Mimarın Üret-Me Halleri

“Mimar Konuşmaz Çizer” – “Anlatmayın Çizin”

Bunun gibi pek çok tashih repliği ve yer yer monoloğu ile mimarlık eğitimi almış olan epey bir kuşak var. Bu durum belki 90’lı yıllardan önce çok dert edilmiyor ve sorgulanmıyordu. Ne zaman ki dijital üretim biçimleri, Cad programları ve CGI hakimiyet kazandı, mimarların üretim süreçlerinde ki düşünsel yön de “ikircikli” bir hal almaya başladı.

2006 yılında mezun olmuş, iş hayatına son derece “software” odaklı başlamış bir mimar olarak itiraf edeyim çetin eğitim sürecinden sonra “el” yerine bilgisayar ile üretim yapmak bir anlamda “iyi gelmişti”. (Hala da CG üretimlerinden, yeni yazılımların imkanlarından faydalanmayı çok severim.)

Ta ki mimari üretim sürecine “zihin” ve “ruh” katılımında zafiyet olduğunu görene kadar…

Biyolojik, Nörolojik olarak açıklaması nasıldır bilemiyorum ancak bir şekilde elinizi kullandığınız zaman karşınızdaki sorunları çözüyorsunuz. O ıslak hacimler yerli yerine oturuyor, çekirdekler çalışıyor, aynı zamanda cepheler de dilleri, ruhları, kimlikleri ve duruşları olan “facade”lar haline geliyor.

Böyle anlatınca çok “eskiden kalma”, “modası geçmiş” söylemler gibi algılanıyor olabilir ancak bu gelinen nokta günümüzde üretim yapan mimarlar için daha zor bir durum ile karşı karşıya olunduğunu gösteriyor; her iki alanda da ehil olmak. Seri üretim olarak işverenin karşısına getirilen çalışmalar kimseyi tatmin etmiyor. Mimarın kendinden bir şey katmadığı hissini uyandıran, daha çok 3D işinden mesul olan ekibin “elinden öpen” tasarımları artık işverenler de pek yutmuyor. Dolayısıyla yapılacak çalışmalar hem öznel, hem hızlı ve dijital hem de kimlikli, düşünsel yanları olan, bağlamı kuvvetli olmadıkça kimseyi mutlu etmeyecek.

Yazıyı piyasa hallerine kaydırmadan asıl probleme dönmek istersek;

Mimarın zihinsel katılımı olmadığında, tasarımda olması gereken kültürel, entellektüel altyapı eksik kalıyor. Üretmeyen bir mimar modeli ile karşı karşıya kalınıyor. Odağını ekiplerin koordinasyonu, işverenin nabzı ile çizim yapan “çocukları” motive etmeye ayıran “mimar”, daha az okuyan, eli ve zihni ile bir problemi çözmeye çalışmayan bir hibrit meslek mensubu haline gelerek, aslında işlevini yitirmiş olabiliyor. Mimarlığın eskiden beri gelen yapı yapma, üretme, somut ürün ortaya koyma tatmini de elinden alınıyor.

Daha üzerine çok yazılıp tartışılabilecek bu konuyu “ÜRET-ME” eksenine taşımak istersek, belki asıl tartışılması gereken mimarın bireysel olarak üretim yapması (hala) önemli midir? Yoksa hızlı değişen ve sürekli devinen üretim biçimleri içerisinde daha çok bir orkestra şefi rolü ile süreci yönetmek midir? Gerek işverenler, gerek mimarların yanında çalışan ekip üyeleri karşılarında eliyle üreten, yerine gelip montajı kontrol eden bir üstad mı görmek ister? Benimde bir zamanlar yanında çalıştığım, çalışmalarını hayranlık ve takdirle izlediğim bir mimar büyüğümüz, “Dünya’da eliyle üretim yapmayan tek bir tasarımcı bile yoktur” diyerek zihnimde adeta bir soru işareti yaratmıştır. (Bundan da çok memnunum)

Madalyonun mimar yüzünde ise, üreten bir mimar acaba daha mı mutlu ve tatmin olur? Üretim sürecine zihnini ve kendi bireysel entelektüel altyapısını katan mimar, daha az, ama daha rafine, bağlamı ve teorik altyapısı daha tutarlı, daha öznel mekanlar tasarlar mı?

Bizim kuşağımızın tahminimce mesleklerinin zor, sıkılmış ve niye bu rolde olduğunu sorgulayan mensupları açısından bu soru(n)ları konuşmanın faydası olabileceği görüşündeyim.

Etiketler

Bir yanıt yazın