CEMEVİNDE CEM: Beylikdüzü Cemevi Yarışması Üzerine

Ve ayin başladı...

Bir ibadet gibiydi olanlar… Her adımı hassas, her anı bir nefes, her nefesi derin bir iç çekme, derin bir nefes alma, derin bir nefes verme haliydi arka arkaya sanki hep birlikte yaptığımız… Bir daha, bir daha… Adım adım…

Sonra gölgeler, nefesler birbirine karıştı. Sonra birleşti, bütünleşti hepsi… Bir oldu, bin bir oldu… Sonra yine tekti her biri. Sonra birkaçı bir araya geldi, yine birlikte oldu. Sonra tekrar ayrıldı… Böyle saatler, hatta günler geçti. Sonra yine tekrar bir aradaydık. Alıp vermeler hızlandı, bazen çok hızlandı. Sessizlik yine yok oldu. Sesler, konuşmalar, fısıltılar her yanımızdaydı. Sonra tekrar ayrıldık. Yine sessizliğe gömüldük. Hesaplaşmalar arasında kendi dünyalarımızın kapılarından geçtik; yine tek tek, yine her eşikte durup diğerlerini bekleyerek, yine onların izlerini izleyerek, yine her bir izin üzerinden adım adım giderek.

Sanki bir cemevinin ortasında, sanki bir cem meydanında, sanki birçok cem meydanındaydık. Her bir meydanda kim bilir kaç kere, bir çember etrafında dönüp dönüp duruyorduk… Şimdi artık bütün sınırlar yok olmuştu. Etrafımızdaki mekanların, odaların, duvarların, duvarlarda asılı olanların, çizgilerin, yapıtların arasındaydık, kimin olduğunu bilmediğimiz. Kendi dünyalarımızın, burada gördüğümüz bütün dünyaların kapıları kalktı, yine yok oldu ve yine hep bir oldu. Her birimiz yüzlerce kapıdan geçiyorduk. Tek bir kapıyı bile atlamadan, sanki her bir kapının eşiğine basmadan geçiyorduk. İşte yine cem meydanındaydık, yine her birimizin dünyasındaydık. Yine tek olduk, yine bütün olduk. Kendi dünyalarımızlaydık, bizi çevreleyen diğerleriyle, sanki yüzlerce cemevi ile…

Ve ayin sürdü gitti her yeri bambaşka dünyalarla dolu bir dünyada, yine bir mekandan diğerine, diğerlerine geçerek, sonra tekrar girdiğimiz mekanlara sanki hiç girmemişçesine o mekanlardan hiç çıkmamışçasına, yine birinden diğerine tekrar tekrar girerek, çıkarak, tekrar tekrar her birini yine dolaşarak kurulan yeni mekanların, yeni cemevlerinin, kısacası dev bir emeğin, o emeklerdeki göz nurunun, o güzelim hayalin izlerinde… Hepsinin ayrı ayrı kutlanası, kutsanası izlerinde…

Alevi topluluğu kendi yaşam alanlarını, bununla ilgili kutsal mekanlarını bugünün şartlarına uygun olarak tasarlamak istemekteydi. “Beylikdüzü Belediyesi Cemevi, Kültür Merkezi ve Çevresi Ulusal Mimari Proje Yarışması” da işte bu tür kutsal mekanlarla ilgili yarışmalar dizisi içinde olan çok önemli yarışmalardan biriydi. Bu yarışmaya 82 proje katılmıştı. Tasarımlar cemevi kültürüne derin ipuçları ve katkılar sunmaktaydı. Projeler adeta cem kültürünün sınırlarını aramakta ve bu arayış içinde fonksiyonel, formal, estetik ve kavramsal açıdan kişisel yorumlamalar vermekteydi. Ama cemevi, bir çok yarışması olmuş ve çok denenmiş bir mekan değildi. Bu yarışmalar aracılığı ise işte bu mekan deneyimlerinin ve birikimlerinin sağlanması hedeflenmekteydi.

Yarışmada dört kademedeki değerlendirmeler sonunda, 8 proje son tura kaldı. Bu aşamada jüri üyelerinin oy birliği ve genel eğilimleri doğrultusunda, ilk anda ortaya çıkan ikisi ise kazananın belirleneceği finale birlikte girdi. Jüri bunlar dışındaki üçüncülük ödülünü, beş mansiyonu ve üç satın almayı hızla belirledi. Üçüncü ödül peyzajda adeta kaybolan, o gerçekten mütevazi haliyle tasarlanmış 3 no’lu proje oldu. Son ikiye kalan iki proje arasında ise uzun değerlendirmeler yapıldı, her ikisine de farklı taraflardan bakan yorumlamalarla devam edildi. Ama bu tartışmalar aslında yarışmanın belki de en önemli sonuçlarından biriydi. İki proje farklı açılardan hem birbirine benzemekte, hem de yine farklı açılardan hiç birbirine benzememekteydi. Sonunda adeta birbirlerinden habersiz bu projeleri yapan iki tasarımcının uzaktan uzağa diyalogları, jüri üyelerinin kişisel bakışları ve farklı yorumlamaları ile oradaki herkesin aklında da ileriye dönük düşünceler bıraktı. Tartışmalar sonunda çoğunluğun kararı ile 20 no’lu proje birinci seçildi. 68 no’lu proje de ikincilik ödülünü aldı.

İkinci proje, jürideki bir arkadaşımızın yaptığı benzetme gibi açık bir el haliydi. Ortasındaki cemevinin etrafındaki boşlukları, önündeki avluları ve arkadları ile dışa açılıyordu. Yatay düzlemde kendine özgü bir daveti vardı. Cem mekanının ve diğer bazı mekanlarının üzerlerindeki prizmatik yukarı doğru daralan ve ışık alan asimetrik ve tekrarlamalardaki ritmik eklentileri ile geleneksele daha da bağlı ama çağdaş bir yorumdu. Kazanan projenin daveti ise daha başkaydı, ana mekanının uzaktan görünen kütlesi ve önünde kente bıraktığı bahçe mekanlarıydı. Ana mekanı dışarıdan görülse de belki de hala keşfedilmeyi bekleyen bir dünyaydı ve daha kapalı bir haldeydi, daha kapalı bir el gibiydi. Sanki avuç içinde saklanmış, oraya varmadan cephelerindeki bölüntüleri ile daha önce hissedilen bu mekanı bulmak gerekiyordu. Yukarı ve aşağı seviyelerden insanların gelişlerini, dolaşımlarını binanın arkasındaki yerleşmede yaşayanların ve vadi tarafından gelenlerin ulaşımına ve arayışlarına bağlı olarak ilkinin aksine iki katta kademeli biçimde yorumlamış, topoğrafyayı kullanmıştı. Cem mekanı yine gelenekselden, Anadolu evinden yola çıkmasına karşın ikinci olan projeden daha da soyut bir havada tasarlanmıştı. Yaratılan atmosferi etkileyiciydi, basit öğeleri ve net boşluğu ile de güçlüydü. Yukarıdan gelen ışığı, tam altındaki meydanı ve sanki büyütülmüş dev ahşap kafesleri ve bütününde hayal edilen havası ile yorumlanmıştı.

Ama her şey belki de bir bütündü. En sonunda jüriyi bu sonuca getirmiş olanlar, bu aşamaya gelmeden önceki safhalarda yapılan uzun tartışmalar, suyun üzerinde görünenin altındaki buz dağı, katılan bütün projelerin arayışları ve Cem Evi üzerine yarışmacıların birbirinden farklı çözümlemeler ve farklı farklı hayalleriydi. Kazananı, diğer ödülleri ile adeta birçok şey bunlar üzerine inşa edilmişti, jüri olarak bu süzgeçten geçirilmişti. Sanki eksiksiz bütün ipuçları önümüze döküldü. Hepimiz için adeta ucu açık olan bu sürecin ilk başlangıcından finaline hep birlikte adım adım gelindi. Bugün olduğu gibi, daha sonra da bizleri daha da düşündürecek, hepimizin mimarlık ve ötesi adına dersler çıkartacağı bir serüvenin basamaklarından biri oldu. Hep birlikte birkaç gününü çok yoğun olarak yaşadığımız, önüyle arkasıyla tartışmaları ile daha da çok yaşayacağımız anlardı. Çok anlamlı bir deyişte olduğu gibi hepimiz, her birimiz için, “Yol bir, sürek bin bir” oldu ve olacaktı.

Etiketler

Bir yanıt yazın