[Postmetro(polar)is]: Blade Runner Üzerinden Kavramsal Bir Deneme

Lord Baelish: “Kaos bir çukur değil, kaos bir merdivendir. Yükselmeye çalışanların çoğu düşmüş tekrar deneyememiştir. Düşüş cesaretlerini kırmıştır. Bazılarına ise yükselme fırsatı verilmiştir. Ama geri çevirmişlerdir.Onlar da krallığa, tanrıya veya aşka tutunmuştur. Hayallere kapılmışlardır. Gerçek olan sadece merdiven. Tek çare ise yükselmek!”

George R. R. Martin – “The Climb”

Spoiler uyarısı! Blade Runner 2049 gösterimden kalkmış olsa da filmin uluslararası dağıtımcısı SONY tarafından filmdeki bazı sahnelerin kesildiği iddiasıyla filmi sinemada değil de DVD’de izleyecekler için bu yazı spoiler içerebilir!

 

Ridley Scott, 1982’de Blade Runner’ı beyaz perdeye taşıdığında yine aynı yıl Steven Spielberg’in E.T.’si vizyona girmişti. 10 milyon dolarlık bütçesine karşın gişeden 790 milyon dolar hasılat elde eden E.T. ile mukayese edildiğinde 28 milyon dolarlık Blade Runner, 33 milyon dolar gişesiyle tam bir hayal kırıklığı olarak nitelendirilebilir.[1][2] Peki nasıl oluyor da gişe rekorları kıran, 4 dalda Oscar alan E.T., IMDb’nin en iyi filmler sıralamasında yer almazken Blade Runner, bu listede istisnai bir konum elde edebiliyor![3][4] Sinemada beklenen ilgiyi uyandıramayan ve finansal göstergeler yönünden başarısız bir film olarak değerlendirilen Blade Runner’ın 1982’den sonra 1992 ve 2007 yıllarında yeniden gösterime girmesi, geçtiğimiz ay “Blade Runner 2049” adıyla 185 milyon dolar gibi son derece iddialı bir bütçeyle seyirciyle bir kez daha buluşması, kapital dünya sistemi içerisinde çok da anlaşılabilir bir durum olmasa da onu özel kılan sebep/ler var elbette…[5]

Blade Runner örneğinde olduğu gibi bu tip paradoksal durumlar postmodern çağda sıkça rastlanan bir hadise esasında. Apple ve Samsung’un küresel rekabeti yukarıda dikkat çekilen E.T. ile Blade Runner karşılaştırmasını daha anlamlı kılan bir örnek olarak gösterilebilir bu noktada. Gartner’ın paylaştığı verilere göre Samsung dünya akıllı telefon pazarının lideri konumunda. Pazarın yüzde 23’üne hakim olan Samsung’u yüzde 12’lik pazar payı ile Apple izliyor.[6] Yaklaşık olarak 100 milyon akıllı telefona tekabül eden muazzam bir fark bu! 2012’den beri pazar lideri olan, öncesinde de Nokia’nın ardından gelen bir marka nasıl oluyor da kendinden milyonlarca daha az satan bir markanın piyasa değeri açısından gerisinde kalabiliyor![7][8]

Blade Runner ve Apple örneklerinden hareketle sorulan sorulara yönelik pek çok gerekçe sunulabilir. Lakin bu yazıda daha çok postmodernitenin dönüştürücü ve yapılandırıcı etkisi bağlamında yanıtlar aranmaya çalışılacaktır.

***

Blade Runner’ın muadillerine göre (bilimkurgu / sci-fi) ütopik değil de distopik bir kurguyla yorumlanmış olması yazının hemen başında mülahaza edilen dikotomik sorunsalın anlaşılması bakımından dikkate değer bir referans noktası olarak görülebilir. Filmin 35 yıldır öngörülebilir sınırlar içerisinde belirsizlik vadeden distopik anlatımı yeni dünyaya dair izler taşıyor kuşkusuz. Bu noktada Blade Runner’dan hareketle; mekânsal, zihinsel, sosyolojik, politik göstergeler üzerinden postmodern görünümü anlamlandırırken klasik fizik kurallarının çalışmayacağı ön kabulü ile başlamakta yarar var.

Kuantum fiziğinin temel referanslarından olan belirsizlik prensibi şüphesiz postmodern söylemin de arka planını oluşturan anahtar bir kavramsaldır. Blade Runner’ın ana hikayesi de sözü edilen arka plan üzerine inşa edilmiştir aslında. Kaotik ortamın yerini kusursuz bir düzene yani mutlak bir belirlenmişlik haline bırakması.

Yasak elmanın yenmesiyle başlayan kaos insanlık tarihi boyunca en temel ihtilaf alanı olarak insanı çevrelemiştir.[*] Tam da bu noktada ilk olarak Tyrell, sonrasında da Wallece Corps. adlarıyla Blade Runner’da kurgulanan şirketler sürdürülebilir sistem için tehdit olarak gördükleri bu ihtilaf alanını bertaraf etmek için replikant olarak anılan insansı robotlar üretmektedir. David Harvey, “Postmodernliğin Durumu”unda replikantları “simülakr”[**] olarak tanımlamaktadır. Harvey’e göre replikantlar yani simülakrlar, suni bir varlıktan öte bütünüyle birer otantik reprodüksiyon olarak betimlenmektedir.[9] Ancak replikantlar da kaosun birer parçası haline geliyorlar filmin akışı içerisinde. Çünkü onlar filmin ilk serisindeki bir sahnede Tyrell şirketler topluluğunun kurucusu Dr. Eldon Tyrell tarafından “insandan daha insan” (more human than human) olarak tarif ediliyordu.

Peki ama maksat statükonun sürdürülmesi ise basit yapay zekalar üretmek yerine filmde neden karmaşık ve hatta kendisini yeniden üretebilen insansı varlıklar konusu işleniyor olabilir? Bu soruya postmodernitenin çıkmazı şeklinde bir yorum getirilebilir. Filmin ikinci serisi olan 2049’da bu nokta çok çarpıcı bir diyalog ile anlatılıyor. Görevi düzen için tehdit oluşturan diğer replikantları bulup yok etmek olan ve kendisi de bir replikant olan K’nın holografik sevgilisi Joi bir sahnede: “4 sembolden yapılmış bir adam: A, T, G ve C. Oysa ben yalnızca iki: 1 ve 0” sözleriyle kurulmak istenen kusursuz düzenin kendi içinde aslında ne kadar kaotik bir hal aldığını hatırlatıyor seyirciye! Postmodernitenin çıkmazı olarak değerlendirilen kaotik düzenin zorunlu bir birliktelik paradoksu olarak gösterildiği başka enstantanede; K’nın amiri olan polis şefi Lt. Joshi’nin: “Burada işlerin bir düzeni var. Bizler düzeni korumakla görevliyiz” ifadesinden hareketle akıllara; öyleyse düzeni korumak için neden 1 ve 0 gibi kapalı kodlardan müteşekkil robotlar yerine çok daha karmaşık bir zekâya sahip insansı robotlar kullanılıyor sorusu geliyor. Bu bağlamda; Blade Runner, postmodernist dünya sisteminin devamlılığı açısından kırılgan bir düzen inşası kurgusu olarak tasvir edilebilir… [***]


Replikant K ve hologram sevgilisi Joi

***

Edward Soja, “Postmetropolis Üzerine Altı Söylem” adlı kitabında salt küreselleşme olgusuna odaklanılarak yeni dünyanın doğru analiz edilemeyeceğinden hareketle çok daha kapsayıcı bir gerçeklik olarak postmodernitenin etki gücüne (impact factor) vurgu yapmaktadır. [10] Bu nedenle kentleri tanımlarken küresel kent yerine “postmetropolis” tabirini kullanmayı tercih eder. Soja, postmetropolisi yoğun dışlanma ve kutuplaşmanın (polarizasyon) yaşandığı mekânsal izdüşüm olarak nitelendirir.[11] Edward Soja’nın betimlendirdiği postmetropolis, Blade Runner’da hem simgesel hem de sözel olarak kuvvetli bir biçimde izleyiciye aktarılıyor. Düzeni sağlamakla görevli Los Angeles Polis Departmanı şefi Lt. Joshi’nin aynı departmanda polis memuru olan K’ya hitaben: “Dünya sınıfları ayıran bir düzen üzerine kurulu. Taraflardan birine duvarın olmadığını söylersen orada kaos çıkar.” şeklindeki retorik söylemi, hiç kuşkusuz salt mekânsal bir ayrışmayı değil aynı zamanda zihinsel, sosyolojik ve politik polarizasyon referansını da içermektedir. Filmde bir metafor olarak kullanılan duvar, Saskia Sassen’in küresel kent tanımlamasında analitik sınır alanları (analytic borderlands) olarak kavramsallaştırılmaktadır.[12] Sassen, Blade Runner’da yansıtılmaya çalışılan bu alanları postmodern dünyanın gerginlik alanları olarak ifade etmektedir.[13][****]

Ayrışma olgusuna filmde bir boyut daha eklenerek, ayrışmanın sadece insanlar arasında değil mamafih insan ve yapay zekâ arasında da – düşünsel ve mekânsal yönden – yaşanacağı öngörülüyor.[*****]

Benzer bir polarizasyon Blade Runner’ın izleyici kitlesinde de gözlenmektedir. Filmin yapımcısı Warner Bros.’un yaptırdığı gişe sonrası araştırmasına göre Blade Runner 2049’u sinemada izleyenlerin yüzde 86’sı 25 yaş ve üstü yüzde 63’ü ise 35 yaş ve üstü bir profilden oluşuyor.[14] Depresif konusu, karanlık ve aksiyonu düşük sahnelerinin yanı sıra 2 sa. 44 dk. süresiyle filme ilgi gösteren yaş grubunun yüzdesel dağılımı Harvey’in zaman-mekan sıkışması kavramsallaştırmasıyla açıklanabilir. Ayrıca Blade Runner 2049’un devam filmi olması da bu tablonun önemli bir belirleyicisi elbette. Lakin seyircilerin yüzde 71’nin erkeklerden teşekkül etmesi kent çalışmalarından çok feminizm çalışmaları çerçevesinde bakılması gereken bir sonuç gibi gözüküyor.[14]    


Harvey’in zaman-mekan sıkışmasını sembolize eden bir örnek: Asansör panelindeki aşınmış kapama düğmesi.

Blade Runner 2049’da, izleyenlere 1982 menşeili ilk seride yer almayan yeni bir durum gösteriliyor. Replikantların organik yollarla kendilerini yeniden üretebileceği yeni bir form: Doğum (replicant-born). Bu hadise filmde bir mucize olarak ifadelendiriliyor. Dr. Ana Stelline ismiyle – Hollywood sinemasının yaygın tabiri ile – seçilmiş (chosen one) olan bu karakter oldukça dikkat çekici sahnelerle izleyiciyle buluşturuluyor. Hayatını cam bir fanus içinde kamusallıktan kopuk holografik bir ortamda sürdüren Dr. Stelline tüm gününü insan eliyle üretilmiş ve bu nedenle geçmişleri olmayan replikantlar için hayali yaşanmışlıklar (memory designer) tasarlayarak geçiriyor. Filmdeki bu kareler seyirciye o kadar yoğun bir kontrastla aktarılıyor ki, o an zihinlerde “Aslında gerçek olan hangisi?” sorusu dolaşmaya başlıyor. Sıradan bir replikantın hayatı mı, yoksa Dr. Stelline’nınki mi?

K ve Dr. Stelline karakterleri üzerinden tam da bu bağlamda Soja’nın kamusal ve özel alanların değişen yapılarını anlamlandırmaya çalıştığı gerçek ve gerçeküstü (hyperreality) kavramları etrafında mekânsal bir izdüşüm olarak postmodernite olgusu yeniden yorumlanabilir.[15] Elbette; Hannah Arendt’in “İnsalık Durumu”, Jürgen Habermas’ın “Kamusallığın Yapısal Dönüşümü” ve Richard Sennett’in “Kamusal İnsanın Çöküşü”nü unutmadan!


Dr. Ana Stelline

***

Son olarak; başta Stephen Hawking olmak üzere yapay zekânın insanlık medeniyetinin sonunu getirebileceği üzerine tartışmalar süredursun; Blade Runner’ın ilk filmindeki yüksek yüzdeli öngörü başarısından referansla yapay zekânın bir tercih yapması gerektiği durumda tercihini insanlıktan yana kullanacağını haber veren serinin ikinci filminin yüreklere su serptiği söylenebilir.

 

Not 1: Bu yazı esasında bir Blade Runner incelemesinden çok film üzerinden postmodernitenin; mekânsal, zihinsel, sosyolojik ve politik görünümünün mülahaza edilmeye çalışıldığı bir denemedir. Bu nedenle metin içinde filmden alıntılanan bazı sahne ve/veya diyaloglar arasında kopuklukların olması muhtemeldir.

Not 2: Ondokuz Mayıs Üniversitesi Mimarlık Fakültesi müfredatında yer alan “Kent, Kültür ve Toplum” dersi kapsamında Blade Runner 2049’u, dersi alan öğrencilerle birlikte izledik. Filmden sonraki derslerde Blade Runner’dan ilhamla “Postmodern Çağda Kent” konusu bağlamında mütalaalar yürüttük. Sevgili öğrencilerimin yazı üzerindeki değerli katkıları yadsınamaz. Bu nedenle her birine ayrı ayrı teşekkür etmek isterim.

[*] Filmin ikinci serisinin önemli karakterlerinden Wallece Corp.’un kurucusu Niander Wallece, ilk filmdeki emsal karakteri olan Dr. Tyrell’den farklı olarak replikantları birer melek olarak tanımlamaktadır. Buradan hareketle; anlatıda yasak elma metaforu kullanılarak Wallece’a gönderme yapılmaktadır.
[**] İlk defa Jean Baudrillard tarafından kaleme alınan “Simulakrlar ve Simülasyon” adlı çalışmada geçen simülakr ifadesi ; bir gerçeklik olarak algılanmak istenen görünüm anlamına gelmektedir.
[***] Blade Runner’ın ilk iki serisinde de film içinde sekans değişiminin yaşandığı söylenebilir. Bu nedenle izleyiciye ilk başta aktarılmaya çalışılan ilk kusursuz düzen mesajının filmin akışı içinde kırılgan bir düzene doğru evrildiği ifade edilebilir.
[****] Çağlar Keyder de aynı minvalde İstanbul için bölünmüş kent (divided city) ifadesini önermektedir. Bkz; Çağlar Keyder, “Arka Plan”, Çağlar Keyder (hzl.), İstanbul: Küresel ile Yerel Arasında içinde (9-40), İstanbul: Metis Yayınları, 2006, s. 36.
[*****]Aslında replikantlar tam olarak yapay zeka olarak adlandırılamazlar. Çünkü replikantlar daha önce vurgulandığı üzere kendilerini yeniden üretebilmektedirler. Replikant, içinde bulunulan zaman dâhilinde halen fütüristik bir kavramdır. Bu nedenle bağlamsallığın daha yalın bir biçimde kurulabilmesine yönelik olarak yapay zekâ ifadesi burada tercih edilmiştir.
[1] http://www.the-numbers.com/movie/ET-The-Extra-Terrestrial#tab=summary
[2] http://www.the-numbers.com/movie/Blade-Runner#tab=summary
[3] http://www.imdb.com/chart/top
[4] http://www.imdb.com/search/title?year=1982&title_type=feature&
[5] http://www.the-numbers.com/movie/Blade-Runner-2049#tab=summary
[6] https://www.gartner.com/newsroom/id/3788963
[7] https://www.forbes.com/companies/apple/
[8] https://www.forbes.com/companies/samsung-electronics/
[9] David Harvey, Postmodernliğin Durumu, Sungur Savran (çev.), 4. Basım, İstanbul: Metis Yayınları, 2006, s. 343.
[10] Edward W. Soja, “Six Discourses on the Postmetropolis”, Sallie Williams ve John Williams (ed.), Imagining Cities: Scripts, signs, memories içinde (19-29), 1st Publ., London: Routledge, 1997, s. 19-20.
[11] Soja, Six Discourses on the Postmetropolis, s. 22-23.
[12] Saskia Sassen, Globalization and its Discontents, New York: The New Press, 1998, s.102.
[13] Saskia Sassen, “The Urban Complex in a World Economy”, International Social Science Journal, Vol.46, No.139, February 1994, s. 56-57.
[14] https://www.thewrap.com/blade-runner-2049-crashes-box-office-31-5-million/
[15] Edward W. Soja, Postmetropolis: Critical Studies of Cities and Regions, 1st Publ., Oxford: Blackwell, 2000, s. 299.

Etiketler

Bir yanıt yazın