Balcılar Evleri

Bitez, Balcılar mevkiinde üç parsel üzerine kurulan yerleşme, 12.070 m2'lik bir arazi içinde planlanmıştır.

Arazinin güney-batı sınırı kuru dere ile çevrilidir. Arsaya bu kuru dere yolu ile ulaşılmaktadır. Arazinin doğu sınırı üzerindeki ağaçlar, komşu parsel sahibi ile anlaşılarak koruma altına alınmıştır.

İki yanı yaban taş örgü duvarlı kuru dere, yol boyu ağaçların oluşturduğu gölgelik bir mekandır. Kış mevsiminde yağmurla beraber kuru dere ıslanır, su yoluna dönüşür. Bol yağışlı günlerde, bu çevrede yaşayanlar ulaşım için, derenin iki yanındaki tarla yolunu kullanırlar. Planlanan arazinin içinde mandalina ağaçları, iki adet kuyu, su yolları, eski karakteristik bahçe evi barındıran, doğal yapısı çok güçlü bu arazi içinde bir yapı yapmak hem kolay, hem de güçtü. Çevrenin tüm doğal malzeme ve çalıları korumalıydı. Bu bahçe içinde bir taşın yerini değiştirmek yanlış olabilirdi. Peki yeni yapılacak yapılar nasıl olmalıydı?

Yapılacak tasarımın ne ölçüde çağdaş olacağı konusunda uzun süre düşündüm. Elime kalemi aldığımda yanlış bir şey çizmek kaçınılmazdı. Arazinin doğal özelliklerinin etkisi altında çevrenin bana verdiği heyecanlardan uzaklaşmak istemediğimden, arayışlarım epey zaman aldı. Gerçek olan bu doğal çevre ile çatışmayanı bulmak, bu araziye ait olanı yapmaktı. Soruna böyle yaklaştığımda eski-yeni tartışmasının etkisinden uzaklaşıyordum. Rahatlamış, yapacaklarımın hesabını verebilecektim.

113 nolu parsel içindeki mevcut yapı, yerel kültürünün bir ürünüydü. Fiziki boyutları kusursuzdu. Ne fazlası nede bir eksiği vardı. Yerel mimarinin bu özgün örneği ile nerede ve nasıl buluşabilirdim? Bu yapının biçim, mekan olgusu ve yalın olması beni etkilemişti. Toplam alanı 25 m2 olan yapının özgünlüğü, yaşam biçiminin oluşturduğu, güncel tanımıyla minimal bir yapı. Bu bina buluşma yerimiz olmuştu. Burada yaşamayı düşünen kişilerin istekleriyle hayallerini, bu yapının mekan kurgusu ve sadeliği ile özdeşleştirebiliyordum. Hepimizi etkisi altına alan doğal çevre, mandalina ağaçları ve bizleri buluşturan eski yapının önemi giderek artıyordu. Arkadaşlarımın isteği üzerine, benimde burada bir evim olacaktı. Başkalarına hizmet veren bir mimar gibi değil, burada yaşayacaklardan biri olmak, düşüncelerimde farklı etkiler yaptı.

Her biri farklı bir mesleğin sahibi olan arkadaşlarımla işveren-mimar ilişkilerini ortadan kaldırmıştık. Birlikte oluşturacağımız yaşam mekanını zenginleştiren tartışmaların yararını projelerin tasarlama sürecinde gördük. Böylece birlikte yaptığımız konuşmalar fazla uzamadı.

Bodrum’da yapay bir çevrenin içinde değil, bu araziyi satın aldıklarında ne düşündüler ise, yapılar inşa edildiğinde aynı duygu ve düşüncelerle yaşamayı hayal ettiklerini söylediler. Herkes ne istediğini çok iyi biliyordu. Konuşmalarımız, binaların arazi içindeki konumları, yapıların parsel ve yol sınırlarına çekilmeleri, yeşil bütünlüğün korunması, görsel etkinliğin arttırılması, yapıların fiziki boyutları ve mimari fiziki özellikleri, minimum yapı alanlarının oluşturduğu mekanlarda maksimum etkiyi sağlayacak mekan kurgusu nasıl oluşabilirdi vs. gibi. Farklı bir kimlik arayışı içinde olmadığımızdan, bizleri etkisine alan doğal mekan içinde kendimizi özgür hissetmek istiyorduk. Yeni bir arayış içinde olmak yerine, var olanın devamından yanaydık. Binalar yaşam çevresi için bir araç, aslolan, kısa sürelerle de olsa bu bahçede yaşam olanağını sürdürebilir konumda bir planlama yapmaktı.

Mevcut eski yapının bizleri buluşturan yalın-sade minimal etkisi, bizlere çok yakın geliyordu. Aradığımız biçim değil yaşam mekanıydı.

Uzun süre kendimle yaptığım tartışma, etki altında kalmak, benzemek, doğru olan neydi. Sonunda, benzemekten neden çekiniyorsun diye kendime sordum. Mimarsız, mimarinin içinde yer almak bir mimar olarak bana çok çekici geldi. Kendimi onlardan biri olarak görmekte hoş bir duyguydu. Denemeye değer bir düşünceydi. Sonunda yasal işlemler için hazırlanmış bulunan projeleri unutup, teker teker ev sahiplerinin isteklerine cevap veren projeler ürettim ve taş ustaları ile işe koyuldum.

Kullanılan yapı malzemesi ve çevrenin oluşturduğu benzerlik dışında, eski-yeni tartışmasına girmeden, tüm binalar, plan şemaları ve konumları ile birbirinden farklı, kendilerine ait kimlikleri ile sahiplerine kapılarını açtılar.

Arazinin doğal yapısı ile kullanıcıların istekleri değerlendirilerek oluşturulan iç mekan tasarımları beş ayrı özellikte ev tipinin gerçekleşmesini sağlamıştır. Mevcut eski bina da bahçenin merkezinde ortak kullanım mekanı, misafirhane olacak şekilde işlevlendirildi.

Bir evin kime ait olduğu ilkesi beni hep ilgilendirmiştir. Sanıyorum ki, burada evleri olan arkadaşlarımın kendilerine ait bir binaları oldu. Bu yerleşmede en küçük evi kendime yaptım. 4.00 x 4.00 modül üzerine tasarlanan kare planlı bu katlı evde taşlık, bahçe, oturma ile yemek işlevleri tek mekanlı ve üst üste planlanmıştır. “Kule” tipi bir ev oldu bu tasarım.

Taşlık bahçede yaşam gün batımına kadar sürer. Kapalı alan, üst katta planlanmıştır. İç ölçüleri 350 x 350 – 12.25 m2 olan mekanda oturma, yemek pişirme, ocak, tv, merdiven boşluğu, çalışma masası bulunmaktadır. Çok küçük gibi görülen bu mekan zengin bir işlevle yüklenmiştir. Bu kapalı mekanda üst kat hayata açılmaktadır. Ahşap konstrüksiyon cumba bu binada inşa edilmiş en büyük yapı alanı gibidir. Çatı boşluğu yatak odası olarak düzenlenmiştir.

Kare planlı binanın farklı işlevli mekanlarının sınırları planlamanın üç boyutlu kullanımıyla fark edilemeyecek kadar yalındır. Bu binada her şey minimalize edilmiştir.

Yığma tuğla ve taş yapı tekniği ile inşa edilen yapıda döşemeler ahşaptır. İşlev alanlarının üst üste planlanmış olması, dış görünüşündeki kule etkisi nedeniyle yapı üç katlı gibi algılanmaktadır. Topuz çatı kiremit örtülü yapının silme kotu 6.5’dir.

“Avlulu Ev”, tek katlı taş yığma olarak inşa edilmiştir. İki odalı bir ev olarak da değerlendirilebilir. Bu kapalı mekanlar yatma ve kısmen de oturma alanı olarak kullanılmaktadır. Çatı örtüsü ahşap olan büyük odanın çatı arası boşluğu değerlendirilmiş elde edilen mekansal zenginlik için de ahşap konstrüksiyon bir ara kat planlanmıştır. Bu tip oda mekansal düzen ve tasarımıyla yerel musandıralı ev tipini anımsatmaktadır. İki taş yapının arasındaki açık avlu bu evin karakteristik mekanıdır. Yeme-içme, mutfak, oturma vede çalışma düzenine uygun planlanmış bu açık mekan gece-gündüz ayırımı olmaksızın ev sakinleri çoğu zamanlarını burada geçirirler. Bu evde banyo – wc de açıkta projelendirilmiştir. Dere yoluna paralel konumlandırılmış bu bina, yerel kültürün çağdaş yaşama uyarlaması gibi yorumlanabilir.

Arazinin doğal yapısı ile uyumlu, farklı taş örgü dokusu bahçe ve içinden dere yolu üzerinden, insanlara yabancı olmayan, bildikleri bir yapı izlenimini vermektedir. Kimliğini mekansal yorumun açıklığında, kitlesel tanımlamanın yalın ve sadeliği ile taş işçiliğinin ustalığında aramak gerekir.

Bu arazide inşa edilen tüm yapılar mimari yapı elemanları ve malzemeleriyle birbirlerine benzer ortak bir dilleri vardır. Planlamada işlevsel alanların kesin ayırımı yerine, tek bir mekanda algılanmasına olanak veren bir kurgu içinde yaşam çevresi oluşturmak, tüm evlerde görülen ortak özelliktir.

Bu arazideki doğal hava yönleri, dış mekan öğeleri ile bütünleşme, arazi içindeki konumları, binaların tanımlarına olanak veren doğal veya işlevsel öğelerin seçimi, farklı tiplerde evleri ortaya çıkardı. Üç Gözlü Ev, Selvili ev, Tepe Ev gibi… Evlerde görülen farklılıklar, sahiplerinin aile yapıları ile yaşam biçimleri belirlemiştir. Sonuç olarak, kendilerine ait kimlikli üç ayrı ev gerçekleşti.

Ersen Gürsel

Etiketler

1 Yorum

Bir yanıt yazın