eminim binlerce mimarın da fikri yoktur.

Bu seçimlerle birlikte, uzun yıllardır olduğu gibi Oda yine önemli bir fırsatı tepti; bir düşünce kuruluşu olma fırsatını. Malum, İngilizcede think-tank veya policy institute olarak adlandırılan tanımlama Türkçeye düşünce kuruluşu olarak çevrildi ve yaygın olarak kullanılıyor. En basit tanımı ile bu kuruluşlar, çalışma alanlarında politika ve strateji üretirler, sonra da bu politikaların ve stratejilerin uygulanması için karar vericiler nezdinde lobi faaliyetleri yürütürler. Zaten işin can alıcı kısmı ikincisi kısımda, yani lobi faaliyetleri, diğer bir tanımlama ile savunuculukta (advocacy).

Serbest mimardan, akademide yer alan mimarlara, kamu kuruluşlarından inşaat sektörüne kadar geniş bir yelpazeden üyeleri olan Oda’nın, bir düşünce üretim merkezi olmasını beklemek çok garip olmasa gerek. Fakat Oda’nın böyle bir kimlik taşıdığını söylemek pek mümkün değil. Haksızlık etmeyelim, mimarlığın ilgi alanına giren çeşitli konularda Oda’nın görüş oluşturduğu oluyor, ancak bu görüşlerin toplumda daha önemlisi karar vericiler nezdinde dikkate alındığını söylemek pek mümkün değil. Dikkate alınmamasının temel sebeplerinden biri, Oda’nın şimdiye kadarki söylemleri, politikaları ve yaklaşımları ile oluşturduğu “her şeye muhalefet eden istemezükçüler” imajı. Bu imaj nedeniyle müzakere ortamı oluşamadığı için de, Oda’nın bir nevi geleneksel spora dönüştürdüğü dava açma seçeneği devreye giriyor. Hangi politik görüşten olursa olsun karar vericilerle müzakere etmenin hiç kolay olmadığını biliyorum, ancak günümüzde toplumsal muhalefetin en önemli silahı, tarafları müzakere ortamına çekebilmek. Müzakere olmadığı zaman, imza kampanyaları, basın duyuruları, sokak eylemleri, davalar sonuçsuz kalıyor.

Müzakerenin önemini anlatan iki örnek vermek isterim. İstanbul SOS Girişimi, geçtiğimiz 10 ay içinde Haliç Metro Köprüsü’nün, çevresi ile daha uyumlu bir şekilde tasarlanması ve projenin elde edilme süreçlerinin şeffaflaştırılması için basın duyuruları yaptı, geziler düzenledi, imza kampanyası açtı ama geriye dönüp bakıldığında, İstanbul SOS Girişimi kampanya yaptı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi de köprü yaptı. Halen de köprü inşa edilmeye devam ediyor. Oysa, Çocuklar İçin Adalet Çağrıcıları, geniş kamuoyu desteğini, TBMM’ye hatta Başbakan’a kadar taşıdı ve sonuç aldı.

Bitirirken bir konuya daha dikkat çekmek istiyorum. Genel kurul için hazırlanmış olan 820 sayfalık faaliyet raporunun çevreye verdiği zarar bir yana, bu rapor ile belli bir olgunluğa ulaşmış kurumların artık çoktan terk ettiği bir yaklaşımın da Oda’da coşkulu bir şekilde devam ettiğini görüyoruz. Birçok köklü kurum artık genel kurul raporlarında, ne yaptıklarına değil ne yapamadıklarına daha çok sayfa ayırıyorlar.

Umudum, Oda’nın en kısa zamanda ideoloji temelli değil, düşünce temelli bir kuruma doğru evrilmesi.

Etiketler

Bir yanıt yazın